Fransa Seçimleri: Aşırı Sağın Hezimeti, İmkansız Koalisyon ve Sol İktidar için Bir İğne Deliği

Haziran-Temmuz 2024 Fransa parlamenter seçim süreci baştan sona büyük sürprizlere sahne oldu. İlk olarak seçimin yapılması tamamen beklenmedikti. Kendi merkez-liberal meclis çoğunluğunun Avrupa Birliği (AB) parlamento seçimlerindeki başarısızlığının ve aşırı sağ Rassemblement National (RN) -‘Milli Birlik’- partisinin oylarını iki katına çıkarmak suretiyle birinci olmasının ardından, cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (kendi başbakanı Gabriel Attal dahil olmak üzere) hemen hemen kimsenin beklemediği bir karar vererek meclisi feshetti. Böylece 2027 yılının baharında, cumhurbaşkanı seçimlerinden hemen sonra yapılması beklenen seçimler üç yıl önceye alınmış oldu. Fransa beşinci cumhuriyet tarihindeki beş meclis feshinin (1962, 1968, 1981, 1988, 1997) tamamının meclis pozisyonunu güçlendirmek isteyen cumhurbaşkanları tarafından yapıldığını hatırlatmakta fayda var. Parlamento çoğunluğunun küçüleceği herkes tarafından öngörülen bir cumhurbaşkanının meclisi feshetmesi tarihte emsali görülmemiş bir karar.

Bu konuda yapılan spekülasyonların bir kısmı Macron’un stratejik hareket ettiği, özellikle de aşırı sağa henüz hazır değilken iktidara yürümeye zorlayıp onları zayıflatmak istediği yönündeydi. Böylece henüz hiç iktidar deneyimi olmayan aşırı sağ muhalefetten çıkıp sorumluluk almak zorunda kalacak, hatalar yapacak, finansal piyasaları korkutacak ve neticede iktidar partisi olma niteliğine sahip olmadığını gösterecekti. Eylül ayında bütçe oylanacağı ve bu sırada Macron’un (mecliste mutlak değil kısmi çoğunluğu olan) hükümetinin muhtemelen güvenoyu alamayıp düşeceğini,[1] dolayısıyla Macron’un o kadar da kaybedecek bir şeyi olmadığını hatırlatmakta da fayda var. Bu hesap seçim süreci boyunca kısmen doğrulandı. Aşırı sağ, Fransa’nın 577 seçim bölgesinin tamamında hızlı bir şekilde adaylar belirlemek zorunda kaldı. Aceleyle belirlenmiş aday listeleri partinin Le Pen ailesi ve yakınları tarafından yönetilen bir aile şirketi olmaktan öteye geçemediğini, merkez sağ, merkez sol ve hatta radikal solun aksine nitelikli kadrolar barındıramadığını gösterdi. Daha da önemlisi, partinin gösterdiği adayların bir kısmının geçmişte[2] ve kampanya boyunca yaptığı gaflar RN’in yıllardır özenle yaratmaya çalıştığı ‘politically correct’  imajı darmadağın etti. Tamamen belirleyici olmamakla birlikte, bu correctleşme sınavının verilemediğini belki de en net betimleyen mesele seçim sürecinin önemli gündem maddelerinden bir tanesi haline gelen ‘çifte vatandaşlık’ tartışması oldu.

Fransız milli kimliğini politik bir olgu olmaktan çıkarıp etnik bir meseleye çevirmek Front National olarak kuruluşundan beri RN’in en temel meselelerinden bir tanesi olmuştur. ‘Kökten’  Fransızlar ve (büyük ölçüde Afrika ve Arap kökenli) yabancı-kökenli Fransızlar arasında siyasi ve ekonomik haklar açısından ayrım olması gerektiği RN’in parti kadrolarını ve kemik seçmenini bir arada tutan en temel saplantıdır. Çifte vatandaşlık tartışması üzerinden yapılan siyasi öneriler (örneğin çifte vatandaş olan suçluların Fransız vatandaşlığından çıkarılması, çifte vatandaşlığın hepten yasaklanması) bu ortak siyasi paydayı retorik olarak var eder. Diğer yandan, aşırı sağ daha geniş kitlelere seslenebilmek için 2022 yılında nihayet çift vatandaşlık üzerine yasal düzenleme yapmaktan vazgeçti. Bu çelişkiyi çözmek amacıyla RN’in yeni lideri Jordan Bardella 2024 seçim kampanyasında partisinin çifte vatandaşlığı kaldırma fikrinden vazgeçtiği, buna karşılık ‘stratejik’  pozisyonların çifte vatandaşlığı olanlara verilmemesi gerektiğini savundu. Sayısı bütün devlet bünyesinde birkaç düzine olan bu stratejik pozisyonlara erişmek için zaten detaylı özgeçmiş denetimleri yapıldığı göz önünde bulundurulursa bu maddi etki yaratmayacak, tamamen sembolik bir öneriydi.

Bardella böyle yaparak hem kendi hareketini siyasi olarak kabul edilebilir gösterip, hem de parti tabanına ırkçı politikalardan tamamen de vazgeçmediği sinyalini vermeyi umut ediyordu. Parti kurmaylarının devamlı şekilde liderlerinin çizgisinden çıkıp çifte vatandaşların aidiyetini sorgulaması[3] bu çelişkiyi yönetilemez hale getirdi ve RN’in ırkçılık yaftasından kurtulmasını engelledi. Macron tarafından temsil edilen merkez-liberal siyaset başlarda radikal sol ve RN arasında eşit mesafede duracağı izlenimini verdiyse de, bu gündem maddesi pek çok yüksek profilli siyasetçiyi (mesela merkez-liberal cephedeki göçmen kökenli isimleri) RN’e karşı saf tutmaya itti. Neticede, merkez-liberal adaylar da aynı sol adayların başından itibaren yaptığı gibi RN’in iktidara gelmesini engellemek için birbirlerini destekledi. 2024 parlamento seçiminin en önemli verisi muhtemelen RN’e karşı Fransız halkının büyük çoğunluğunun (haklı olarak) korku beslediği, ülkede demokrasi ve toplumsal barış açısından bir tehdit olarak algılamaya devam ettiğidir.

Büyük kitlelerin tamamen RN’i iktidar olmaktan uzak tutmak üzere oy vermesi sonucunda, aşırı sağ en çok oyu almasına rağmen ve daha iki hafta öncesine dek tek başına iktidar olacağı düşünülürken 143 milletvekilli kazanarak ancak meclisteki üçüncü en büyük siyasi grup olabildi. 195 milletvekiliyle sol partiler ittifakı Nouveau Front Populaire (NFP) -yani ‘Yeni Halk Cephesi’- ve 168 küsur milletvekiliyle Macron’un desteklediği merkez-liberal Ensemble ise beklenilenden çok daha fazla vekil kazandı. Bu durumda Fransız siyaseti birbirinden hazzetmeyen, fakat birbirlerini yenecek güce de ulaşamayan üç siyasi bloka bölündü. Koalisyon oluşabilmesi için şu an üç senaryo öne çıkıyor. Bir yandan kısmi bir çoğunluk sağlayan merkez sol ittifakı Macron’un başbakanın kendilerinden birini atamasını ve mutlak çoğunluk (289 milletvekili) olmasa da ülkeyi yönetebileceklerini iddia ediyor. Diğer yandan merkez-liberal blok sosyal demokratlardan merkez sağa uzanan bir ittifakın başını çekebileceğini düşünüyor, bunun için sol ittifak içindeki daha ‘kabul edilebilir’ unsurları kendi safına çekmeye çalışıyor. Son olarak, merkez sağ partideki isimler RN’in seçim zaferinin ülkenin sağda olduğunu gösterdiğini (kendileri sadece 50 milletvekili kazanmış da olsalar) ve başbakanın kendilerinden çıkması gerektiğini iddia ediyor. Bu koalisyonların üçünün de kurulması bir hayli zor gözüküyor.[4] Nitekim seçim akşamından beri aşırı sağ bloktaki parti liderleri ve kamusal entelektüelleri devamlı olarak kendilerine karşı kurulan seçim barajının Fransa’yı yönetilemez hale getireceği ve bir yıl sonra tekrar seçim olacağını dile getiriyorlar. Onlara göre aşırı sağın seçimi kazanması geciktirilebilir fakat engellenemez.

Aşırı sağın umduğu yönetim krizi gerçekten de epey olası gözüküyor. 1958’de kurulan beşinci cumhuriyetin siyasi kültürü koalisyonlara elverişli değil. Tam tersine beşinci cumhuriyet ‘rasyonalleştirilmiş parlamentarizm’  ilkesiyle çoğunluğun her zaman tek bir partide olmasını sağlamak üzere tasarlandı. Son yıllarda ülkede oluşan kutuplaşma ve olağanüstü sert geçen kampanya süreci koalisyon kurma imkanlarını daha da kısıtlıyor. Yukarıda belirtilen koalisyonların oluşması için ya merkez-liberal bloktan, ya da sol bloktan ciddi (70 ila 90 arası milletvekili) kopuşlar olması  ve bazı milletvekillerinin diğer bloklarla çalışmayı kabul etmesi gerekiyor, bu da pek mümkün görünmüyor. Macron’un partisinin başını çektiği bir koalisyonda yer almak ‘kabul edilebilir’ sol partilerin siyasi olarak yok olması anlamına gelir. Anlaşılır şekilde sosyalist, yeşil ve komünist parti liderleri bu senaryoya şiddetle karşı çıktılar. Bunun yanısıra, Fransa’nın içinde olduğu siyasi açmaz büyük ölçüde yedi yıllık mutlak Macron iktidarına yönelik hoşnutsuzluktan kaynaklı. Seçim sonuçlarına rağmen iktidarın temel bileşeninin değişmemesi kolay kolay çözülemeyecek bir meşruiyet krizini beraberinde getirir. Yeni bir iktidar ve yönetim şekli arayışı olduğu bariz.

Liberal-merkez cephedeki bazı siyasetçiler NFP’nin programının ‘finansal krize’  yol açacağını söyleseler de, sol ittifakın siyası programı çağın ruhuyla bağdaşıyor. Neoliberal ortodoksinin zayıfladığı bu dönemde uluslararası düzeyde yeni ekonomik konsensüs olma potansiyeli taşıyan bir program. AB düzeyinde ve üye ülkelerin tamamında (buna geleneksel olarak ‘dikey’  devlet müdahalesinden çekinen Hollanda, Almanya gibi ülkeler de dahil) devletin kalkınmacı bir rol oynaması gerektiği fikri son yıllarda yükseldi.[5] 1980lerden itibaren pazarın devlet müdahalesine oranla daha iyi sonuçlar ürettiği fikri hakimken, küresel ısınma, Covid-19 krizi, Çin ve ABD arasında ‘ekonomik savaş’ gibi krizler bu fikri büyük ölçüde geriletti. İşin ilginç yanı Macron iktidarının bizzat son 7 yıl boyunca AB düzeyinde müdahaleci politikalara bu dönüşün en büyük destekçisi olmasıydı.[6] AB’nin katı rekabet politikasının gevşemesi ve stratejik sektörlere devletin direkt olarak kaynak aktarması, 2020’de Covid-19 krizinin 750 milyar euro gibi bir meblağda ortak borç alınarak çözülmesi gibi pek çok konuda Fransız hükümeti AB düzeyindeki neoliberal/ordoliberal uzlaşının[7] geride bırakılması için çaba sarfetti.

Buna karşılık, Macron iktidarı altında kalkınmacı politikalar büyük ölçüde arz yönlü uygulandı. Devletlerin stratejik sektörlere müdahale etmesi gerektiği tanınmakla birlikte, bu müdahale büyük ölçüde koşulsuz mali teşviklerle, literatürde ‘corporate welfare’ denilen şekilde,[8] yapıldı. Bu süreçte hem keyfi vergi afları hem genel vergi indirimleriyle devlet gelirleri azaltıldı.[9] Örneğin 2017 yılından itibaren kurumlar vergisi %33’ten %25’e çekildi. Dolayısıyla harcamadaki artışlar hemen hemen tamamen borçlanma yoluyla yapıldı. 2023 yılı itibariyle Fransa’nın bütçe açığının GSYİH’ye oranı %5,5’e kadar yükseldi[10] ve Avrupa Komisyonu’nun Fransa’yı 2017’den sonra ilk kez ‘yüksek bütçe açığı prosedürüne’ sokmasına sebep oldu. Uzun lafın kısası neoliberal politikalardan çıkış büyük ölçüde neoliberal vasıtalarla yapıldı ve bunun maliyeti yüksek oldu. Sol ittifakın programının tamamen veya kısmen uygulanması önceki yıllarda izlenen politikalardan bir kopuş olmaktan ziyade, zaten olmakta olan bu paradigma değişikliğini daha tutarlı hale getirecektir. NFP’nin programında bulunan pek çok öneri (örneğin devletin özel şirketler üzerindeki denetimini arttırmak, vergi sisteminde en zenginlerin payını yükseltmek) Macron iktidarının halihazırda izlemiş olduğu kalkınmacı politikaları daha sürdürülebilir bir zemine oturtacak ve bedellerini toplum genelinde daha adil şekilde paylaştıracaktır. Bunlar göz önünde bulundurulunca, liberal-merkez blokun çözülmesi ve birtakım milletvekillerinin sol ittifakın programına güvenoyu vermesi Fransa’nın içinde bulunduğu siyasi krizden çıkması için tek yol gibi gözüküyor.

Sonuç olarak, Temmuz 2024’teki erken seçimler aşırı sağın zaferiyle sonuçlanacak gibi gözükürken, Fransa ve AB için önemli bir siyasi fırsata dönüştü. Öncelikle, beşinci cumhuriyeti daha parlamenter bir sisteme kaydırmak şu anda hem mümkün hem de gerekli gözüküyor. Seçim sistemi iki partinin mutlak çoğunluğu almak için rekabet ettiği şekilde düzenlenmişken, şu an Fransa siyaseti fiilen üç siyasi bloka bölündü. Fransa’nın siyasi kültürüne tamamen yabancı da olsa, koalisyon kurulması zorunlu hale geldi. Fransa’nın son yirmi-otuz yıl boyunca Avrupa’da siyasi kurumlara güvenin en düşük olduğu ülke haline geldiği göz önünde bulundurulursa, bu önemli bir fırsat. Diğer yandan, neoliberal paradigma gittikçe zayıflasa da henüz yerini dolduracak ekonomik paradigma ve sosyal sözleşme oluşmadı. Sol ittifakın programı etrafında şekillenecek ve merkez-liberal ittifakın da bir kısmını içinde barındıracak bir hükümet kurulması böyle bir yenilenmeyi sağlayabilir. Yukarıda belirttiğim gibi iki blok arasında yakınlaşmayı sağlamak konusunda en yüksek potansiyeli olan mesele dikey endüstriyel politikalara geçiş. Sol ittifakın masayı devirmeye gücü yok. Buna karşılık AB düzeyindeki neoliberal uzlaşıdaki çelişkiler ve çatlaklardan faydalanıp programını –kısmen de olsa– kabul ettirip ekonomik düzlemde yeni bir hegemonya yaratmak için adım atarak başlayabilir. Bu elbette iyimser bir senaryo.


[1] Merkez sağ Les Républicains (LR) -‘Cumhuriyetçiler’- partisinin bazı üyeleri bütçe açığındaki artış nedeniyle radikal sol ve aşırı sağ ile aynı yönde, hükümeti düşürmek için oy verebileceğinin sinyalini Nisan ayından vermişti.

Le Monde, https://www.lemonde.fr/politique/article/2024/04/04/derapage-du-deficit-public-les-oppositions-menacent-le-gouvernement-d-une-motion-de-censure_6225916_823448.html

[2] Örneğin RN adaylarından biri Nazi hava kuvvetleri amblemli bir şapka takarken eskiden çekilmiş bir fotoğrafını sosyal medyada paylaşmışken,ulusal basında gündem olduktan sonra sildi.

Le Monde, https://www.lemonde.fr/en/france/article/2024/07/02/french-elections-far-right-candidate-to-withdraw-after-nazi-cap-picture-emerges_6676421_7.html

[3] Örneğin RN’in eğitim bakanı olması beklenen milletvekili adayı Roger Chudeau Fas vatandaşlığı bulunan eski sosyalist eğitim bakanı Najat Vallaud-Belkacem’in ‘sadakatini’ sorguladığı için kendi partisi tarafından disipline sevk edildi.

Libération, https://www.liberation.fr/politique/le-m-education-du-rn-estime-que-najat-vallaud-belkacem-naurait-jamais-du-etre-ministre-car-elle-est-franco-marocaine-20240628_5M4ANXRE7ZGSVFSJD7ZX375TTA/

[4] Koalisyonun oluşamaması halinde cumhurbaşkanı Macron teknokratik ve partiler üstü bir iktidar atayabilir, fakat bu ancak geçici bir çözüm.

[5] McNamara, K. (2023) ‘Transforming Europe? The EU’s industrial policy and geopolitical turn’, Journal of European Public Policy, online yayınlandı

[6] Bora, S. ve Schramm, L. (2023) ‘Toward a more “sovereign” Europe? Domestic, bilateral, and European factors to explain France’s (growing) influence on EU politics, 2017–2022’. French Politics 21(1): 3-24; Bora, S. ve Schramm, L. (2024) ‘Intergovernmentalism in a supranational field: France, Germany, and EU competition policy reform’, West European Politics, online yayınlandı

[7] Bkz: van Apeldoorn, B. (2002) Transnational Capitalism and the Struggle over European Integration. Abingdon: Routledge; Schmitz, L. and Seidl, T. (2023) ‘As Open as Possible, as Autonomous as Necessary: Understanding the Rise of Open Strategic Autonomy in EU Trade Policy’. Journal of Common Market Studies 61(3): 834-852

[8] Bulfone, F. Ergen, T., Kalaitzake, M. (2023) ‘No strings attached: Corporate welfare, state intervention, and the issue of conditionality’, Competition & Change 27(2): 253-276

[9] Bkz. Delatte, A. L. (2023) L'État droit dans le mur: Rebâtir l'action publique. Paris: Fayard

[10] Fransız Devlet İstatistik Kurumu (INSEE) : https://www.insee.fr/fr/statistiques/8061907