Milli Savunma Bakanlığı tarafından yayımlanan Beyaz Kitap’ta “dış tehdit”e karşı savunmanın Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın, “iç tehdit”le mücadelenin ise İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğunda olduğu belirtiliyor. Dış tehdit, bütün milli devletler için geçerli olan ve bu devletlerin egemenliğinin doğasında bulunan bir kavramdır. Devletler bu tehdide karşı güvenliği sağlamak için silahlı kuvvetler oluştururlar. Böyle bir tehdidin bulunmadığına inanan veya bu güvenlik ihtiyacının karşılanmasını başka bir dış oluşuma devretmiş olan devletlerin ordusu yoktur. Bu ordusuz devletler günümüzde istisnadır. Genel olarak devletlerin küçük veya büyük ama bir silahlı kuvvetleri vardır.
Bunun yanında, toplumun iç güvenliğinin sağlanması da devletlerin sorumluluğundadır. Demokratik devletlerde, hatta demokratik olma iddiası taşımayan devletlerin çoğunda da, bu güvenlik ihtiyacı askerî otorite tarafından değil, sivil otoriteler tarafından karşılanır. İçişleri bakanlıkları, genel olarak, iç güvenlik sorunlarından sorumludur. Bu nedenle, görevi toplum içinde güvenliğin sağlanması olan kuruluşlar, jandarma güçleri dahil olmak üzere, mülki idare amirlerine bağlı olarak çalışır.
Türkiye’de durum kağıt üzerinde böyledir. Gerçek ise çok farklı. Jandarma güçleri, bir yandan İçişleri Bakanlığı’na bağlı gibi gözükse de, bunların barış zamanında dahi asıl amiri Genelkurmay Başkanlığı’dır. Yasalara göre, jandarma teşkilatı, emniyet ve asayişin sağlanmasında vali ve kaymakamların denetimindedir. Gerçekte ise, jandarma güçleri doğrudan Jandarma Genel Komutanlığı karargahına bağlı olarak çalışır. Herkesin bildiği bu olgu, TSK’nın internet sitesinde de açıkça dile getirilmektedir.
TSK, yürürlükte olan bir dizi yasa çerçevesinde, iç güvenlik alanına jandarma yoluyla müdahale etmektedir. Bunu, dış tehdit konusunda olduğu gibi, “iç tehdit” tanım ve tespitinde elinde tuttuğu tekel konumu sağlamaktadır. Ama TSK’nın iç güvenlikle ilgilenmesinin yegane aracı, jandarma teşkilatı değildir. Sadece bu olsaydı, durumu belli ölçülerde olağan olarak tanımlayabilirdik.
TESEV, Mayıs 2006’da, editörlüğünü Ümit Cizre’nin yaptığı bir almanak yayımladı. Türkiye’de ilk kez güvenlik sektörü ile ilgili detaylı bilgileri içeriyor bu çalışma. Belirli aralıklarla düzenli yayımlanacağı belirtiliyor. “Almanak Türkiye 2005; Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” başlıklı bu çalışmada, Türkiye’de güvenlik konusuyla doğrudan ilgili resmî ve özel kuruluşlar ele alınıyor ve faaliyetleri inceleniyor.
Almanak’ta, Türkiye’de Silahlı Kuvvetleri yakından takip eden uzman gazeteci Lale Sarıibrahimoğlu’nun “TSK”, “Jandarma” ve “Sahil Güvenlik” başlıkları altında yazdığı bölümlerde, TSK’nın Türkiye’de gizli tuttuğu ama uluslararası kuruluşlarda açık bilgi olarak yer alan bilgilerin derlenmesi ve araştırmacının kendi kaynaklarının birleştirilmesi sonucunda, Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin durumu hakkında kapsamlı bir tablo ortaya çıkıyor. Almanakın bütününden ortaya çıkan bir sonuç, iç güvenliğin sağlanmasından sorumlu olduğu belirtilen İçişleri Bakanlığı’nın yanında, hatta çoğu zaman bu konuda önünde yer alan asıl fiilî sorumlunun TSK olduğudur.
Bunun en çarpıcı kanıtı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yer alan “iç güvenlik” birimleri. Bilindiği gibi Genelkurmay Başkanlığına doğrudan bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığının Gölbaşı’nda bulunan iki birliği sadece dış operasyonlar değil, iç operasyonlarda da kullanılmaktadır. Bir tür uzman komando birliği yapısındaki bu birliklerin yanında, Jandarma Genel Komutanlığının, kanunen mülki teşkilata tabi olmayan komando, havacılık ve sınır birlikleri de iç güvenlikten sorumludur. Örneğin karargahı Şırnak’ta olan 23. Jandarma Sınır Tümeninin doğrudan 7. Kolordu’ya bağlı olduğu, Lale Saarıibrahmoğlu’nun hazırladığı şemada görülüyor.
KKK’nın bünyesinde geleneksel olarak piyade, mekanize piyade, zırhlı tugay ve tümenleri, komando tugayları bulunurdu. Bunlar zaman zaman iç olayların bastırılması için kullanılsalar da, esas olarak, dışarıdan gelebilecek bir askerî tehdit için oluşturulmuş birliklerdi.Yukarıda belirtilen çalışmada dikkati çeken olgulardan birisi, ne zaman bu ad altında faaliyet göstermeye başladığını henüz öğrenemediğimiz, resmî adı “İç Güvenlik Tugayı” olan birliklerin KKK bünyesi içinde bugün yer almasıdır. 2. ve 3. Ordu bünyesinde yer alan bu birlikler, 7. Kolordu’ya bağlı olan Lice’deki 2. İGT, Şırnak’taki 6. İGT, Silopi’deki 23. İGT, 8. Kolordu’ya bağlı olan Bingöl’deki 49. İGT, 9. Kolordu’ya bağlı olan Trabzon’daki 48. İGT ve Hozat’ta 51. İGT’dır. Bunların koordinasyonu, Genelkurmay İkinci Başkanlığına bağlı İç Güvenlik Operasyonları Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. İç Güvenlik Tugaylarının coğrafi dağılımı, TSK’nın asli iç tehdit algılamasını betimliyor.
Bu tugaylarının ne zaman kurulduğunu araştırırken rastladığımız bir bilgi ayrıca ilginç. Bingöl valiliğinin internet sitesinde, güvenlik birimlerinin tanıtıldığı dosyada, “49. İç Güvenlik Tugayı, 1514 yılında, Van Uç Sancak Beyliği adı altında kurulmuştur” bilgisi yer alıyor. Kuruluş tarihini Mete Han ordusuna götüren TSK’nın zaman ölçeği içinde makul bir kuruluş tarihi bu.
Genelkurmay Başkanlığı ve KKK’nın resmî bilgi kaynaklarında da yer alan “İç Güvenlik Tugayları”, iç güvenlik konusunda Türkiye’de çok ciddi bir iki başlılığın sürüp gitmekte olduğunun açık göstergesidir. Bunun yanında, TSK’nın Türkiye toplumuna bakış tarzını ve toplumdan gelebilecek tehdit algılamasını da ele vermektedir. Bir toplumun içinde asayişi bozucu unsurlar olması ve bunun kolluk güçleri tarafından etkisiz kılınmaya çalışılması doğaldır. Ama burada sözkonusu olan bakış, bir asayiş sorununu aşan, toplumun değil, devletin güvenliğini tehdit eden “iç tehdit” unsurlarının bu toplumun içinde, yurttaşların bir bölümü arasında varolduğu inancını açık olarak ele veriyor. İç tehditten hareket ederek iç düşmana varıyoruz.
KKK bünyesinde, jandarmadan ayrı olarak, iç güvenlik tugaylarının PKK ile sürdürülen mücadele içinde ortaya çıktığını tahmin etmek zor değil. Ama sorun, İçişleri Bakanlığı kuruluş kanununda yer almayan “iç tehdit” kavramının, MSB ve TSK dokümanlarında, herhangi bir kanuni dayanağı olmadan fütursuzca kullanılmasının yanında, TSK’nın giderek Türkiye toplumunun önemli bir kesimini asli bir tehdit kaynağı olarak görme alışkanlığı edinmiş olmasıyla ilgilidir. Bu muharip iç güvenlik birliklerini tamamlayan olgu, Ali Bayramoğlu’nun birçok kez hakkında dikkatimizi çektiği, Emniyet Asayiş Yardımlaşma Protokolü çerçevesinde yürütülen askerî kaynaklı yaygın istihbarat ve fişleme şebekesidir. Her ilde karargahı garnizonlarda olan EMASYA yapılanması, bir yandan jandarmanın kırdan kente yayılmasını sağlarken, diğer yandan, 2002’de toplanan Mülki İdare Şura İhtisas Komisyonu raporunda da tespit edildiği gibi, İl İdaresi Kanununa aykırı biçimde, “mülki idare amirlerinin görev alanlarını daraltma, takdir yetkilerini ortadan kaldırma ve inisyatif kullanma güçlerini fiilen kısıtlama” potansiyeli taşımaktadır.
Bugünkü hali, 1997’de İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan EMASYA protokolü, TSK’nın jandarmanın dışında, dolayısıyla mülki idare amirlerinin sadece fiilen değil yasal olarak da bütünüyle yetki alanı dışında kalan “İç Güvenlik Tugayları” oluşturmasını tamamlayan bir girişimdir. Bunu kabaca, “Özel Harp Teşkilatı”nın yeni zamanlara uyarlanmış hali olarak da tanımlayabiliriz.
Türkiye’de çeşitli çevrelerden gelen ve toplum güvenliğini tehdit eden şiddet yanlısı girişimler olduğu ve bununla mücadelenin demokratik hukuk devletinin asli görevleri içinde yer aldığı ne kadar bir gerçekse, askerî idarenin sivil idarenin önüne geçmesini olağanlaştırarak yürütülen böyle bir mücadelenin yarattığı kalıcı zararların dikkatle değerlendirilmesi demokratik hukuk devletinin sürdürülebilirliği açısından olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bu konuda, esas tehlike, böyle bir durumun kamuoyu nezdinde olağan görülmeye başlanmasıdır.
25 Mart 2006’da Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Başbakan’ın Kara Kuvvetleri Komutanı ile başbaşa görüşmesinin olağan olup olmadığını soran gazetecilere, “Kara Kuvvetleri'nin normal, rutin işlerine ait, özellikle iç güvenlik harekatına ilişkin görüş alışverişinde bulunmuşlardır” dedi. Bu vesileyle iç güvenlik sorunlarının KKK’nın rutin işleri içinde yer aldığını, en yüksek askerî yetkilinin ağzından öğrenmiş olduk.
Rutin işlerinden birisi iç güvenlik olan ve “iç tehdit” tanımlamasını tekelinde tutan bir Silahlı Kuvvetler var Türkiye’de. TSK’nın rutininde iç güvenliğin olmasını sadece PKK’nın terör de dahil olmak üzere, başvurduğu silahlı mücadele yöntemleriyle, dinsel motifli şiddet hareketlerinin yakın tehdidiyle veya şiddet yanlısı diğer grupların eylemleriyle izah etmek, bu durumu olağanlaştırmak anlamına geliyor. Halbuki durumu tam tersinden ele alıp, rutininde iç güvenliğin sağlanması da olan bir ordunun, o toplumda şiddetin rutinleşmesinin bir nedeni olabileceğini, bir an için durup düşünmenizi öneririm. O zaman TSK’nın “İç Güvenlik Tugayları”nın anlamını sorgulamaya başlayabiliriz.
Radikal İki, 30.7.2006