Hiçbir Şey Yerinde Değil, daha önceki deneysel ve biçimsel olarak yenilikçi işleriyle Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan yönetmenler arasında kendini ayrıştırmayı becerebilen Burak Çevik’in bu kez politik sinema türüyle temas eden yeni filmi. Konusu itibarıyla ilk bakışta filmin politik sinema kategorisinde düşünülmesine itiraz gelmeyebilir. Ancak hem meselesini ele alışı hem de Burak Çevik’in kendisi açısından filmin derdini açık ettiği röportajlarındaki sözleri dikkate alındığında, filmin politik olduğunu değil, politik bir olaydan bahseden bir drama olduğunu pekâlâ iddia edebiliriz. Zira film bilinçli tercihlerle politik bir tavır almaktan kaçınıyor.
Hiçbir Şey Yerinde Değil, Türkiye’nin en karanlık siyasi cinayetlerinden biri olan 1978 yılında Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 gencin devlet destekli ülkücü militanlar tarafından Ankara Bahçelievler’deki bir evde katledilmesinden esinlenen bir kurmaca aslında. Yani film gerçekleri yansıtma niyeti olmadığını en başından bize ilan ediyor. Çevik’in röportajlarından zaten Bahçelievler Katliamı düzeneğini filminde inandığı şeyler uğruna ölme ve öldürme arasındaki sınırlarda dolaşan insan doğası üzerine düşünmek için bir laboratuvar olarak kullandığını anlıyoruz. Siyasi tarihimizin –akabindeki yargılamalarda katilleri koruyan tipik devlet refleksini de dahil ettiğimizde – en korkunç olaylarından biri için fazlasıyla riskli bir tercih. Paramiliter gruplarca solcu öğrencilere yöneltilmiş örgütlü bir devlet şiddetinin psikolojik katarsislere indirgenerek bir kurmaca yoluyla toplumsal ve ahlaki sorumluluktan kaçması söz konusu olamaz. Maalesef Çevik’in filmi, devlet şiddeti bağlamını göz ardı ederek, şiddetin her iki tarafın da başvurduğu politik bir enstrüman olduğuna dair kurduğu suni bir polarizasyon anlatısıyla bu bahiste sınıfta kalıyor.
Çevik, katliamı senaryolaştırırken yaptığı –evdeki kişi sayısındaki farklılık ya da cinayetleri işleyen Haluk Kırcı’nın filmde anonimleştirilmesi gibi– minör değişiklerle bizi izlediğimiz şeyin kurmaca olduğuna ikna etmeye çalışsa da cinayetlerin yaşandığı gecenin detaylarının ana hatlarıyla –eve gelen ülkücülerin cinayetlere girişmeden önce dışarıda bekleyen ‘reislerine’ danışmaları gibi– filmde yer bulması bize başka türlüsünü düşündürtmüyor. Hal böyle olunca, toplumsal belleğimiz ve bilhassa sol/sosyalist geleneğin parçası olanlar için politik bir travmaya dönüşmüş olan korkunç bir olayın sinemaya taşınmasındaki temsillere ve kadrajın dışına itilerek temsil edilmeyenlere odaklanmak izleyici için kaçınılmaz bir tutum. Dolayısıyla Çevik’in T24’te Hazal Özvarış’a verdiği mülakatta[1] filminin bir döküdrama değil kurmaca olarak izlenmesini istemesi kolektif bilinçdışımızın çalışma biçimiyle uyuşmuyor.
Çevik’in karakterlerin peşinde evin içinde hayalet gibi dolanan dinamik kamera kullanımıyla yarattığı tek plan tercihinin cinayet gecesi atmosferi için ihtiyaç duyulan tekinsizliğe hizmet ettiği yadsınamaz. Olacakları peşinen biliyoruz, yine de havadaki ağırlığın bize gerginlik olarak dönmesine engel olamıyoruz. Filmin en başarılı taraflarından biri de bu sanırım. Şenlikli bir evin üzerinde dolaşan kara bulutlar, cinayetler ve idamlarla 70'leri kana bulayan karşı-devrimci karanlığı haber veriyor bize. Fakat film, yarattığı atmosferden güç alarak ortaya koyduğu sezdirme becerisini kendi versiyonunu anlatmaya giriştiği hikâyenin büyüsüne kapılarak yavaş yavaş yitiriyor.
Dışarıdan gelen iki kişi cinayet maksadıyla eve girene kadar içerideki öğrenciler çoğunlukla Türkiye sol hareketinin de artık çeşitli bölgelerde silahlanmaya başladığını tartışıyor. Beş örgütlü genç arasında hâkim görüş silahsızlıktan yana olsa da silahın bir öz savunma aracı olarak kullanılabileceği fikri de masaya yatırılıyor. Cinayetten hemen önce bu diyaloğun seçilmesinin elbette bir amacı var. Bir yandan bu beş kişilik grup özelinde silahsız oldukları ve silahsız mücadeleyi savundukları için onlara atfedilen ahlaki masumiyet yargısını ve kurban rolünü pekiştirmek, diğer yandan solun da topluma korku salan çatışma ortamının silahlı faillerinden biri olduğunu dolaylı yoldan ortaya koymak. Bu ikinci durumun niyet okumadan ibaret olmadığını düşünmemiz için elimizde başka veriler de var. Elleri ve ağızları bağlanan gençlerin tamamen pasifize edilerek söz ve eylem sırasının ülkücü militanlara geçtiği sekanslarda arka arkaya sıralanan, solcular tarafından işlendiği öne sürülen cinayetler. Burada başvurulan tasvirler, silahsız oldukları halde silahla infaz edildikleri için sosyalist gençlere ve onları öldürenlere bakışımızdaki mazlum-zalim ahlaki hiyerarşisini dengeye oturtmaya niyetleniyor: Solcular tarafından akciğerlerine hava basılarak öldürülen, öldüğünde cebinde sadece 35 kuruş bulunan ya da otopsi raporunda bir aydan fazladır yemek yemediği tespit edilen milliyetçi gençler. Esir alınan öğrencilerin yanında her biri grafik ve dramatik detaylar içeren bu cinayetlerin bir intikam ve meşrulaştırma anlatısı olarak ülkücüler tarafından zikredilmesi, o meşhur sağ-sol çatışması diye bir çırpıda birbirine eşitlenen hegemonik paradigmaya doğrudan hizmet ediyor. Fatih Altaylı’nın Youtube kanalında şiddetin çift kutuplu Türkiye tarihindeki döngüselliğinden dem vuran Burak Çevik, ‘üçüncü yol her zaman mümkün’[2] diyerek filmindeki anlatı tercihleri konusunda şüpheye yer bırakmıyor bana kalırsa.
Elbette bu cinayetlerin varlığını ya da korkunçluk boyutunu inkâr etmek mümkün değil. Fakat dünyanın her yerinde devletlerin hem yasal zor aygıtları hem de toplumun kılcallarına sızarak örgütlediği ve desteklediği paramiliter grupların devrimci ve muhalif gruplara karşı uyguladığı şiddeti –Türkiye’de de devlet tarafından Komünizmle Mücadele Dernekleri hiç kurdurulmamış gibi– asıl bağlamından kopararak iki denk gücün çatışmasına indirgenmesinde de etik-politik bir problem olduğu çok açık. Ancak bunlarla da sınırlı değil. Mazlum-zalim ikiliğinin dengesiyle oynamak için bir de kurmaca hikâyeye eve gelen iki kişiden birinin ilk cinayetten sonra kusması, şiddet uygulama konusundaki çekimserliği ve en sonunda vazgeçerek evi terk etmesiyle kurulan insanileştirme dinamiği ekleniyor. Böylece Çevik’in en başından beri kurmak istediği insanın davası uğruna ölme ve öldürme iradesine dair sürtünmesiz politik ortam laboratuvarı amacına ulaşmış oluyor.
Burada niyetim Burak Çevik’in ideolojik bir manipülasyon peşinde olduğunu iddia etmek değil, bilakis politik bağlamı göz ardı edilerek salt sanatsal saiklerle yapılmış tercihlerin statükocu bakışı pekiştirdiğini tespit etmek. Çevik, bu filmde asıl yapmak istediği şeyi, bildiğimiz kadarıyla siyasi tarafları olmayan ve kendi ailesi içinde vuku bulan bir cinayeti farklı biçimsel tercihlerle anlattığı filmi Aidiyet’te hakkıyla yapıyor zaten. Orada, cinayete uzanan bir birlikteliğin fotoğrafını soğukkanlı bir mesafeyle çekmeyi başarıyordu. Ancak Hiçbir Şey Yerinde Değil filmindeki mesafelenme çabası –her ne kadar Bahçelievler katliamını senaryolaştırırken izleyiciye bir gözlük vermediğini iddia etse de–[3] devletin dahlinin görünmez kılındığı bir depolitizasyona hizmet ediyor. Final sekansında, solcu öğrencilerin ölü bedenlerinin üzerinde dolaştıktan sonra kameranın televizyonun kapanışında okunan İstiklal Marşı ve bayrak görseline yakınlaşarak sabitlenmesi, devleti ve her politik cinayeti aklamak için kullanışlı hale getirilen ‘kutsalları’ hatırlatan bir sembolizm olarak burada şerh düşülebilir. Ancak filmin geri kalanındaki doğrudanlıkla buradaki çağrışımsal anlamın terazideki yoğunluk farkı bu yerleştirmenin etkisini cılızlaştırıyor. Yani filmin başından sonuna dek bile isteye minderden kaçırılan asimetrik güç ilişkilerinin ancak kapanışa yetişebilen bir göndermeyle sembolik geri çağrılması, filmin adına tersinden bir referansla söylersek, her şeyi yerli yerine koymaya yetmiyor.
[1] https://t24.com.tr/yazarlar/hazal-ozvaris/bahcelievler-katliamini-sinemaya-tasiyan-yonetmen-burak-cevik-filmimi-ulkuculere-ya-da-solculara-begendirmekle-ilgilenmiyorum,46506
[2] "Üçüncü bir yol her zaman var!" / Burak Çevik & İpek Erden & Fatih Altaylı
https://www.youtube.com/watch?v=eixXY_1DIDg&t=966s&ab_channel=FatihAltayl%C4%B1
[3] http://t24.com.tr/yazarlar/hazal-ozvaris/bahcelievler-katliamini-sinemaya-tasiyan-yonetmen-burak-cevik-filmimi-ulkuculere-ya-da-solculara-begendirmekle-ilgilenmiyorum,46506