İsrail-Filistin: İki Devlet mi, Tek Devlet mi?

İsrail-Hamas savaşı birçok yönüyle büyük bir tehlikeye işaret ediyor; en önemlisi her iki tarafın da sürdürülebilir siyasi bir amaçtan yoksun olması. Tevrat’ta vaat edilmiş toprakların mesiyanik zaferi ve tarihî anavatana dönme hakkıyla yoğrulmuş anlatılarla ifade edilen, birinin diğerini topraklarından sürmesi ve/veya yok etmesi dışında ne İsrail’in ne de Hamas’ın aralarındaki sorunun çözülmesi için herhangi bir önerisi var.

Müzakere edilemez isteklerin çarpışmasını özellikle tehditkâr kılan, her iki tarafın da silahlara olan sonsuz erişimi -Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail ordusunu ve Hamas’ın sözde “silah endüstrisi”nin sonsuz gibi görünen tedariki- ve iki tarafın da liderlerinin savaşın süregelmesini iktidarda kalmak için bir yol olarak görüyor olmalarıdır. Dolayısıyla savaş kendi içinde bir amaca, ayrı ayrı toplulukların içindeki tarafların savaş ve akabindeki barış sürecinde payının olmadığı bir kabareye dönüşmektedir.

Hamas, 7 Ekim 2023’te, İsrail’e yönelik acımasız saldırısıyla, çoğunluğu sivillerin oluşturduğu 1.200 insanı öldürerek, Gazze’de halihazırdaki katlanılmaz koşulları daha da kötüleştirme riskini aldı. İsraillilerin 2006’dan beri devam eden ablukası altında yaşayan Filistinliler için Gazze açık bir cezaevinden farklı değildi. Benzer şekilde sürekli İsrailli yerleşimcilerin ve İsrail ordusunun saldırı ve baskıları Batı Şeria’daki Filistinlilerin hayatlarını cehenneme çeviriyordu. Aşırı sağ hükümetlerin yönetimindeki İsrail, Filistinleri ya göçe zorlayarak ya da katlederek onların Gazze ve Batı Şeria’daki varlıklarına son vermek niyetindeydi. 7 Ekim saldırısını bu bağlamda görmek önemli (tabii ki bu bağlamı bir mazeret olarak göstermeden). İsrail ise karşılığında 33 binden fazla sivilin ölümüyle sonuçlanan, hastaneler de dahil altyapının yok edilmesine, su tedariğinin, yiyecek ve yardım kesintisinin, artan kıtlığın ve hastalıkların yayılmasına neden olan soykırıma varan bir sürece yol açtı.

Filistin’in İsrail tarafından işgaline son vermenin yollarını arayan anti-kolonyal İslâmi örgüt Hamas, siyasi olarak çıkmazdaydı. İkinci İntifada’yı (2000-2005) ya da Filistin direnişini takip eden süreçteki manivela gücü, Filistin’in Gazze’deki ve Batı Şeria’daki işgal altındaki topraklarında bölünmeye yol açmıştı. Gazze’de yapılan 2006 seçimlerinde Hamas oyların %44’ünü alarak yönetimi ele geçirdi ve o günden bugüne iktidarda. Batı Şeria ise kökleri Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) uzanan “Filistin yönetimi”ne (Palestinian Authority) bırakıldı. Hamas’ın iktidara gelmesinde, İsrail’in de payı vardı. İsrail, laik ve Marksist olarak tanımladığı FKÖ’nün etkisini baskılamayı amaçlarken, Netanyahu Katar’ı dahi Hamas’a fon aktarmak için ikna etmişti.

7 Ekim 2023’ten önce, Hamas’ın Gazze’deki desteği azalıyordu. Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısı Gazzeli Filistinliler gözünde geçmişteki meşruiyetini tekrar kazanmak için yapılmış bir hamle olabilir miydi? Yoksa Hamas, Gazze nüfusunun İsrail’in aşırı sağ hükümeti tarafından sınırdışı edilmesi tehdidine karşı bir tepki miydi? 

Hiç şüphe yok, İsrail başbakanı Netanyahu ve onun aşırı sağ hükümeti açısından Hamas’ın saldırısı Gazze’ye yönelik doğrudan bir saldırı için fırsattı. Gazze Şeridi’ndeki (40 kilometre uzunluğundaki ve 6-12 kilometre genişliğindeki) askerî hamlenin mevcut amacı Hamas’ı ortadan kaldırmaktı. Bu sınırlı hedefin ötesinde Netanyahu açısından Hamas saldırısı sonrasında Gazze’de ortaya çıkan durum, İsrail aşırı sağının “nihai zafer” olarak adlandırdığı işgal edilen topraklarda İsrail’in tam egemenliğinin kurulması ve Filistin varlığının asgariye indirilmesi için de bir fırsata işaret ediyor.

Ne var ki Netanyahu ülkesinde özellikle İsrail elitlerinin ve muhalefet kanadının tam desteğine sahip değil. Hamas’ın sınırı geçerek İsrail’e saldırabilmesi İsrail istihbaratının, ordusunun ve Netanyahu’nun yenilmezlik imajını sarstı ve yine Netanyahu’nun Hamas’ı kontrol altında tutuyor olmakla böbürlenmesini imkânsız hale getirdi. Şüphesiz İsrail ekonomisi de buradan darbe alacaktır: Tel Aviv’deki “Start-Up Nation Policy” enstitüsü tarafından yapılan ankete göre[1] İsrail ordusundaki ihtiyat birliklerinin (350 bin) büyük bir çoğunluğu teknoloji endüstrisinde çalışıyor ve savaş uzadığı takdirde ekonomi de bu gücün eksikliğini hissedecektir.

Peki, bu durumda çözüm ne olabilir? Tarihsel Filistin topraklarında, İsrailli ve Filistinlilerden oluşan “iki devlet’i içeren bir çözüm mümkün mü? Her şeyden önce Oslo’da bu çözüm önerisini destekleyen siyasi ve iktisadi koşulların ortadan kalkmış olduğunu görüyoruz.

Filistinlilerin müşkül durumu karşısında iki devletli çözüm yolunda atılmış bir adım olarak düşünülen Oslo Anlaşmaları, Filistinlilerin yaşadıkları ve 1967’de İsrail tarafından işgal edilen Gazze ve Batı Şeria’da işgalinin nihayete ermesini salık veren ve bu bölgelerde bir Filistin yönetimi kurulmasını öngören BMGK (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu) yönergelerine dayanıyordu. Oslo Anlaşmaları'nın temelinde yatan siyasi umut, ABD’nin hâkimiyeti altındaki küresel ekonomi içerisinde yeşermiş, Amerikan ordusunun güvencesi altında sermaye akışı ve yatırımlarının gerçekleştiği bir Filistin ekonomisi ve onu taçlandıran bir Filistin devleti tahayyülüne dayanıyordu. Bu aynı zamanda Batı tahakkümünün söz konusu olduğu bir evreydi; Ortadoğu coğrafyasında ABD’nin müttefiki olan İsrail ve hem NATO üyesi hem de AB üyeliği için sıraya giren Türkiye gibi ülkeler Batı ittifakında sağlam bir konumda yer alıyordu.

Tüm bunlar, Batı’nın poster çocuğu İsrail ve Soğuk Savaş döneminin sadık müttefiki Türkiye’nin 2000’lerden beri dünya siyasetinin akışkan sahnesinde önemli bölgesel aktörlere dönüşmesiyle dramatik bir şekilde değişti. Gazze savaşının mevcut bağlamında, İsrail yönetiminin, Gazze’deki İsrail bombalarıyla gerçekleştirdiği soykırım sürecine yönelik ABD’de giderek artan eleştiriler karşısında Biden yönetiminin ateşkes için yaptığı baskılara direnmesi, ayrıca İsrail’in ABD’yi BMGK’nin ateşkes önergesini veto ettirmedeki başarısı, İsrail’in ABD’nin emir buyuracağı bir müttefik olmadığını düşündürüyor.

Dolayısıyla Hamas saldırıları, Netanyahu yönetimine, Filistin devletinin kurulma olasılığını yok sayarak, işgal bölgelerindeki Yahudi yerleşimlerini meşru kılarak ve bölgeyi yeni yerleşimlere açarak (İsrail ordusu desteği ile[2]), Filistinlileri İsrail’in dışına, Gazze’den Sina’ya -ya da onları kabul eden herhangi bir yere- iterek ve kalanları da genişlemiş yeni “meşru” İsrail’de köle işgücü olarak kullanarak Filistin sorununa son verme fırsatı verebilir. Eğer, dünyada böyle bir “çözüm”ü destekleyen bir konjonktür olursa, bunun karşısında İsrail’deki muhalefetin direnişi pek güçlü olmayacaktır.

Büyük güçler arasındaki ilişkiler daha istikrarlı olsaydı ve Orta Avrasya’daki Batı tahakkümü dağılmamış olsaydı, yukardaki değerlendirme fazla sinik bir değerlendirme olmaktan ziyade gerçekçi bir değerlendirme olurdu. Durum böyle olmadığından, iki devletli çözümü de içine alan çoklu çözümler –her ne kadar kapanmış bir mesele de olsa– masada olacak ve Hamas da, Netanyahu da oyunda kalmak için savaşmaya devam edecektir. İsrail açısından ise, ortaya çıkan güç denklemi onu daha sorumluca hareket etmeye zorlayabilir. Örneğin, Filistinlileri tahliye etme isteğini göçle ilgili küresel kaygılarla (özellikle de AB’den) bağlantılı olarak tekrar değerlendirmeyi düşünebilir. Hamas ise, değişen koşullarda, İsrail karşısındaki kolonyalizm karşıtı (İsrail’i bölgeden kovmaya dayalı) tutumunu yeni güç denklemleri içerisinde bir daha gözden geçirebilir. İşgal bölgelerinde Filistinlileri temsil eden diğer gruplarla işbirliği içerisinde olan geçerli bir siyasi parti konumuna gelebilir ya da yeni bir dünyada kendini manasız kılıp yok oluşa mahkûm olmakla karşı karşıya kalabilir.

İsrail’in Batı ile birlikteliği giderek çok taraflı ilişkilerinden biri haline geliyor. İsrail, Çin için, “Kuşak-Yol Projesi”nde bir teknoloji partneri. Körfez ülkeleriyle ilişkilerini de normalleştirdi ve Gazze savaşı öncesinde Suudi Arabistan ile ilişkilerini “normalleştirme” surecindeydi. İsrail için Suudi Arabistan, yalnız İran’a karşı bir kale olmakla kalmıyor (bu kale Çin’in inisiyatifi ile gerçekleşen Suudi-İran yakınlaşmasıyla ile zayıflamış olsa da), İsrail’in yüksek teknoloji yoğun savaş sanayisinin ürünleri için önemli bir pazar oluşturuyor. Hatta Netanyahu’nun en büyük hayallerinin arasında El-Al uçaklarının rahatlıkla Rabat’a inip kalkması olduğu söyleniyor.  İsrail’in ayrıca, Mısır ve Ürdün ile de doğalgaz ihracatçısı konumunda ekonomik ilişkileri var –bu durum Kahire ve Umman’ın İsrail’in Gazze’de devam eden bombardımanı karşısındaki tepkilerinin oldukça sessiz kalışını açıklayabilir.

Orta Asya da İsrail’in radarında. İsrail’in Azerbaycan’da kayda değer bir ekonomik varlığı söz konusu. Kazakistan ve Batı Afrika’daki ülkelerin yanı sıra, Azerbaycan İsrail’e petrol taşıyor. İsrail 2000’lerde Akdeniz kıyısındaki rezervlerinin keşfiyle doğalgaz konusunda bağımsızlık kazandı. Halihazırda iki büyük doğal gaz sahası, Leviathan ve Tamar, iç pazarı olduğu gibi çevresindeki komşu ihracat pazarlarını da besliyor. Ayrıca, İsrail’in rezervlerini Doğu Akdeniz’den Güney Avrupa’ya, Yunanistan ve İtalya’ya bağlayacak bir boru hattı projesi gündemde.

Diğer taraftan, İsrail, Gazze’nin Akdeniz kıyısının 36 kilometre açığında bulunan Gazze Marine doğalgaz sahasının[3] Hamas için gelir kaynağı haline gelmesi konusunda kaygılı. Ayrıca sahanın kime ait olduğuna ilişkin –2016’da sahayı alan Royal Dutch Shell’in mi yoksa Filistin otoritesinin mi– kafa karışıklığı henüz çözülebilmiş değil. Son zamanlarda, Biden yönetimi savaş sonlandıktan sonra iki devletli çözümün gerçekleşmesi halinde Gaza Marine’in müstakbel Filistin devleti için bir gelir kaynağı olmasını sağlamanın yollarını araştırıyor.[4]

Bu bağlamda, iki devletli çözüm, uluslararası yapının dönüşmüş kuruluşları tarafından onaylansa bile, savaş ve çatışmanın gerçekleri ışığında mazide kalmış uluslararası düzen hayaline duyulan özlemlerin ötesine geçemiyor. Gazze ve Batı Şeria’nın (2000’li yılların başlarında Türkiye’nin de katıldığı) yeniden yapılanmasını ya da ekonomik gelişmesini öngören girişimlerin kısa vadeli kazanımların ötesine geçmeleri pek mümkün görünmüyor.

Genç bir Filistin devletinin kendisini günümüzde Orta Avrasya’nın rekabetçi ve kavgacı ikliminde devam ettirmesini hayal etmek çok zor görünüyor. İki devletli çözümü başlatacak Oslo barış sürecinin başarısızlığı, Filistinlilerin ve İsraillilerin sürece gösterdiği desteğin yetersizliğini ortaya koymakla kalmadı. Aynı zamanda sömürge ihlallerine maruz kalmış bir bölgede devlet inşası, siyasetin yeniden kurgulanma süreçlerinin içerdiği sorunları da bir kez daha gözlerimizin önüne serdi. Bu süreçlerde toplumlar bölündü, farklılıklar sivrildi ve birbirlerine karşı kullanıldı, tepki mantığın önüne geçti. Bu, Afganistan’da, Amerika’nın Irak işgali sonrası Irak’ta, bölünme sonrası Hindistan’da gördüğümüz bir tabloydu ve bize Afganistan’da hem 1990’larda hem de şimdi Taliban’ın başarısız yönetimini, günümüzün bölünmüş Irak’ını ve mayası tutmamış bir toplum olan Pakistan’ı verdi. İşgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’de, Filistin toplumu bölündükçe bölündü -bu süreç laik ve Marksist FKÖ’ye karşı Hamas ve İslâmi Cihat’a dönüşen bir dinî muhalefeti kamçıladı.

Mevcut koşullarda, Filistin devletini oluşturacak herhangi bir girişim, en iyi ihtimalle sözde “özerk” bir yönetim biriminin ortaya çıkışıyla sonuçlanacaktır. Böyle bir oluşumun kapsamının, güvenliğinden sorumlu yöneticilerin ve bu güvenliğin doğasının İsrail’in rızasına ve onayına tabi olacağını farz etmek gerçekçi olacaktır. Aslında, İsrailli bakanların geçenlerde açıkladıkları savaştan sonra “işgal bölgelerini” düzenleme doğrultusundaki önerileri, Gazze’de, güvenliği İsrail tarafından sağlanan bir yönetim biriminin kurulmasını yakın bir ihtimal haline getirdi. İyimser yorum, teknokratların farklı ülkelerden gelen olası yatırımları koordine ettiği ve İsrail tarafından tasdiklenen temsilcilerin oluşturduğu bir hükümetin kurulmasıydı. Fakat bu teknokratların Gazze adına ne çeşit bir kalkınma veya ekonomi tasarlayacakları konusunda bakanlar sessiz kalıyorlar. Son zamanlarda, yeni bir iktisadi gerçekçilik anlayışı ile hareket ettiklerini iddia eden bir grup Filistinli iktisatçı, işgal altında iktisadi gelişmenin mümkün olabileceğine işaret ediyor ve Oslo Anlaşmaları’na özgü “egemenlik yoksa kalkınma yoktur” pozisyonundan uzaklaşarak işgal altında ekonomik kalkınmanın mümkün olabileceğini öne sürüyorlar.[5]

Biden yönetimi, Gazzeli sivillerin bombalanmasını durduramamanın çaresizliği içinde Gaza Marine sahasından elde edilecek doğalgazın Filistin devletine gelir akışı sağlayabileceğini ileri sürdü. Biden yönetiminin açıklamasında, bunun nasıl bir devlet olacağından, kuralları kimin koyacağından ya da kurulacak Filistin devletinin Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın içindeki BM kamplarında yaşayan 6 milyon mültecinin dönüşünü sağlayıp sağlayamayacağından bahsedilmedi. İsrail ordusu ve yerleşimler tarafından temellük edilen işgal bölgesindeki toprakların üçte birinden fazlasının Filistinlilere geri bırakılıp bırakılmayacağına dair de herhangi bir açıklama yapılmadı. Dahası yapılan açıklamada, olası bir Filistin devletinin ekonomisinin (Gazze Marine fantezisi dışında) veya toplumunun ne olacağı da yer almadı: Şirketler için vergi muafiyetinin sağlandığı bir hizmet ekonomisi mi? Monako ve Makao gibi bir kumar merkezi mi? Dubai gibi bir finans merkezi mi? Ya da Güney Afrika’da olduğu gibi öncelikle İsrail ekonomisine ucuz işgücü sağlayan, ana metropoller dışında yer alan Filistinli işçiler için yatak odası vazifesi gören, işsizleri barındıran, fuhuş, esrar yuvası olan kasabalardan oluşan bir model mi?

İki devletli çözümü bir kenara bırakırsak, hem Filistinliler hem de İsrailliler için kangren olmuş İsrail-Filistin sorununun uzun dönemde çözümü -hâlâ devam eden savaş ve kutuplaşma ikliminde kulağa ne kadar ütopik gelirse gelsin- tek devlette yatıyor olabilir. Bu (Gazze ve Batı Şeria’daki) 5,3 milyon Filistinlinin ve 9,1 milyon İsraillinin her iki tarafın da eşit haklara sahip oldukları, tek bir toplum içinde beraber yaşamaya karar verdikleri -her insanın oyunun bir oy yerine geçtiği, bir topluluğun diğer topluluğa karşı ayrım gözetmediği, apartheid olmayan bir rejimde yaşamak- anlamına gelecektir. Güney Afrikalılar bunu başardılar, hâlâ zorluklarla boğuşuyor olsalar da bunun yapılabildiğini dünyaya gösterdiler, gösteriyorlar.

İsrailliler için, tek devletli çözüm, işgalin topluma olan maliyeti toplumun tahammül edebileceği boyutları aştığında mümkün olacaktır. Halihazırda işgalin -İsrail’in çok yüksek güvenlik harcamalarının yanı sıra- insani maliyeti de çok yüksek. Erkek kadın (aşırı dinci grupların dışında) herkesin askerlik yapma yükümlülüğü, İsrailli gençlerin çoğunu işgalin vahşetinin bizzat parçası yapmaktadır. Bu da çoğu gencin ruh sağlığının bozulmasına neden oldu. Hatta İsrail’in işgal etmiş olduğu güney Lübnan’dan çekilmesinin nedenleri arasında işgalin sert koşulları altında ruh sağlıklarının bozulması olduğu söylenir. İsrail, çoğu yüksek teknoloji yoğun şirketlerde çalışan, eğitimli gençlerini işgalin ilkel koşullarında istihdam etmeyi ne kadar sürdürebilecek?

İşgali sürdürüp sürdürmemenin sorumluluğu büyük ölçüde İsrail’in siyasi elitlerine ait olsa da İsrail’in yüksek teknolojiye dayalı ekonomisi ve küresel değer zincirlerdeki yeri göz önünde bulundurulduğunda bu konuda ulusötesi yatırımcıların da söyleyecek sözleri olacaktır (örneğin, Güney Afrika’da apartheid rejiminin sona ermesinde, oradaki çok zengin kaynaklara yatırım yapmış büyük ulus-ötesi şirketlerin bu doğrultudaki destekleri etkili olmuştu).   

Filistinliler içinse, işgalin ağır şartları altında doğup büyüdükleri topraklarda tutunabilmek zaten fazlasıyla maliyetli. Genç Filistinli nüfusun enerjileri koşulları değiştirmeye ve İsraillilerin işbirliği ile parçalanmış toplumlarını onarmaya yöneltilebilir. Hem Filistinliler hem de İsrailliler için apartheid rejimin altında geçmiş uzun yılları unutmak, başka toplumların böylesi rejimlerin kurbanı olmamaları için çaba göstermek kulağa ütopik gelebilir. Lakin barış için tek seçenek de bu olabilir.


[1] “Difficulties in Fundraising: Key People Called for Reserve Duty”, Start-up Nation Policy Institute, Aralık 2023, https://snpi.org/insight/difficulties-in-fundraising-key-people-called-for-reserve-duty/

[2] İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırısına cevaben İran’ın İsrail’e gerçekleştirdiği hava saldırısını bir fırsat bilerek, Batı Şeria’da İsrail ordusu ve yerleşimcilerin Filistinlerin evlerine, topraklarına yoğun saldırıya geçtikleri haberini Batı Şeria’dan alıyoruz.

[3] “Gaza Marine”, CC Energy, https://www.ccenergyltd.com/operations/palestine/overview

[4] Ben Samuels ve Amir Tibon, “U.S. to Push Israel on Allowing Gaza Offshore Gas Reserves to Revitalize Palestinian Economy”, Haaretz, 20 Kasım 2023, https://www.haaretz.com/israel-news/2023-11-20/ty-article/.premium/u-s-to-push-israel-to-allow-gaza-offshore-gas-reserves-to-revitalize-palestinian-economy/0000018b-ed90-ddc3-afdb-fdd1ff250000

[5] Raja Khalidi, “The Two-State, Two-Economy Solution”, Project Syndicate, 22 Kasım 2023, https://www.project-syndicate.org/commentary/palestinian-economy-key-to-two-state-solution-by-raja-khalidi-2023-11


Çeviren: Hasan Deniz Duran

Not: Bu yazı 17 Ocak 2024’te Gateway House: Indian Council on Global Relations’ta yayımlandı.

Fotoğraf: Thomas Coex, AFP