Eskişehir'de Bir Nazi: Nefret İklimi ve Körükleyicileri

Bir süredir yazılarımda Z kuşağı çevrelerde gözlemlenen yeni fikir, idrak ve davranış noktasındaki temayülleri inceliyorum. Bu yazılarda –tekil üzerinden vurgu yapılan örneklendirmenin bir şeyin anlatılması hususundaki yardımından dolayı– çoğu zaman Türkiye özelindeki tikel unsurlara dikkat çeksem de bütün bunları kapsayan ve "büyük resmi görmemizi sağlayan" tümel varlığa da vurgu yapıyorum. Dün Eskişehir'de vuku bulan dehşet verici hadise de; ancak toplumsal işleyişi yekpare gösterecek bir pencereden bakıldığında tam olarak anlaşılabilir. Fakat tikel unsurların ve tümel yapının birbirine karşı olan sorumluluğu ve birlikte devinimi unutulup yalnızca tümel yapı yüceltilirse tikel düzlemdeki birçok fail gözden kaçırılarak bu yüceltilen devasa mana salkımına en büyü kötülük yapılmış olur.

Evvela tümel noktadan başlayalım. Son zamanlarda dünya genelinde özellikle genç erkekler arasında "buhran" denilebilecek seviyede bir iç sıkıntısının, hayata karşı yetersizliğin ve bundan kaynaklanan bir nefret hissinin vaki olduğu açıkça gözükmekte. Bir süredir bu buhranın temellendirmesi yapılmaya çalışılıyor. Kadının iş hayatına artan dahli, toplumsal normların bu artan rekabet unsuru karşısında eriyor olması ve bunların gölgesinde teşekkül etmiş yeni yaşam tarzlarının tesiri gibi sebepler sıralanıyor. Bir bütün olarak bu iktisadi ve sosyal faktörleri incelemek, fikrî temellendirme için kullanmak sahiden de işe yarar bir yöntem. Lakin tüm bunlar incelenirken altlarda fokur fokur kaynamakta olan tikel dünyaya da bir bakış atmak gerekir. Evet, işlere tümel bir yapının ürünü olarak bakmak; düşünsel noktada birçok fayda sağlıyor olsa da tümel yapının bütününü değiştirmesi çok da zor olmayan tikel aktörleri gözden kaçırmamıza sebep olacak bir kolaycılığı da beraberinde getiriyor. Şimdi bu kolaycılığı bir kenara bırakarak dün Eskişehir'de patlayan toplumsal çöplüğün metan gazının nasıl biriktiğine hem tümel hem de tikel pencerelerden bakacağız.

Bir bütün olarak bakıldığında toplum, harcında olan bireylerin zayıf ve biçare olduklarını apriori olarak bildiğinden olsa gerek, mürşitler yaratmak konusunda mahirdir denilebilir. Ancak bu hususta internet yeni bir çığır açmıştır. Bunun sebebi internetin, önceki örneklerle mukayese edildiğinde insan gününün çok büyük bir kısmını işgal ediyor olmasıdır. Bu da mürşitlerin sayısını toplam nüfusa orantısız olarak logaritmik şekilde arttırmış ve toplumun önceleri -özel televizyon dönemi- iyi kötü kontrollü bir şekilde ürettiği her cenahtan mürşitler grubu, bir anda orduya dönüşmüştür. Bu çok sıradan figürlere atfedilen mürşit statüsü, Türkiye’de her zaman varlığını sürdürmüş ve Z kuşağında da rahatlıkla gözlemlenebilecek bir anti-entelektüalizme de katkı sağlamaktadır. Bu anti-entelektüalizm ve yeni mürşitler; her türlü fikrin kolayca meşrulaşabildiği postmodern çağın ürünleridir.

Bu gözleme cuk oturan bir şekilde dünya genelinde -özellikle ABD'de- olduğu gibi Türkiye'nin de sosyal medya gökkubbesinde gençlere tavsiyelerde bulunan, nasihatler veren ve toplumun hep birlikte izlediği can alıcı mevzularda köşeli hüküm veren fetva makamları bir hayli fazladır. Sosyal medyada yüz binlerce takipçisi olan bu “neo-şeyhler”; genellikle güncel siyaset ve her koldan ona bağlanan birçok konu üzerine radikal, müfritane “Yeni-Sağ” tandanslı yorumlar yapmaktalar.

Misalen aralarından kadın-erkek ilişkileri bağlamında konuşanları; erkekleri, “erkeklik” babında bir değer sıralamasına sokup çok kolay bir şekilde bütün kadınların benzer durumlarda aynı çıkarcı bir davranışı sergileyeceğini söylerken genç erkeklere de “alfa erkek” mertebesine yükselebilmeleri için kadınlara karşı tavır, tutum ve yaklaşım nasihatleri vermektedirler. Bu nasihatler arasında; çok para kazanmak, vücut geliştirmek, iyi bir ses tonuna sahip olmak, kadınlara karşı bir strateji geliştirip ona göre davranmak gibi kadın-erkek ilişkilerinin her alanına insan-meta düzleminde bakan misaller vardır. Yüz binlerce kişiye ulaşan bu videolar; mülayiminden aşırısına çeşit çeşit insan tarafından izlenmekte ve hepsine aynı tavsiyeleri vermektedir. Buradan hareketle kadın-erkek ilişkilerini salt bir çıkar ilişkisi üzerinden yorumlayan genç kitlelerde; mizojini, üstünlük kompleksi, düşük öz saygı, içe kapanma vs. durumlar görülmektedir. İşin tuhaf tarafı; -kendileri kabul etmese de- adeta cinsiyetlerarası nefret körükleyen bu yayınları yapanlar, binbir çeşit insana ulaşacak ve kimde ne psikolojik tesir bırakacağı belli olmayan bu nasihatlerinin ağır sorumluluğunu üzerlerine almamaktadırlar.

Benzer şekilde daha ideolojik meseleler üzerine konuşanları, yine hiçbir sorumluluk hissetmemekte ve daha fazla etkileşim için her geçen gün daha da köşeli tavırlar sergilemektedirler. Mesela son zamanlarda sosyal medyada bir hayli görünür hale gelmiş “sarı torba” ifadesi bu konuda çarpıcı bir örnektir. Sanıyorum ki bakanlığı döneminde Süleyman Soylu’nun hamasi söylemiyle gündeme gelmiş olan bu ifade, bugün yüz binlerce takipçisi olan ve daha fazla etkileşim almak için hiçbir şovence hareketten kaçınmayan bu isimler tarafından sadece oyunu DEM Parti’ye verdiğini söyleyen bir Kürt vatandaşa karşı pek kolay şekilde zikredilmektedir. Açık bir ölüm tehdidinin bu denli yaygınlık kazanmasında tümel ve müdahale edilemez bir yapının rol oynadığı söylenirse kötü niyetli bir tavır gösterilmiş olur. Çünkü bu tarz ifadeleri inatla zikreden etkileşim hastaları; bunu, daha fazla tanınırlık kazanabilmek için bile isteye yapmaktadır. Biraz derin düşünüldüğünde tüm problemin sadece daha fazla zaman işgal etmek hevesinden kaynaklandığı görülecektir. Sosyal medya algoritmaları gereği, tam manasıyla insanların ayırdığı zamandan para kazanan bu kişiler; bir süre sonra kendilerinden sıkılan takipçiyi ellerinde tutabilmek maksadıyla radikalleşmek, kavga etmek mecburiyetinde hissediyorlar. Kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı kümelenip yaptıkları kişisel saldırıların ve sanal zorbalığın bir sebebi de budur.

Hasılı, Türkiye'deki gençlerin azımsanmayacak bir kısmı, dünyanın geri kalanından pek de farklı olmayarak ancak –iktisadi bunalımın da etkisiyle– daha şiddetli bir şekilde bu ideolojik türedilere intisap etmiştir veyahut onları muteber görmektedir.

Olay sosyal medyada gündem olduktan sonra bu nefret iklimini körükleyenler ve onların müritleri; bu saldırının münferit bir eylem, saldırıyı gerçekleştiren 18 yaşındaki A.K.'nın ise sıradan bir "mass murderer" olduğunu vurgulamaya başladılar. Onlara göre bu genç; aşırı radikalleşmiş ve dünyadaki muadilleri gibi çevresel faktörlerden vareste, tekil bir saldırgandı.

Fakat bu, yine bile isteye yapılmış bir fikrî manipülasyondur. Bilerek gözden kaçırılan şey, az önce bahsettiğim gibi bu kişilerin hedef kitlelerinde çeşit çeşit insanın bulunmasıdır. Nefret dolu ve saldırgan bir ideolojik zerk, toplumun ekserisinde sadece sandığa yansıyacak siyasi bir öfke yaratıyor olabilir ancak bu; aynı zamanda toplumsal bakışın, insanlara zarar vermeye meyilli küçük bir grubun saldırganlığını meşrulaştırmasında da rol oynuyor.

Kolayca tahmin edilebileceği üzere saldırgan A.K.’nın 16 sayfalık manifestosunda bu “internetullah ağabeylerden” izler bulmak mümkün. Her gün sosyal medyada azınlıklara, göçmenlere, kadınlara, sokak köpeklerine ve sair birçok gruba karşı yöneltilen kuvvetli nefret söylemleri; sosyal hayatında yalnızlaşmış ve kale alınmaya aç gençleri, bu tarz bir “toplumsal çığırışa” davet ediyor. Zaten şiddete meyilli bir kişinin, potansiyel eylemlerini bu dış faktörlerden bağımsız bir şekilde gerçekleştireceği faraziyesi; mevzubahis etkileşim odaklarının toplumsal tansiyonu yükseltecek her türlü tahrikine de kapı aralayan bir yaklaşımdır.

Türkiye tarihinde gençlerin nefret iklimini körükleyen, sorumluluk idrakinden uzak şarlatanlar tarafından istismar edilmeleri gibi şahsi emelleri uğruna toplumu kutuplaştırma davranışı güdenler de pek yabancısı olduğumuz bir şey değil. Hem dünyanın hem de Türkiye’nin geleceğine bakıldığında bu nefret ikliminin kolay kolay değişeceği gözükmemekle beraber daha elim hadiselerin yaşanmaması için maalesef bir engel de yok.  Bu bağlamda tümel yapının teşekkülünde küçük kırılma noktalarının ve tikel aktörlerin öneminin farkında olmak ve toplumsal yapımıza etkilerini henüz yeni tecrübe ediyor olduğumuz etkileşim bazlı sosyal medya ahkamına karşı mütereddit bir tavrı benimsemek gerektiği vurgulanmalıdır.