Tez 1- 31 Mart Yerel Seçimleri, seçmenin başkanın mutlak otoritesine dayanan sistemi, muhalif yerel iktidarla dengeleme eğilimini ortaya koyarak, demokrasi için geleceğin kapılarını aralamıştır.
31 Mart seçimlerinin Türkiye siyaseti açısından kritik bir dönemeç olduğuna hiç şüphe yok. 2023 yenilgisi ile birlikte belki de iktidarın el değiştirmesi açısından her şeyin bittiğinin düşünüldüğü bir anda, mevcut yerel seçimler beklenenin aksine sonuçlanarak muhalefette yaygın bir iyimserlik havası yarattı. Muhalefet cenahında, 2015 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimleri sonrasında da benzer bir olumlu atmosfer oluşmuş, fakat bu olumlu atmosfer iktidarın karşı hamleleri sonrası aşama aşama yerini yeniden karamsarlığa bırakmıştı. AKP’nin reddedilemez şekilde zayıfladığını gösteren emareler, başkanlık rejiminin kendini bir türlü konsolide edememesi ve geçim krizinin toplumda yarattığı olumsuz etkiler, bu sefer Erdoğan açısından toparlanmanın çok da kolay olmayacağını ve dolayısıyla da olumlu havanın daha uzun süreli olacağını düşündürüyor. En azından bir grup kanaat önderi, medya entelektüeli ve akademisyenin fikri bu yönde. Bu beklentinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, ortaya çıkan sonucu nasıl anladığımıza olduğu kadar, toplumsal muhalefetin atacağı adımlara da bağlı, fakat seçim sonuçlarına getirilen yorumlar ve bu sonuçlar üzerinden hızlıca geliştirilen öneriler, “somut durumun somut tahlili”ne dayalı uzun erimli bir politik strateji geliştirmek yerine, Türkiye siyasetinin ve özellikle muhalif kesimin, aşırı bir karamsarlık ile aceleci bir iyimserlik arasında süregelen savruluşunu temelde yeni bir düzeye taşımış gibi görünüyor.
Bu yazı dizisinde, plebisiter başkanlık rejimi olarak adlandırdığım Yeni Türkiye’nin siyasal ve toplumsal geleceğini biçimlendirecek temel meseleleri değerlendireceğim. 31 Mart seçim sonuçlarının mevcut akademik, siyasal ve ekonomik elitler arası doğmakta olan yeni siyasal ittifakın dayandığı çıkarlardan kaynaklı olarak, belirli siyasal hedefleri gerçekleştirme yolunda yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Tarihin her aşamasında bir ülkenin düşünce dünyasının içeriği ile entelektüel elitlerin çıkarları ve yapısı arasında bir ilişki olmuştur, fakat Türkiye gibi entelektüellerin, tanınırlıklarını, toplumsal sermayelerini ve düşüncelerinin kıymetini neredeyse tümüyle siyasal gruplaşmadan, belirli bir grup kimliğinin temsilcisi olmaktan ve belirli siyasal çıkarlara angaje olmaktan devşirmeye başladığı yerlerde söz konusu ilişki çoğunlukla meselenin özünü görmemizi ve tartışmamızı perdeler hale gelmektedir. Seçimlere ve seçim sonuçlarına yönelik oldukça iyi değerlendirmeler yazılsa da özellikle Yeni Türkiye’nin gözde kanaat önderleri olma statüsüyle onurlandırılan seçim araştırması yürütücülerinin ve muhalif medya elitlerinin merkezinde olduğu hâkim bir bakış açısının adım adım inşa edildiğini görüyoruz.
Yerel ve genel seçim dinamiklerini neredeyse tümüyle göz ardı eden bu hâkim bakış açısında ve yapılan değerlendirmelerde başlıca şu vurgular öne çıkıyor:
(i) CHP yönetimi, temelde seçimlerde başarılı olmuştur ve bu başarıda parti yönetimindeki değişimin çok önemli bir rolü vardır; (ii) seçmen davranışını anlamak ve yönlendirmek bundan sonrası için yeterlidir. Dolayısıyla Türkiye siyasetinin artık esas meselesi seçmenin kısa dönemde kime neden oy verdiğini ya da vermediğini anlamak ve buna göre bir siyasal strateji ve kampanya belirlemektir; (iii) Erdoğan ve AKP, gerek kötü giden ekonomiden dolayı, gerekse eskisi ile karşılaştırılacak bir parti teşkilatının kalmaması nedeniyle geri döndürülmesi kolay olmayan bir gerileme sürecine girmiştir; (iv) Muhalefet, iktidarın dayattığı kutuplaşma ve çatışma siyaseti ile mesafe koyarak, İstanbul ve Ankara örneklerindeki gibi başarılı kent politikalarını genelleştirmeli, tabanda oluşan muhalif ittifakı sürdürmeli ve yerelde hizmet siyasetinin asil aktörü haline gelmelidir; (v) Toplumsal muhalefet aradığı siyasi lideri Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın şahsında bulmuştur ve bundan sonra yapılması gereken en önemli iş bu isimlerin arkasında hizalanmaktır.
Bu vurguların tamamen yanlış olduğunu elbette söyleyemeyiz, özellikle yerelde kazanılan başarılar ve sınırlı da olsa sosyal-dayanışmacı belediyeciliğin ülke genelinde yaygınlaştırılması, mevcut kutuplaşma siyasetiyle mesafelenilmesi ve seçmen davranışlarının değişimini kavramak, gelecek dönem için çok önemli, fakat meseleyi sadece bu unsurlara odaklanarak ele almanın, bizleri asıl tartışılması gereken yapısal sorunlardan ve bu sorunları çözmek için uzun erimli bir süreç içerisinde politika üretmekten alıkoyduğunu unutmamamız lazım. Sorun bu yaklaşımın sadece siyaseti seçmen davranışına indirgemesi değil, aynı zamanda başta rejimin siyasal karakteri olmak üzere, seçmen davranışını, seçimleri ve Türkiye siyasetini belirleyen temel meseleleri ve bu meselelere dair kapsamlı bir demokratik projenin geliştirilmesi gerektiği gerçeğini analize ve tartışmaya dahil etmemesi. Dolayısıyla bu eksiklerin sonucu olarak bizleri bir anlamda siyasetsizleştirmesi ve kısa erimli bir siyasal bakış açısına mahkûm etmesi. Erdoğan’ın seçimlerin hemen ardından yaptığı yeni anayasa hamlesi ve başlattığı CHP’de liderlik tartışmasına verilen tepkiler de aslında bu yaklaşımın, tam da merkezine aldığı ve reklamını yaptığı mevzular nedeniyle, mevcut durumu uzun dönemde değiştirme ve dönüştürme konusunda önemli sınırlılıklara sahip olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Peki, 31 Mart seçimlerinin sonuçlarının, belki de daha erken bir tarihe alınacak olan 2028 başkanlık seçimlerine yapacağı uzun erimli etkileri belirleyecek en temel unsurlar neler? Bu yazı dizisinde de bu unsurları tek tek ele alacak ve seçim sonuçları bağlamında seçimlerin Türkiye siyasetine olası etkilerini ve bu etkileri belirleyecek olan temel yapısal unsurları tartışacağım. Elbette aşağıdaki listeyi genişletmek mümkün ama hem yerel seçim sonuçlarının olumlu etkilerini uzun vadede belirleyecek hem de Yeni Türkiye’nin geleceğinin demokratik olup olmayacağına ve gelecekte cumhuriyetçi bir demokratik projenin hayata geçirilip geçirilemeyeceğine etki edecek ayrı ayrı üzerinde durulması gereken en temel yapısal unsurların şunlar olduğunu düşünüyorum:
- Seçim sonuçlarının ardından, plebisiter başkanlık sisteminin konsolidasyonu için Erdoğan ve müttefiklerinin izleyeceği stratejiler ve atacağı adımlar
- Erdoğan ve müttefiklerinin, kutuplaştırma siyaseti üzerinden, siyaseti ve oy verme davranışını, lidere duyulan güvene ve onaya indirgeyen, plebisiter momenti yeniden canlandırmak için izleyeceği strateji ve hayata geçireceği politikalar
- Uzun süredir Türkiye siyasetine hâkim olan yıkıcı duygusal siyasal kutuplaşma ve yeni partizanlığın önümüzdeki günlerde geçireceği dönüşüm
- Siyasal muhalefetin hem parti düzeyinde hem de toplumsal hareketler düzleminde geliştireceği örgütlenme, üreteceği siyasal projeler ve oluşturacağı harekete geçme kapasitesi
- Erdoğan ve müttefiklerinin, merkezinde ücretli emeğin yaşam ve geçim koşulları olan toplumsal sorunu ve yoksulluk ile artan geçim krizinin olumsuz siyasal, toplumsal ve ekonomik etkilerini idare etme konusunda hayata geçireceği projeler ile muhalefetin sosyal soruna yönelik en azından belediyeler düzeyinde geliştireceği karşı projelerin kapsam, içerik ve niteliği
- Siyasal iktidarın “meşru” gördüğü siyasal hedefleri gerçekleştirmek için hukuk devleti ilkelerini ve yasaları gerektiğinde gönlüne göre kullanmasına, gerektiğinde uygulamamasına ve de gerektiğinde istismar etmesine dayanan ve Erdoğan ile müttefiklerinin hukuk devletini, yasal iktidarın, süreçlerin ve kuralların stratejik manipülasyonu ve istismarı aracılığıyla sadece yasal normların varlığına indirgemesinden oluşan stratejik yasallığın sürdürülüp sürdürülemeyeceği. Bir başka ifadeyle askıya alınmış olan hukuk devletinin ve sürmesi olası güvenlik operasyonlarının kıskacında muhalefetin geleceğinin ne olacağı
- Kâr etme fırsatlarının doğrudan siyaset eliyle yaratılması ve siyasal güç ile şiddetin ranta dayalı kâr etme olanakları yaratmak için doğrudan seferber edilmesi üzerinden işleyen siyasal kapitalizmin Türkiye’deki ömrünü uzatmak için Erdoğan ve müttefiklerinin yapacağı hamleler ve izleyeceği ekonomik siyaset
- Günümüzde yaşadığımız toplumsal, siyasal, kurumsal ve ekonomik boyuta sahip olan yozlaşma ve çürümeye verilecek toplumsal tepki ile bu yozlaşmaya ve başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin temel siyasal sorunlarını çözmek için geliştirilecek olan yeni Cumhuriyet projesinin kapsam ve içeriğinin ne olacağı
Siyaset bilimcilerin işi elbette kehanette bulunmak değildir, ama durumu yorumlama çabamızın, onu dönüştürme ya da muhafaza etme gayretinden ayrı düşünülemeyeceği de ortada. Dolayısıyla, eğer Türkiye’nin demokratik toplumsal güçleri, 2028’e iyi hazırlanmak istiyorsa, seçimlerde ana muhalefetin birinci parti olarak çıkmasının, CHP’nin büyükşehir belediyelerinin çoğunluğunu almasının ve AKP’nin önemli bir oy kaybına uğramasının yarattığı siyasal, toplumsal ve psikolojik etkileri iyi tahlil etmek ve geleceğe uzun dönemli bir strateji etrafında hazırlanmak zorunda. Eğer bu tahlili doğru yapmaz, gerekli uzun erimli siyasal strateji ile mücadeleyi adım adım örgütlemeye başlamaz ve şimdiye kadar olduğu gibi müesses nizamin muhaliflerinin, kendi bakış açıları ve ağları dışında kalanlara yönelik “afra tafra”sının peşinde sürüklenmeye devam edersek, uzun süredir arzu edilen bu sonuçların olumlu etkilerini ileri taşımayı başaramayarak, umut ile korku arasında savrulmaya devam edeceğiz. Demokrasiyi her düzeyde hayata geçirmeyi arzulayanlar olarak iradenin iyimserliğinin nefes almaya başladığı ve umudun tazelendiği zamanları iyi değerlendirmemiz lazım. Aksi halde daha önce defalarca olduğu gibi, kendimizi kısa süreli umutlanma anlarını takip eden benzer bir kaygı durumunun içinde bulacağız. Bu yüzden, doğru akıl yürütmeyle, ne kadar bunaltıcı olursa olsun somut durumun içerisinde gizlenen ortak çözümleri bulmak ve bu çözümleri görmemize engel olan köhnemiş kanaatleri yerinden etmek için, her şeyden önce gerçeğin bizzat kendisiyle yüzleşmeye cesaret etmeli ve demokrasiyi bugünden adım adım kazanmak yolunda, geleceğimizi belirleyecek temel siyasal sorunları bütün açıklığıyla anlamaya, anlatmaya ve anlaşılır kılmaya çabalamalıyız.