Yapay zekâ ile üretilen eserler artık vakayi adiyeden sayıldığı için yapay zekâ ürünü öyküler, romanlar, resimler ya da çevirilerle karşılaştığımızda tıpkı gerçek insan tarafından yapılan eserler gibi beğeniyor ya da beğenmiyoruz; bazen hayran kalıyoruz ya da yerin dibine sokuyoruz. Ama artık tartışılan şey, yapay zekânın esere el atmış olması değil, ortaya çıkan ürünün gerçekten eser olup olmadığı. Yapay zekâ ürünlerinin hukuken eser sayılıp sayılmadığı başka bir tartışma konusu olmakla birlikte, yasalar “eser”in muhakkak gerçek bir insan/insanlar tarafından meydana getirilmesi gerektiğini söyleyedursun, yapay zekâ tarafından yaratılan ürünlerin “eser” olup olmadığı konusunda kamuoyunda henüz tam bir mutabakat sağlanmış değil.
Yapay zekâ tarafından oluşturulan eserlerin en eski ve yetkin örneklerinden biri “New Rembrandt” adlı tabloydu. Rembrandt tablolarını hasbelkader bilen ama resimden zerre kadar anlamayan biri olarak tablonun gerçekten de bir Rembrandt eseri olduğunu düşünmüştüm. Elbette bunda tablonun adının içinde ressamın adının geçmesinin etkisi de büyüktü. Nispeten eski bir tarih olduğundan da şaşkınlığım daha büyük olmuştu.
Elbette yapay zekâ, bir Rembrandt değildi. XVII. yüzyılda Hollanda’da yaşamamıştı ve Rembrandt’ın yaşamı boyunca edindiği duygu ve düşünce dünyasından bihaberdi. Teknik olarak da hâlâ duygulanımdan ve insana özgü zihnî becerilerin önemli bir kısmından yoksundu. Öncelikle, Rembrandt’ın sanatına ve işe yarayacak başka şeylere dair yapay zekâya milyonlarca veri yüklendi ve bu yolla yapay zekâ eğitildi; başka bir deyişle, yapay zekâ bunu büyük çaplı veriden beslenen “makine öğrenmesi” yoluyla yaptı. Sonunda da gerçek Rembrandt eserlerinden ayırt edilemeyecek bir tablo ortaya çıktı.
Geçtiğimiz şubat ayında Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA), yapay zekâ ve telif hakları ilişkisine dair Türkiye Yayıncılar Birliği’nin de içeriğine katıldığı bir bildiri yayımladı. Bildiride özetle telif haklarının yasalarda açıkça korunduğu, yapay zekâ modellerini eğitmek amacıyla, içerik olarak kullanılmak üzere eserleri alıp saklamak, çoğaltmak, işlemek gibi eylemlerin ancak hak sahiplerinden izin alınarak gerçekleştirilebileceği ifade edilmiş.
Rembrandt eserlerinin yasal koruma süresi dolalı neredeyse üç yüz yıl olduğundan, artık telif hükümlerine tabi değil ama elbette telif hükümlerine tabi eserler açısından ortada büyük bir sorun var gibi görünüyor. IPA’nın da ifade ettiği üzere telif hakları yasalar tarafından özel olarak korunur. Bu koruma Anglosakson hukukunda biraz daha esnek, Kıta Avrupa’sı hukukunda biraz daha sıkı olsa da, eser sahipleri eserleri üzerinde hak sahibidir ve bu hakların devri/kullanımı da eser sahibinin iznine, genel olarak da yazılı sözleşmeye tabidir. Bunun dışında 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda bu eserler sınırlı sayıda ifade edilmiştir. Yine aynı yasaya göre, eser ancak gerçek kişiler tarafından oluşturulabilmesinin yanında, sahibinin hususiyetini taşımalı, başka bir ifadeyle özgün olmalıdır. Ayrıca FSEK’e göre eserin tüm maddi ve manevi hakları (işleme, çoğaltma, yayma, umuma arz etme vb.) münhasıran eser sahibine aittir ve bu haklar ancak yazılı sözleşme ile devredilebilir.
Bir çevirmen, yaptığı bir çevirinin tamamen ilgisiz bir kitapta ve kendi bilgisi ve onayı olmaksızın kullanıldığını fark ettiğinde izleyeceği hukuki yollar bellidir. Ancak iş, eserin yapay zekânın makine öğrenmesi yoluyla eğitilmek için veri olarak kullanılmasına gelince epeyce karışmaktadır.
XIX. yüzyıl Rus romanı tadında bir eser meydana getirmek isteyen bir yapay zekâ, tüm XIX. yüzyıl Rus yazarlarının (Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Puşkin, Gogol vs.) romanlarının tamamını veri olarak kullanabilir ancak bu kullanımı bölümleri, sayfaları, paragrafları ya da cümleleri kopyalayarak yapmaz. Öncelikle, makine öğrenmesi için bir model oluşturulması ve verilerin bu modele girdi olarak verilmesi gerekir. Ancak modelin veriyi okuyabilmesi için verinin sayısal bir değere dönüştürülmesi gerekir. İster metin, ister ses ya da resim olsun, kullanılan teknikler farklı olabilmekle birlikte, model, her bir veri/girdiyi, bunlar sayısal bir formatta olmadıkça okuyamaz. Örneğin metin açısından “… kelimeleri vektörler halinde temsil ederek makine öğrenmesi algoritmaları tarafından işlenebilir hale getiren word2vec algoritması cümle içindeki kelimeleri yanındaki kelimelerle beraber değerlendirip ifadeler için çok boyutlu sayısal değerler oluşturarak bunları bir düzlemde ilgili olduğu diğer ifadelere ait sayısal değerlerle anlamsal yakınlığına göre konumlandırmaktadır”.[1] Cümle kelimelere bölünür ve bu kelimeler de fonksiyonel olarak sınıflandırılır. Bunun anlamı şudur: Sayısal olarak oluşturulan girdiler ve cümlesinden bağımsız, tamamen başka bir şekilde sayısal olarak sınıflandırılan kelimeler, artık veri olarak giren metinden, ister alıntı düzeyinde ister daha geniş metin düzeyinde olsun, çok farklı bir hal almıştır. Artık karşımızda sadece makine öğrenmesinde kullanılan ve makineyi eğitmek için tasarlanan sayısal olgular vardır. Veri olarak girilen metin, artık o metin olmayıp tamamen kelimeler bazında sayısal bir temsil söz konusudur. Bu durumda, her ne kadar yasa, eser sahibinin izni olmadığı -ya da kullanım yasada belirtilen istisnai durumlardan birine dahil olmadığı- sürece, bir eserin -somut olayın özelliğine göre değişen şekillerde olmak üzere- tamamının, önemli bir kısmının ya da bir parçasının veri olarak kullanılmasını telif hakkının ihlali olarak kabul ederken, gerçekten de teknik olarak FSEK’in/telif hakkının ihlal edildiğinden bahsedilebilir mi?
İlk olarak, veri olarak oluşturulan sayısal değerlerin, o eseri yeniden oluşturmaya elverişli olup olmadığı incelenebilir ki, bu teknik olarak neredeyse imkânsızdır. İkincisi, sayısal formata dönüştürülen veri, umuma arz edilmez; çünkü sayısal verinin tek başına bir anlamı yoktur ya da anlamlı bir bütün oluşturmaz. Dolayısıyla eserler aracılıyla oluşturulan sayısal veri kamuya açılmayıp, yalnızca makine öğrenmesinde kullanılır. Üçüncüsü, yasanın lafzına göre “eser”in en önemli özelliklerinden biri “sahibinin hususiyetini taşıması” ise, artık sayılarla ifade edilen ve izlenen algoritmalar yoluyla tamamen farklı şekillerde birbirleriyle ilişkilendirilen kelimelerin bundan böyle sahibinin hususiyetini taşıdığından bahsetmek pek de mümkün görünmemektedir. Hatta girilen verinin geldiği hal itibarıyla artık eser sahibine ait olduğu dahi tartışmaya değer bir konudur. Buradan çıkan sonuç önemli: demek ki başta FSEK olmak üzere fikri mülkiyet hukuku ile genel olarak yapay zekânın, özel olarak da makine öğrenmesinin arasında, uyuşmazlıkları muallakta bırakacak oldukça büyük bir açıklık mevcuttur.
Eserin oluşturulan model için makine öğrenmesinde veri olarak kullanılması konusunda hal böyleyken, modelden elde edilen çıktılar açısından başka bir mantık yürütmek mümkündür. Örneğin Rembrandt açısından bakıldığında koruma süresi sona ermemiş olsaydı, üçüncü kişilerin “New Rembrandt” tablosunu ressamın gerçek tablolarından ayırt edememesi nedeniyle ressam ya da mirasçıları maddi ve manevi kayba uğrayabilirler ve bu konuda hukuki yollara başvurabilirlerdi. Tıpkı bunun gibi, makine öğrenmesi yoluyla geliştirilen modelden üretilen ya da üretilecek çıktı/ürün, bir roman olarak Orhan Pamuk’un eserlerinden ayırt edilemeyecek ve üçüncü kişileri eserin Orhan Pamuk’un olduğunu düşünmesini sağlayacak şekilde benzerlik gösterdiğinde, Orhan Pamuk’un eser sahibi olarak maddi ve manevi haklarının zarar görebileceği kabul edilmelidir. Ancak görüleceği üzere, burada söz konusu olan, makine öğrenmesinde sayısal hale gelmiş verinin kullanımı değil, model tarafından meydana getirilen/getirilecek “çıktı”, başka bir deyişle artık bir metin olarak üretilmiş ve umuma arz edilebilecek ya da kamuya sunulacak bir niteliğe bürünmüş “son ürün/eser” söz konudur.
Çoğaltma hakkına bakıldığında da yasal ve fiilî durumun birbiri ile pek uyuşmadığı görülmektedir. FSEK tarafından kastedilen çoğaltma, yine eser sahibinin yazılı iznine bağlanmış olup, aksi hali hukuki yaptırıma tabidir. Ancak makine öğrenmesinde kullanılan verilerin çoğaltılması fiili ile yasada kastedilen çoğaltma fiili birbirinden farklıdır. Yasanın kastı, eserin çoğaltılarak umuma arzı, yani kamuya sunulmasıdır. Orhan Pamuk’un bir eseri kendisinden izinsiz olarak bir yayınevi tarafından basıldığında yasaya göre çoğaltma hakkı ihlal edilmiş olur. Makine öğrenmesinde verinin kullanılmasına ilişkin çoğaltma ise tamamen teknik bir konu olup, burada yalnızca sistemin işlemesi ve çalışması -işlevi tamamladığında da imha edilmesi- için yapılan bir çoğaltma söz konusudur. Yine, çoğaltılan veri umuma arz edilmez, kamuya sunulmaz. Kısaca makine öğrenmesi için verinin teknik olarak zorunlu çoğaltılması, yasadaki çoğaltma ile aynı anlama gelmemektedir. Kamuya sunulan, her durumda, veri yoluyla beslenen modelden meydana getirilen çıktılardır. Yine, yukarıda açıklandığı üzere, bu çıktının eser sahibinin eserlerine benzemesi durumunda umuma arzı, kamuya sunumu çoğaltma yoluyla gerçekleştirilir ise ancak o zaman yasaya göre çoğaltma hakkının ihlalinden bahsedilebilir.
İşleme hakkının ihlaline bakıldığında da durum yine karışmaktadır. Bir eserin makine öğrenmesinde veri olarak kullanılmasının -her ne kadar eser sayısal formata dönüştürülse ve veri artık o eser olmaktan çıksa da- teknik olarak bir “işleme” olduğu doğrudur. Ama eser, veri olarak sayısal formatta işlendiği için, yine bu işlemenin umuma arzı, kamuya sunumu söz konusu değildir.
Görüldüğü üzere IPA’nın ve Türkiye Yayıncılar Birliği’nin talepleri ve kaygıları haklı olmakla birlikte, halihazır duruma bakıldığında eserlerin makine öğrenmesinde veri olarak kullanımının ve bu verilerin çoğaltılması ya da işlenmesinin yasadaki şartlara esasında hiç de uymadığı ortadadır. Bu durumda da makine öğrenmesinde eserlerin veri olarak kullanılmasının gerçekten yasaya aykırılık teşkil edip etmediği kesinlikle düşünülmesi gereken bir husustur. Çünkü fiillerin teknik olarak yasaya aykırılık teşkil etmemesi, en azından bu konuda yasada boşluk bulunması durumunda, yasanın gerektirdiği korumanın da ya zayıflayacağı ya da yok olacağı ortadaysa, ya yasa hükümleri güncellenmeli ya da bu konuda bir teamül oluşması beklenmelidir. Aksi takdirde eserlerin veri olarak kullanılması, verilerin çoğaltılması ve işlenmesi devam edecektir. Bunun dışında makine öğrenmesinde çok yüksek miktarda veri kullanıldığı düşünüldüğünde her bir veri için her bir eser sahibiyle sözleşme yapmanın pratikte neredeyse imkânsız olduğu da açıktır. Yeni yasaların kabul edilmesinin ya da teamül oluşmasının ne kadar vakit alacağı düşünüldüğünde ortak lisanslama da bir yol olarak düşünülebilir.
Yapay zekâ ile oluşturulan eserlerin, yasal olarak eser sayılıp sayılmayacağı ise başka bir yazının konusudur.
[1] Güçlütürk, Osmangazi. Yapay Zekâ ve Verinin Kullanımı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2022, s. 149.