Ladinler ve Sert Rüzgârlar - Doğa Katliamı ve Cinayetler

Geçtiğimiz son 20 yılda Doğu Karadeniz’de, Türkiye’nin pek çok kırsalında olduğu gibi, tepkisel bir köylü-emekçi hareketi olarak çevre eksenli toplumsal hareketlerin yükseldiğini gördük. Bir süredir artış gösteren tehdit algısının sonucunda 3 Eylül 2024 Salı günü işlenen bir cinayet ile, bu hareketlerin yeni bir evresi başlamış gibi görünüyor.[i] En azından yerelde örgütlü veya örgütsüz çevre mücadelesi sürdüren aktörlerin bilinçdışından onlara seslenen şüphe, bu yönde.

Doğu Karadeniz, bugünün Batı Medeniyeti'nin temelleri Antik Yunan’da atıldığında, o günün bilinen dünyasının sınırlarına tekabül etmekteydi. İşaretlediğimiz bu bölge, bitki coğrafyası bakımından Melet ırmağının doğusundan Gürcistan’ın bir bölümünü de içine alan Kolşik florasına ev sahipliği yapar. Şehirleşmesi kıyı şeridi etrafında toplanmış olan bölgede vadiler boyunca dağ yamaçlarında yüksek orman köyleri ile yaylalar olmak üzere üçlü bir yerleşim pratiği ve geleneksel yaşam kültürü oluşmuştur. Ve bu çizgi üzerindeki her bir hat ve yaşam pratiği bugün, çeşitli çevre sorunları ile birlikte gelen “büyük” projelerin ve sermayenin tehdidi altında.

Ne bu tehdit ne de çevreci toplumsal hareketler bütünlükçü bir izlenim sergiliyor. Bunun yerine mümkün olabileceği en yüksek seviyeye kadar kendini ilgilendiren kadarına odaklanan, anlık, tikel ve biricik sorunların etrafında çoğulculaşan ve aslında çoğunlukçulaşan bir muhalefet sergileniyor. Doğu Karadeniz’in sosyoekonomik ve siyasal yapısının görece stabiliğine karşın yüksek çıkan çevre hareketlerinin sesinin kaynağı da belki de yine çevreci hareketlerin bu mikro düzeyde kendini sınırlarken eylem ve iletişim repertuarını neredeyse sınırsızlaştırmasında yatıyor. İstisnaları tutmakla birlikte, kendi vadisinde HES yaptırmamak için mücadele eden köy halkının, ekoloji mücadelesi değil yaşam alanı savunusu yapmaktaki konumlanışında ve komşu vadinin geleceği ile “o kadar da” ilgilenmemesinde yatıyor bu gizemin birinci katmanı. Diğer katmanlarını birlikte arşınlayacak olsaydık uğrayacağımız duraklar arasında komprador burjuvazinin güncel versiyonu, yerli ve milli sermayenin istihdam sağlama hayalini kitlelere satışı, tarımın gelir getirme potansiyelinde yaşanan düşüş ve köylerin boşalarak bölgenin insansızlaştırılmasına eşlik eden mikro milliyetçiliğin yükselişi yer alacaktı. Ancak izninizle bu yazıda Reşit Kibar cinayeti ile sonuçlanan sürece, bu sürecin köşe taşlarına ve sonrasında yaşananlar ile birbirine bağlanan noktalardan göze görünür kılınan siluete odaklanacağız.

Cankurtaran’da Can Alan Süreç

Bölgeyi tanımayanlar için Reşit Kibar cinayeti sonrasında öğrenilen Cankurtaran mevkii Artvin’in kıyı şeridindeki Arhavi ve Hopa (artık Kemalpaşa’da tabii) ilçeleri ile il merkezini ve diğer ilçeleri birbirine bağlayan Cankurtaran dağına işaret eder. Dağın içinden geçen Cankurtaran Tüneli, Hopa-Borçka karayolunun bir parçası olarak 2018’de trafiğe açılınca kadar Hopa’dan Borçka’ya yapılan seyahatlerde aşılması gereken oldukça virajlı bir dağ yolculuğu vardı. Tünel sonrası eski yolun kullanımı azalmış olmakla birlikte, yerleşim yerleri bölgenin diğer köyleri gibi, yazları nüfusu artan kışları ise kent merkezlerine göç veren bir aks içinde yer almakta.

Yollar, taş ocakları, HES’ler, barajlar ve madenler derken Doğu Karadeniz ve bu yazı özelinde Artvin kiminde başarılı olduğu pek çok direnişe ev sahipliği yaptı. Bu direnişlerden biri olan Cerattepe, altın madenciliğine karşı önemli bir direniş kasının güçlenmesini sağladı. TEMA Vakfı’nın büyük özveri ile gerçekleştirdiği ve bugün kamuoyunda en sık atıf yapılan sayılara ulaştığımız çalışmasında Artvin’in %72’sinin maden sahası olarak belirlenmiş olduğunu gösterdiği rapor[ii] oldukça önemli. Çünkü hem Cerattepe’de yaşananlar hem de bir kentin neredeyse dörtte üçünün madene açılmış olması, yöre halkının algısını açmış, bu yönden gelecek tehditlere karşı duyarlı kılmıştır.  Cankurtaran içinde önce maden projesi gündeme gelmişti. Ve fakat madenlere ilişkin tepki ve koruma kası güçlü olduğu için bu tehdit, şimdilik dahi olsa, görece hızlı bertaraf edildi. Ancak peşi sıra gelen, Doğu Karadeniz’in başındaki bir diğer illet olarak plansız ve vahşi turizm, kendisine Cankurtaran’da büyük bir model oluşturmak istedi. Bu projeye karşı halkın bilinçlenmesi ve direnişin örgütlenmesi için yerelde geçtiğimiz yaz boyunca çeşitli çalışmalar yürütüldü. Bu çalışmalardan biri, Hopa Belediyesi tarafından düzenlenen 20. Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali kapsamında Cankurtaran Dağı’nda gerçekleşen “Nasıl bir Turizm?” modelinin de tartışmaya açıldığı söyleşi, yürüyüş ve müzik dinletisiydi.[iii] Reşit Kibar’ın ve arkadaşlarının silahlı saldırıya uğramaları ve saldırı sonucunda Kibar’ın ölümü ile sonuçlanan proje fikri ise kitlesel turizme yönelik bir rant geliştirme projesi olarak halkın talep ettiğinden farklılaşmaktadır. Bu noktada konuyu biraz daha eğmek, Karadeniz ormanlarına, yollar ile parçalanarak orman vasfını yitirişlerine ve yöre halkının ikircikli konumlanışına çubuğu bükmek istiyorum.

Melet’in doğusundan başlayan bitki coğrafyası iklim ve topografyanın elverişliliğiyle ilintili olarak oldukça özel bir sistem kurmuş kendine yüzlerce yıl içinde. Öyle ki kalıntı bir tür olan Ladin toprağın derin olmamasına adapte olmuş, sığ köklü bir versiyonuyla dayanışmacı bir yaşam modeli kurarak, kışı atlatmak için grup halinde yaşamayı öğrenmiştir.[iv] Bu özel ormanlar ve mikro klimaların izin verdiği alanlarda görülen Akdeniz iklimi ile çeşitlenen endemik bitkiler, bitki coğrafyasının biricikleştiği vahalar yaratmış. Bununla birlikte insan faaliyetleri ile bozulmamış alanların neredeyse kalmadığı günümüzde, biricikliği devam eden yaşlı ormanlar yol faaliyetleri ile parçalanmakta ve orman vasfını yitiren ağaçlık alanlara dönüşmektedir. Doğu Karadeniz çevre mücadelesinin kriptoniti olan yolların, dağlarda açılması, insanların arazilerine yol götürme sevdaları ile devletin ve sermayenin tasarrufu hazinede olan yayla topraklarını ulaşılabilir kılarak ranta açma güdüleri, aslında kapışır nitelikte. Bu bağlamda Cankurtaran’ın bölgenin istek, ihtiyaç ve yapısına uymayacak büyüklükte bir turizm tesisi ile “taç”landırılmasına karşı halkın verdiği mücadele ve direniş alabildiğine gerekli ve gerçektir. Ancak bölgeye bir dış müdahale ile büyük projelerin altında bir turizm modeli olarak gelmeyen ve fakat her bir yamaçta mantar misali bitiveren plansız ve vahşi bungalov turizmi de, bir o kadar gerçektir ve yakıcıdır. Çünkü Reşit Kibar’ı öldüren sermaye aslında dışarıdan olduğu kadar içeridendir. Benzeri bir örneği Arhavi Kavak HES’i yapan MNG firmasının, Arhavili olan kurucusunda da görmekteyiz. Bölgeye istihdam getirme vaadi barajlar, HES’ler, taş ocakları ve madenler derken, hiç bu kadar yıkıcı olmamıştı.
Tam bu noktada bir parantez açmak istiyorum. Bugün Doğu Karadeniz’de araçla yol aldığınızda, Rize ve Artvin kırsalında yamaçların kızıl toprak sahalarla bölündüğünü görürsünüz. Göze görünen bu kızıl topraklar hastalanan ve rekoltesi düşük ürün veren fındıklıkların; göç edilen ve asli yaşam sürdürülen kent merkezlerinden idare edilebilecek olan bir tarım arazisi yaratımı olarak çaylık alanlarına dönüştürülmesinin ilk adımıdır. Dozerle girilen, üstü tıraşlanan yamaçlar bir süre sonra elbet yeniden yeşillenecek. Yamaçlar çayın yeşiline bürüneceği yeşil kalacağı için Karadeniz yeşil anılmaya devam edecek. Bu parantez yerelde değişenin sadece emek süreçleri olmadığını, insanların doğayla kurdukları ilişkinin de değişmesine işaret etmesi bakımından önemlidir. Çünkü neticede tapu ile “benim” olduğu ispatlanan bir toprak parçası üzerindeki tasarruf yetkimin neredeyse sınırsızlığına yavaş yavaş gölge düşerken, özel mülkiyetin olmadığı deniz, dere ve yaylalar gibi alanların müşterek savunusunda daha cevval olabiliyorduk. Bu ikircikli yapı neden Doğu Karadeniz’de bütünlükçü bir ekoloji hareketi yerine tepkisel, lokal çevre muhalefetlerinin, direnişlerinin olduğunu göstermesi bakımından mühimdir.

Tepkisel, lokal ve belki de bu yüzden oldukça güçlü olan çevre direnişleri başarıya ulaşmayı başardığında bilir ki, bu başarı geçicidir. Bir sonraki projede bazen sil baştan ama çoğu zaman bir direniş hafızasının üzerinde yeniden örgütlenmek gerekecektir. Üstelik bu örgütlenmeye “siyaseti bulaştırmama” kabulünün de yenilenmesi de eklidir. Ne olursa olsun üzerinde konuştuğumuz bölge, Doğu Karadeniz kırsalı. Oldukça muhafazakâr ve spektrumun sağına kayan geniş bir nüfus kitlesine sahip. Çevre eksenli her muhalefet bir yandan solda konumlanırken bir yandan da tabanını genişletmek için önce “o kadar da solcu” olmadığını ispatla yükümlü kalıyor. Neyse ki geçtiğimiz yıllarda tek adam rejimi bu sınırı oldukça gevşetti ve geçişken kıldı.

“Yalnız Değildir!” Nidalarını Aşan Dayanışma Pratiklerine Duyulan İhtiyaç

Reşit Kibar cinayeti Doğu Karadeniz ile ilgilenen çevrecilere iki ismi daha anımsattı. Bunlardan ilki Doğu Karadeniz sahil yolunun yapımı esnasında sürdürülen direnişlerin hukuk ayağında mücadele eden ve önemli kazanımlar elde eden Avukat Cihan Eren’in biraz daha mafyatik ilişkiler perdesi arkasında gizlenen, ancak bir çevrecinin sokak ortasında infaz edilebildiğini bizlere göstermesi bakımından direniş hafızamızda yer edinen, cinayetidir.[v] İkincisi devlet şiddetinin billurlaştığı ve gazeteci Ruşen Çakır’ın “ama öldü efendim!”[vi] veryansınıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulan belki de son gerçek tepkisel sorunun sorulduğu, Metin Lokumcu cinayetidir. Üstelik Reşit Kibar’ın ölümünün ardından bizler bu kayıpları zihnimizde birleştirirken, 13 yılın üzerine Metin Lokumcu davasında tüm sanıklara beraat kararı çıktı.[vii] Ve eş anlı bir biçimde silahlı saldırıda Reşit Kibar’ın yanında olan arkadaşlarından Dursun Ali Koyuncu tutuklandı.[viii] Bir haftanın günlerine yayılan bu olaylar silsilesi Doğu Karadeniz çevre mücadelesi bağlamında yeni bir evrenin içindeyiz hissi yaratıyor. Üstelik cezasızlık sari bir hastalık kadar yaygın ve sermayenin eli hiç olmadığı kadar güçlü. Ve yaşam alanı savunusu yapan bireyler tepkiselliklerini karşılarındaki ötekine karşı koyarken pek cevvaller ve bu cevvalliğin sürmesi için Narkissos minvali yansımamıza bakmamayı unutmamamız gerekiyor.

Elimizde olan bütünlükçü bir ekoloji hareketi değil. Ama ekolojik bilinçlenmenin nüvesini barındıran güçlü bir devinim. Doğu Karadeniz çevre eksenli toplumsal hareketleri odaklandığı her bir köşeyi “yaşam alanı” olarak işaretleyerek sürdürdüğü mücadelede pek çok siyasal akımın girmekte zorlanacağı kılcal damarlarda hareket kabiliyeti ediniyor. Bu kabiliyet dozu gittikçe artan şiddetin karşısında çokta derin olmayan topraklarda birlikte yaşamayı öğrenen Ladinlere benziyor. Sert rüzgarların bizi devirmemesi ve kışı atlatabilmemiz için aramızda boşluk olmaması, birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.


[i] https://www.gazeteduvar.com.tr/hopada-agac-kesimini-engellemek-isteyenlere-ates-acildi-1-olu-2-yarali-haber-1717734

[ii] https://cdn-tema.mncdn.com/Uploads/Cms/artvin-ve-cevresinde-madencilik_1.pdf

[iii] https://www.gundemartvin.com/sarkilar-esliginde-doga-yuruyusu-yapildi

[iv] https://open.spotify.com/episode/3cZ7byiMOSDQYXF7lCmKMa?si=A3Y3FI0aQ0SoEzb2ghE5cQ

[v] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/cevreci-avukat-cihan-eren-oldu-38750714

[vi] http://www.rusencakir.com/Videolar/Rusen-Cakir-Ama-oldu-efendim/2

[vii] https://artigercek.com/guncel/metin-lokumcu-davasinda-karar-gunu-316649h

[viii] https://www.birgun.net/haber/borcka-da-doga-savunucusu-koyuncu-konusmasindan-dolayi-tutuklandi-tamamen-bir-kacirma-ve-alikoyma-halidir-557838