Şimdi Gömleğin Yanlış İliklenen Düğmesini Düzeltme Zamanı

“Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse diğerleri de yanlış gider” sözü İtalyan filozof, rahip, matematikçi ve astronom Giordano Bruno’ya aittir. Bu söz, bize başlangıçta yapılan bir hatanın, zincirleme olarak olumsuz sonuçlara yol açabileceğini anlatır. Her şey ilk düğmeye bağlıdır: ilk düğmeyi yanlış iliğe iliklemenin, kaçınılmaz olarak ardı ardına bir sürü hatayı da beraberinde getirdiğini anlatır. Tanımlardaki yanlışlara bağlı olarak uygulamalar ilerledikçe, yanlışlar da çoğalmaya başlar, yönetimler bilimsel düşünmeden uzaklaşır ve bu bilimsel olmayan saçmalıkların zararlarını sonunda görür. Bu yanlış iliklenen düğmeden dolayı, ülke sosyal anlamda, ekonomik anlamda, siyasal anlamda büyük sorunlar yaşar. Bugün ülkede yaşanan Kürt sorununun temelinde, o gün verilen kararlar ve günümüze kadar uygulanan yöntemler vardır.

Türkiye’de demokratikleşme ve Kürt sorununda nihai çözümün olması için, sorunun ortaya çıkışından yani en baştan düşünmeye başlamadıkça mesafe kaydedilmesi mümkün değildir, çünkü sorunlar 1925 ve sonrasında gelen uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

Bugün TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ve üye veren partiler öncelikle şunu görmelidir ki ilk düğme 1924 yılında kabul edilen Anayasa, Abdulhalik Renda’nın 1925 yılında hazırladığı rapor (Başbakan İsmet İnönü’ye sunulmuştur ve Cumhuriyet’in erken döneminde hazırlanmış İlk Kürt Sorunu Raporlarından biri olarak kabul edilir) ve akabinde Renda’nın raporuna dayanılarak hazırlanan Şark Islahat Planı ile yanlış iliklenmiştir. İlk düğme yanlış iliklendiği için yanlışlar günümüze kadar gelmiştir.

Abdulhalik Renda’nın hazırlamış olduğu raporu özetleyecek olursak, rapordaki en çarpıcı ifade şudur: “Elimizde kalan Türkiye arazisinde iki milletin aynı kudret ve salahiyetle (yetki) hâkim bulunması imkânını katiyen görmüyorum.” Yani “Bu topraklar, yalnız Türklere yeter, başkasına yer yoktur” ifadesiyle, çok milletli bir toplum modeline dönük karşı duruş dile getirilir.

Rapor Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devletin ulusal kimlik inşası sürecinde oluşturulan en kapsamlı idarî belgelerden biridir. İçeriğinde güvenlik, dil, iskân ve idareye dair somut öneriler yer almaktadır ve bu öneriler ilerleyen yıllarda Şark Islahat Planı ve Umumi Müfettişlikler uygulamalarıyla kurumsallaştırılmıştır. Bu yönüyle Renda Raporu, yalnızca bir idarî tespit değil, Cumhuriyet’in kimlik politikalarının ideolojik temellerinden biri olarak değerlendirilmelidir.

Cumhuriyet’in kuruluş yılları, devletin yeniden yapılanma ve ulus-devlet modelinin inşası dönemidir. Bu dönemde özellikle doğu vilayetlerinde yaşanan sosyal hareketlilik, merkezi yönetimin bölgeye yönelik yeni politikalar geliştirmesine neden olmuştur.

1925 tarihli Abdülhalik Renda Raporu, bu politikaların çerçevesini çizen ilk sistematik metinlerden biridir. Rapor, hem idarî hem kültürel dönüşümü hedeflemiş; devletin merkezileşme stratejisinin teorik temelini oluşturmuştur. Renda Raporu’nun ana fikri, etnik ve dilsel farklılıkların devletin bütünlüğü açısından güvenlik riski olarak değerlendirilmesidir. Bu doğrultuda rapor, Türkçenin zorunlu eğitim dili haline getirilmesini, Kürtçenin kamu alanında yasaklanmasını ve aşiret yapısının dağıtılmasını önermektedir. Ayrıca, yerel yönetimlerde görev yapan memurların bölge halkından değil merkezden atanması gerektiği belirtilmiştir.

Bu yaklaşımlar, Cumhuriyet’in “tek millet” anlayışıyla uyumlu bir idari modelin ifadesidir.

Renda Raporu’nun ardından hazırlanan Şark Islahat Planı (1925-1930), raporda dile getirilen ilkelerin uygulama alanı bulduğu bir dönemi temsil eder. Bu planla birlikte Doğu vilayetleri özel bir yönetim rejimine tabi tutulmuş, Umumi Müfettişlikler aracılığıyla merkezî denetim güçlendirilmiştir. Plan, dil ve iskân politikalarıyla bölgenin homojenleştirilmesini hedeflemiş; yerel farklılıkların idari araçlarla denetlenmesi amaçlanmıştır. Tüm bu uygulamalar, Türkiye’de bölgesel eşitsizliklerin ve kimlik tartışmalarının tarihsel zeminini oluşturmuştur.

Eleştirel tarihçiler (Hüseyin Yayman, Hamit Bozarslan, Uğur Ümit Üngör gibi) Renda Raporu'nu Cumhuriyet’in güvenlik merkezli yaklaşımının kurucu metni olarak yorumlamaktadır. Onlara göre rapor, kimlik farklılıklarını tehdit unsuru olarak çerçeveleyerek asimilasyon politikalarına ideolojik dayanak oluşturmuştur.

Abdülhalik Renda Raporu, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken döneminde ulus-devlet politikalarının idari ve ideolojik altyapısını şekillendirmiştir. Rapor, sadece 1920’lerin güvenlik kaygılarını yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda sonraki on yıllarda yürütülecek kimlik ve bölge politikalarının zeminini oluşturmuştur. Cumhuriyet’in ilk döneminde Kürt politikasının güvenlik ve merkezileşme temelli olarak biçimlenmesinde de belirleyici bir rol oynamıştır. Rapor, sonraki yıllarda yürürlüğe giren Şark Islahat Planı ve Umumi Müfettişlik düzeniyle birlikte bir “devlet refleksi”ne dönüşmüş; etnik farkların tanınması yerine, idari entegrasyon ve tek kimlik anlayışını güçlendirmiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin Kürt sorununa dair tarihsel hafızasında Renda Raporu hem başlangıç noktası hem de tartışmalı bir dönüm noktası olarak varlığını sürdürmüştür.

Bu açıdan, Renda Raporu’nu anlamak Türkiye’nin toplumsal bütünleşme, yerel yönetim ve kimlik politikalarına dair uzun süreli bir perspektif geliştirmek açısından çok önemlidir.

Tam bu noktada; Kürt sorununa dair yürütülen çözüm sürecinde, taraflardan biri olan Abdullah Öcalan’ın avukat görüşmelerinde, ziyaretçi görüşlerinde ve İmralı heyeti ile yapmış olduğu görüşmelerinde sürekli olarak vurguladığı demokratik cumhuriyet konusundaki düşüncelerine baktığımızda şu ifadelerle karşılaşıyoruz:

“Demokratik birliğin ve çözümün de demokratik cumhuriyetin siyasal birlik ve bağımsızlığı çerçevesinde olacağını (…) esas amacımın cumhuriyetin kuruluşundaki gönüllü birlikteliğin, yani ana kurucu öğe olmanın gereklerini, geçmiş ne kadar ağır sorunlara yol açmışsa da çağdaş çözümlerin ışığında gözden geçirip, demokratik cumhuriyet aşamasında yenilemek, demokratik birlik çözümüne götürmektir.”

“Eğer fırsat bulabilirsem, bundan sonra en büyük tutkuyla sarılacağım çaba, temsil etmeye çalıştığım toplumun özgür yurttaş ve halk olarak cumhuriyetle demokratik birliği, barışı ve kardeşliği olacaktır.”

“Özgür bilinç ve iradeyle kurulan birlikteliklerin en sağlam birliktelikler olduğunu, cumhuriyetle demokratik birliğin, her tür ayrılıkçılığa karşı da en sağlam güvence olduğunu belirttim. Cumhuriyete karşı borcun, demokratik birlik dışında ödenme yolu yoktur. Köleliğin, inkârcılığın cumhuriyeti olamaz. Bu anlamda çaba ve mücadelemizin cumhuriyetin özüne bağlılığın, ona ulaşmanın bir gereği olduğuna asla kuşku duymuyorum. Dört bin yıldır birlikte yaşadık, bunlar doğrudur ve yine de birlikte yaşayacağız.”

Tarih boyunca bireyin özgür yurttaş, toplumun da özgür toplum olmasının engellendiğini belirten Öcalan; “Bu, cumhuriyetin bir yarasıdır, bunun önündeki engellerin kaldırılmasını istiyorum. Bu kaldırıldığında Kürt bireyi, cumhuriyetiyle kucaklaşacaktır. Bu nedenle demokratik cumhuriyet diyorum. Bu şekilde birliği sağlayacağız, ayrıca bu, cumhuriyete taze kan verecek, cumhuriyet güçlenecektir. Demokratik birlik hak birliğidir, özgür birliktir. Cumhuriyete karşıtlık değil, demokratik birlik anlayışı hâkimdir. Vatanı parçalama veya küçültme değil, özgür vatanda birlik içinde yaşama esastır. Siyasallaşma eşittir bölge halkının demokratik cumhuriyete katılmasıdır. Cumhuriyetle demokratik birlik kendi kültürünü birey olarak sonuna kadar yaşayabilmektir. Siyasallaşma ile kastettiğimiz ayrılma değil, demokratik birliktir,” demekte ve şunu ilave etmektedir:

“Kölelerin özgür birliği olmaz. Benim için yaşamak eşittir demokratik cumhuriyettir. Misak-ı Milli, Kürt ve Türk birlikteliğinin belgesidir.1920’de Kürtler ve Türkler arasında yapılan ittifakın, bugün demokratik temelde; demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik ortak vatan, demokratik anayasa temelinde yeniden gerçekleştirilmesi gerekir.”

Bu düşünceleri analiz ettiğimizde Abdullah Öcalan’ın önceliğinin Abdulhalik Renda’nın hazırladığı ve bir asırdır yol haritası olarak belirlenen raporla yönetilen Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi olduğu görülmektedir.

Sonuç olarak; TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu geçmişteki politikaların toplumsal barış üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı, farklılıkları tanıyarak bir arada yaşama kültürünü güçlendirmeyi, demokratikleşme süreci içinde kimlik temelli taleplerin siyasal temsilini meşrulaştırmayı ve toplumsal uzlaşıyı güçlendirmeyi hedef olarak benimsemeli; devletin farklı kimliklerin eşit yurttaşlık içinde var olmasını sağlayan “düzenleyici güç” olarak görülmesini, çoğulculuğu ve kültürel tanınmayı toplumsal bütünleşmenin temeli olarak benimsemesini, diyalog-katılım ve hak temelli reformlarla demokratikleşmeyi öngörmelidir.

Milli Birlik ve Kardeşlik Komisyonu, toplumu bir özne olarak kabul eden, yerel katılım ve müzakereyi esas alan bir anlayışı temsil eden düzenlemeler önermeli; yine Renda Raporu’nun uygulamalarıyla şekillenen tek merkezli devlet anlayışını tersine çevirme yönünde tarihsel bir çaba göstermelidir.

Böyle bir çaba, Türkiye’de kimlik ve vatandaşlık eksenli siyasetlerin dönüşümüne dair önemli bir paradigma değişimini ifade edecektir. Aynı zamanda Renda raporunun mirasını reddetmek yerine, onu demokratik bir dönüşüm aracına çevirecektir.

Unutulmamalıdır ki; gerçek ulusal birlik, farklılıkların eşitliği ile mümkündür.