Dünyanın neresinde bir felaket haberini duysa, “yazık insancıklara” diye üzülen, güzel insan Annem Semahat Onay’ın anısına...
Türkiye yine bir felakete uyandı. Geniş bir bölge deprem ile yerle bir oldu. Kışın en kötü zamanında meydana gelen deprem, felaketi daha da büyüttü.
Çaresizlik içinde kalanların yaşadığı yalnızlık içinde, yine “nerede bu devlet” feryatları yıllar sonra tekrar duyuldu.[1]
Felaket, zihhniyet dünyamıza uygun, kaderdi vs. gibi açıklamaları geçersek, Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi “siyasi”ydi. “Sistematik rant siyasetinin sonucu”ydu.
Doğu coğrafyasında bu tür doğa olaylarının belirleyiciliğini ihmal etmemek gerekiyor. Nitekim Marx, Wittfogel’den esinlenerek devletin bu coğrafyadaki farklılığında doğaya dikkat çeker .
Türkiye’nin en uzun sürmüş iktidarı, 1999 Deprem felaketi ardından iktidara gelmişti, çünkü deprem, eski siyasi yapıyı, deprem enkazına havale ettiydi. Elbette AKP’nin iktidara gelişinde tek etken bu değildi. Ama felaket esnasında çaresizlik içerisinde kaldığında, güçlü bildiği devleti yanında göremeyen toplumun, tepkisini seçimlerde dile getirmesinde bunun büyük rolü oldu. Evet devlet güçlüydü güçlü olmasına ama bu gücü toplum için değil, kendi mevcudiyetinin devamı için kullanıyordu.[2]
Bu kadar yıl sonra yaşanan o felaketten biliminsanlarının uyarılarına rağmen hiçbir ders çıkarılmadığını yine bir felaket ile görebildik. Eski sistemi yeni bir rant ağı kurarak sürdüren iktidar, yaklaşan seçimlerde hâlâ alternatifsiz olduğu iddiasındaydı, ama gel gör ki, yine doğa güçlerinin müdahalesine maruz kaldı. Böyle olması hakkında, yaşanan trajediyi düşününce, keşke bu müdahale olmasaydı demeliyiz mutlaka. Bu değişim, “normal” siyasi yollar, bizatihi bu toplumun zihniyet yapısını dönüştürebilecek alternatifler üzerinden gerçekleşseydi.
“Solcu” olduğu iddiasındaki merkez sağdan muhafazakâr sağa transfer olmuş bir bakan, istifa ederken, “başımızı müteahhitler yiyecek” dediydi bir vakit, bugünleri mi düşündüydü bilemeyiz. Ama yaşanan felaket tablosuna baktığımızda görünen bu.
Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı “siyasi” boyut da bu zaten! Tüm bu iktidar süresince “inşaat ya resulallah” düsturunca dağ taş betonlaştırıldı. Doğanın gözyaşına hiçbir dönem bakılmadıydı, ama bu dönem yağmalama tavan yaptı. O rant ağı öyle “inşa” edildi. Bu inşaatların nereye yapıldığı, nasıl yapıldığı önemli değildi. “Türkiye büyüyordu”.
Her tür mevzuat by-pass edildi, başkanlık sisteminin gerekçesi bu mevzuat denilen ayakbağlarından kurtulmak değil miydi zaten? Mevcut iktidarın topluma gösterdiği ilk hedef ekonomik kulvarda dünyanın devleri arasına girmek, “büyük” olmaktı, turizmdi, inşaattı, yolların önemi yoktu. Ama yolların önemli olduğu, bunun hamasetle olmayacağını yine doğanın hatırlatması da çok acı.
Depremde hayatını kaybedenlere rahmet, kalanlara acil şifalar dilerken, depremle gelip, depremle gitmenin coğrafyamıza has bir özellik olduğu da hafızalarda kalacaktır.[3]
*Yazı yayınlamdıktan sonra gördüğüm bu yazıyı ilave etmek istedim; bugünkü iktidarın sözcüsü, aslında bütün bu devlet-toplum-deprem sürekliliğini o vakitler gayet net anlatmış: https://www.yenisafak.com/yazarlar/omer-celik/bugun-susmak-43517
[1] Devlet bu da, toplum devletini bizzat kendi bulmuyor mu, Nazım Hikmet’in anlatmaya çalıştığı bu derdi, ne zaman idrak edeceğiz:
“kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim.”
[2] 1999 Depremi’nin devlet-toplum-siyaset ilişkisine olan etkilerine dair bkz. https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-125-126-eylul-ekim-1999-125-126-eylul-ekim-1999/2319
[3] Bu da unutulacak elbet zamanla, umarız bu kez ders çıkarır, yine belediye başkanlarına, kat izni, kaçak yapılar üzerine baskılar, Eser Karakaş’ın tarihini yazdığı iktidarlardan imar affı beklentilerine dönmeyiz.
https://artigercek.com/makale/imar-affi-kepazelikleri-1-238236