Derslerimde öğrencilerimle konuşurken, Gezi Parkı protestolarını hatırlayanların sayısının kayda değer bir biçimde azaldığını fark etmek beni oldukça düşündürdü. Yirmili yaşlarının başlarında olan bu kişilerin çoğu, sadece on bir yıl önce gerçekleşen bu olayları ya hatırlamıyor ya da hakkında çok az şey biliyor. Bu unutma biçimi, bana bambaşka bir bağlamda da olsa, geçmişle yüzleşme konusunda pek de iyi olmayan farklı bir ülkeyi hatırlattı.
İki sene önce doktora sonrası araştırmacı olarak İspanya’ya gideceğimi söylediğimde, bir arkadaşım İspanya İç Savaşı ve Franco döneminin hâlâ hassas bir konu olduğunu ve insanların bunu konuşmaktan kaçındıklarını söylemişti. Üzerinden on yıllar geçmiş olmasına rağmen, gerçekten de hâlâ bu konunun etrafında bir sessizlik perdesi olduğunu büyük bir şaşkınlıkla gözlemledim. İnsanlar, savaşın travmalarını ve Franco dönemi zulümlerini ya da daha doğrusu bu konuya dair herhangi bir şeyi konuşmaktan kaçınıyorlardı.
İspanya'da yıllarca gazetecilik yapmış ve bu sırada İspanyol toplumu ile kültürünü yakından gözlemleme şansı bulmuş Giles Tremlett’in Ghosts of Spain[1] kitabından öğrendiğim üzere, Franco’nun ölümünden sonra İspanya’da bir “Pacto del Olvido”, yani Unutma Paktı yürürlüğe sokulmuş. Bu pakt, Franco sonrası dönemde, demokratik bir gelecek inşa etmeye odaklanmak amacıyla acı verici ve kutuplaştırıcı geçmişi sorgulamaktan kaçınmak için yapılan ve tarihte de çokça örneği bulunan gayri resmî bir unutma anlaşmasıydı.
1939 yılında İspanya İç Savaşı milliyetçilerin lehine Franco’nun zaferi ile sonuçlandıktan sonra başlayan ve uzun yıllar süren baskıcı Franco diktatörlüğü dönemi, ülkenin tarihine derin izler bırakan, birçok insanın idam edildiği, hapsedildiği ya da sürgüne gönderildiği bir dönem olmuştur. 1975'te Franco'nun ölümüyle İspanya, demokrasiye geçiş sürecine girmiş ve bu dönemde "Unutma Paktı" olarak bilinen ve iç savaş ile diktatörlük döneminin acılarının gündeme getirilmemesini öngören bir sessiz anlaşma benimsenmiştir. 1977 Af Yasası ile bu dönemde işlenen siyasi suçlar affedilmiştir. 1980'ler ve 1990'lar boyunca İspanya, ekonomik büyüme ve modernleşme konularına odaklanmıştır. 1990'ların sonlarından itibaren ise İç Savaş ve Franco rejiminin kurbanlarının anılarını canlandırmak ve temsil etmek için çeşitli taban hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunun bir sonucu olarak 2007'de iç savaş ve diktatörlük kurbanlarını tanımayı, toplu mezarların açılmasını kolaylaştırmayı ve Franco sembollerinin kamusal alanlardan kaldırılmasını hedefleyen Ley de Memoria Histórica (Tarihsel Bellek Yasası) kabul edilmiştir. Ancak bu konuda adımların atılması yıllar almış ve Franco'nun Madrid’deki görkemli anıt mezar Valle de los Caídos’tan çıkarılması bile 2019 yılını bulmuştur.[2]
Peki, yıllarca yürürlükte kalan Unutma Paktı gerçekten de toplumsal uzlaşmayı sağlayan bir rol üstlenebildi mi? Sol ile sağ arasındaki ideolojik uçurumun İspanyol siyasetini etkilemeyi sürdürdüğünü, pek çok ailenin diktatörlük sırasında öldürülen akrabalarının kalıntılarını aradığını, Francisco Franco’nun mirasının, halka açık anıtlar, sokak adları ve semboller üzerinden hâlâ tartışma ve bölünmelere yol açmaya devam ettiğini söylemek mümkün. Diktatörlük geçmişiyle yüzleşilmemesi, aileler üzerinde kalıcı etkiler bırakarak kayıp, baskı ve hayatta kalma hikâyelerinin nesiller boyunca aktarılmasına yol açmış; iç savaşın ve Franco döneminin okullarda ve kamusal söylemlerde öğretilme ve hatırlanma şekli, yeni nesillerin kendi tarihlerini ve ülkelerinin kimliğini nasıl anladıklarını etkilemeye devam etmiştir.
Tremlett'in Ghosts of Spain kitabında detaylıca anlattığı bu toplumsal unutma süreci, Pedro Almodóvar’ın 2021 yapımı Paralel Anneler (Madres Paralelas)[3] filminde de işlenen bir tema. "Paralel Anneler", bir doğumhanede tanışıp aynı gün doğum yapan iki kadın Janis (Penelope Cruz) ve Ana’nın (Milena Smit) hikâyesini konu alıyor. Hayatları beklenmedik şekillerde iç içe geçen bu iki kadından başarılı bir fotoğrafçı olan Janis, İspanya İç Savaşı sırasında öldürülen ve isimsiz bir toplu mezara gömülen büyük büyükbabasının kalıntılarını bulmakla derinden ilgilenmektedir. Janis'in büyük büyükbabasının hikâyesi ve onun kalıntılarını ortaya çıkarma arayışı, ülkenin üzerindeki derin toplumsal sessizliği ve nihai olarak geçmişle yüzleşme ve onu hatırlama yönündeki baskıyı simgeler.
Filmde Janis'in büyük büyükbabasının mezarını arayışı, ailesinin geçmişini bugününe bağlarken, İç Savaş’ın ve diktatörlüğün etkisi nesiller boyunca hissediliyor. Film, çözülmemiş tarihî sorunların günümüz İspanyol toplumunu nasıl etkilemeye devam ettiğini gösteriyor. Janis'in toplu mezarı açma çabalarıyla birlikte, İç Savaş’ın mirasının nasıl ele alınacağı konusunda süregelen kamusal tartışmayı tasvir ediyor ve tarihsel hafızaya ilişkin daha geniş toplumsal tartışmaların önünü açıyor. Başta Janis olmak üzere karakterlerin kişisel hikâyeleri, İç Savaş’ın kolektif hafızasıyla iç içe geçerek tarihi anlama ve onunla uzlaşmada kişisel anlatıların önemini vurguluyor. Almodóvar, kişisel hikâyeleri tarihî olaylarla birleştirerek İç Savaş’ın ve Franco diktatörlüğünün günümüz İspanyol toplumu üzerindeki kalıcı etkisini vurguluyor. Film, iyileşmek ve ilerlemek için geçmişi hatırlamanın ve yüzleşmenin önemini vurguluyor ve İspanya'daki gerçek hayattaki tarihsel hafıza ve uzlaşma süreçlerini yansıtıyor.
Almodóvar, İspanya’da evlerde diktatörlük dönemi hakkında hâlâ fazla konuşulmadığını ve bunun sürekli halının altına süpürülen ve nesilden nesile aktarılan bir kolektif travmaya sebep olduğunu söylüyor. Bu konuya görünürlük kazandırmak istediğini belirtirken “İspanya'da 85 yıl sonra, kayıplarımıza olan borcumuz ödenene kadar yakın tarihimizdeki bu sayfayı kapatamayacağımıza inanıyorum," diye ekliyor.[4]
“Unutma Paktı” geçmişle yüzleşmeyi erteleyerek toplumu travmalarla baş başa bıraktı. Franco rejimini tartışmaktan kaçınmak ve “demokrasiye barışçıl bir geçiş sağlamak” için tasarlanan bu toplumsal anlaşma, İspanya toplumundaki birçok gencin bu olaylarla ilgili sınırlı bilgi veya farkındalıkla büyümesine neden oldu. Uzun yıllar boyunca İç Savaş ve diktatörlük, İspanyol eğitiminde ve medyasında geniş bir şekilde ele alınmadı ve bu da kolektif bir hafıza kaybının yaşanmasına katkıda bulundu. Bu konuların yeniden kamuoyunun söylemine taşınması için tabandan gelen hareketler ve siyasi tutumlarda değişiklikler gerekiyordu. Zaman içinde geçmişi hatırlama ve ele alma yönünde bir baskı oluştu. Filmler, kitaplar ve sanat gibi kültürel üretimler, İç Savaş ve diktatörlük tarihinin kamu bilincine yeniden kazandırılması tartışmalarında çok önemli bir rol oynamaya devam ediyor.
Başa dönecek olursak, derslerde devlet ve medya eliyle toplumsal hafızanın nasıl şekillendirildiğini teorik olarak konuşurken, bu unutmanın Gezi Parkı özelinde bu kadar kısa bir süre içinde ve bu kadar somut bir şekilde karşıma çıkması benim için yine de çok şaşırtıcı oldu. Bu durum, toplumsal hafızanın nasıl seçici bir şekilde işlediğini açıkça gösteriyor. Gezi Parkı protestoları 2013 yılında gerçekleşti ve bu da onu nispeten yeni bir olay haline getiriyor. Gezi Parkı protestolarının Türkiye medyasında yer alması ve yansıtılmasının yanı sıra siyasi iklim de bu olayların nasıl hatırlandığını veya unutulduğunu etkilemiş gibi görünüyor. Bu durum, sadece bir olayın unutulması değil, aynı zamanda toplumsal belleğin nasıl şekillendiği ve yönlendirildiği konusunda da önemli bir örnek olmaya aday.
Elbette bu yazıda İspanya İç Savaşı ve Franco diktatörlüğü ile Gezi Parkı protestolarını karşılaştırılabilir olaylar olarak ele alınmıyor. İspanya İç Savaşı ve Franco dönemi, 100 binden fazla insanın toplu mezarlara gömüldüğü, çok daha derin ve trajik bir toplumsal süreci ifade ediyor. Ancak, her iki durumda da toplumsal unutma süreçlerine odaklanmak önemli. Paul Connerton tarafından kategorize edilen unutma türleri burada önemli bir çerçeve sunabilir.[5]
İspanya'da Franco rejiminin ve İç Savaş’ın yarattığı travmalar, nesiller boyunca süren, kuralcı unutma ve yeni bir kimliğin inşasını içeren bir sessizlikle örtülmüşken, Türkiye'de Gezi Parkı protestolarının genç nesiller tarafından unutulması, baskın kurumlar ve medya aracılığıyla şekillendirilen toplumsal hafızanın bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Kolektif hafızanın devlet politikaları, medya temsili, eğitim vurgusu ve kültürel anlatıların birleşimiyle nasıl şekillendirilebileceğini vurguluyor.
Umutlu bir şekilde bitirelim: Enzo Traverso, kolektif bellek üzerine çalışan birçok araştırmacı ile paralel bir biçimde toplumsal hafızanın bugünden yapılan bir inşa süreci olduğunu söyler ve dönem dönem kimi hafızaların yeraltına inip toplumsal dinamikler değiştikten sonra yeniden gün yüzüne çıkabileceğini ve güçlü hafızalara dönüşebileceğini ifade eder. Gezi Parkı hafızasının Türkiye toplumsal belleği içinde kendine güçlü bir yer edinip edinemeyeceğini, ısrarlı unutturma ya da kriminalize etme politikalarına dayanıp dayanamayacağını bize zaman gösterecek.[6]
[1] Giles Tremlett, Ghosts of Spain: Travels Through a Country's Hidden Past, Faber & Faber, 2012.
[2] Bkz. https://www.elsaltodiario.com/valle-caidos/isaac-rosa-asi-sacaron-franco-valle-caidos
[3] Pedro Almodóvar, Madres Paralelas, 2021.
[4] Bkz. https://www.reuters.com/lifestyle/almodovar-opens-venice-film-fest-with-tribute-those-who-disappeared-under-franco-2021-09-01/
[5] Paul Connerton, “Seven Types of Forgetting”, Memory Studies, 1(1): 59–71, 2008.
[6] Enzo Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu, çev. Işık Ergüden, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.