Sözün Başladığı Yer

“Barış, sonuçta, bir olay değil, bir süreçtir. Bu süreçte adım adım güven duygusu inşa edilir. Kalıcı bir çözüm bulabilmek için ise, hem siyasi hem de kişisel anlamda, epeyce bir acıyı içinize atmanız gerekir.”

“Barış istiyorsak, terörist gruplarla konuşmaktan başka bir seçenek var mı?” diye soran Jonathan Powell’ın, on yıl boyunca IRA’yla yürüttüğü barış görüşmelerine ilişkin anı ve düşüncelerine dayalı Talking to the Enemy [Düşmanla Konuşmak], şiddetin karşısında diyalog çabasının kişisel boyutlarıyla ilgili çarpıcı bir belgeseldi. 2010 yılında BBC 4’da yayınlanan, Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair’in başdanışmanı olarak Kuzey İrlanda baş görüşmecisi görevini yürütmüş Jonathan Powell’ın hatıralarına dayanarak David Stenhouse tarafından hazırlanan ‘Talking to the Enemy’ adlı bu radyo belgeseli, Ayça Abakan’ın çevirisi ile ‘Düşmanla Konuşmak’ adı altında BBC Türkçe’de de yayınlanmıştı. Bu üç bölümlük belgeselde “düşmanla aynı masaya ne zaman oturulabilir” sorusu, Powell’ın IRA deneyimlerinin yanı sıra, barış girişimlerinde çeşitli kurumları temsilen FKÖ, FARC gibi örgütlerin kilit isimleriyle görüşmeler yapmış diplomatların hatıraları aracılığıyla inceleniyordu. Belgeselin odak noktası ise, bu tür diyalogların olasılıkları ve olanakları üzerine konuşurken genellikle kaçırdığımız bir noktaydı: görüşmeleri yürütenler arasında oluşan psikolojik dinamikler.

Son günlerde DEM heyetinin MHP ve AKP ziyaretlerindeki selamlaşma, el sıkışma, gülümseme anlarının görüntülerini izlerken hepimizin aklından az çok geçen o dinamikler yani…

Milyonlarca insanın hayatını ve geleceğini ilgilendiren bu çok aktörlü, çok boyutlu sosyal sorunları çözme yönündeki çabalar, en nihayetinde, karşı karşıya gelip konuşmaya çalışan bireyler arasında gerçekleşen psikolojik düellolar üzerinden ilerliyor. İşte bu gerçeğin altını çizen belgeselde, bir komandantenin bir çocuğa sevgi gösterdiği ana tanık olurken yaşanan şaşkınlık, ‘düşmanın’ annesinin pişirdiği çorbayı içerken hissedilenler, muhataba bir yumruk atmaya engel olmanın çok zorlaştığı anda konuşmayı sürdürebilmek için gösterilen çaba gibi anekdotlarla, barış için diyalog kurma işini yüklenenlerin kişisel ölçekte yaşadıkları çatışmaların, korkuların, öfkelerin ve yumuşamaların dokunaklı bir tablosu sunuluyordu.

Konuşanları Suçlamanın Dayanılmaz Hafifliği

Programın ilk bölümü, çellolar arasından duyulan şu sözlerle açılıyor: “Bugün İrlanda yönetimini paylaşan isimlerden bazıları, geçmişte terörist olarak adlandırılmıştı, ta ki Birleşik Krallık yönetimi bu grup ve kişilerle bir masaya oturup konuşmaya başlamaktan başka bir yol olmadığını kararlaştırıncaya dek.”

Powell, anlatmaya, 1997’de Sinn Fein liderlerinden Martin McGuinness’in kendisini arayıp, kimliğini gizleyerek ve güvenlik birimlerine haber vermeden Kuzey İrlanda’nın Derry şehrine gelmesini söylemesiyle gerçekleşen ilk buluşmadan başlıyor. Bu görüşmeden sonra da, “Katolik Batı Belfast’taki güvenli evlerde ve İrlanda’da başka yerlerde” birçok buluşma gerçekleştiğini belirten Powell, amacın “Cumhuriyetçilerle, kendi mahallelerinde buluşarak bir güven ve inanma duygusu oluşturmak” olduğunu belirtiyor.

“Teröristlerle görüşmeye gittiği” için “onların tutsağı haline gelmekle” eleştirildiğini, ama barış zeminini oluşturmak için bu güven duygusunun gerektiğini söyleyen Powell, o dönemdeki asıl sorununun “IRA’yla herhangi bir görüşmenin tamamen yasaklanmış” olması olduğunu ve o sırada kimsenin diyalog düşüncesiyle ilgilenmediğini ekliyor. Powell’ın; kariyerini, hatta hayatını tehlikeye atarak gizlice başlattığı görüşmeler daha sonra Blair’in onayını almış ve bu iletişim kanalı aracılığıyla IRA içindeki güvercinlerle yakalanan diyalog, yıllar boyunca hükümet ve IRA arasındaki iletişim olanağının temelini teşkil etmişti.

1999’da 29 sivilin ölmesi, yüzlerce sivilin de sakat kalmasıyla sonuçlanan ve IRA içindeki isyancı bir grup tarafından düzenlenen Omagh saldırısı, barış sürecine büyük bir sekte vurmuştu. Belgeselde, IRA’nın bir dönem “bir elde seçim sandığı, bir elde tüfek” olarak tanımladığı stratejiyle, yani örgütün bir yandan görüşmeleri, bir yandan şiddet eylemlerini yürütme eğilimiyle mücadelenin önemine ve zorluklarına da dikkat çekiliyor.

Kalıcı Bir Çözüm Arayışı

Powell, süreci aşama aşama anlatırken şu gerçeği dile getiriyor: “Barış, sonuçta, bir olay değil, bir süreçtir. Bu süreçte adım adım güven duygusu inşa edilir. Kalıcı bir çözüm bulabilmek içinse, hem siyasi hem de kişisel anlamda, epeyce bir acıyı içinize atmanız gerekir.”

Belgeselde yorumlarını duyduğumuz bir diğer isim ise 2006’da Gerry Adams ve Martin Mc Guinnes’la biraraya gelen Kuzey İrlanda Emniyet Müdürü Hugh Orde. Orda, kendi deneyimleriyle vardığı sonucu şöyle aktarıyor:

“Ben terörizmin fiziksel güçle nihayet bozguna uğratılabildiği tek bir örnek bile bilmiyorum. […] Bu görüşlerimi açık bir şekilde söylediğimde, bana bir örnek gösterilmesini istedim. Kimse bana bir örnek veremedi. Bence Tamil Kaplanları’na ne olacağını izlemek hayli ilginç olacak. Zira, hayli zalimane bir son oldu onlarınki. Uygulanan askeri çözümün geçen zamana dayanıp dayanmayacağını bekleyip göreceğiz.”

Bu günlerde, ülkemizde yaşanan sürece dair acımasızca yorumlar yapanların bir kere daha düşünmesi gereken bir konu bu. Orde’un, böyle bir yaklaşıma hem insani boyutu, hem de kalıcılığı açısından getirdiği eleştiri son derece önemli bir noktaya işaret ediyor. Belgesel, Powell’ın şu sözleriyle kapanıyor:    

“[III.] Makarios, [Menachem] Begin ve [Jomo] Kenyatta’yla birer terörist olarak görüldükleri dönemde savaş verdik. Ama daha sonra yine aynı kişilerle birer devlet adamı olarak da iş yaptık. IRA’yla da aynı şeyi yaptık. Şimdi, yeni terörist gruplarla savaşıyoruz. Ve, sonuçta, belki, onlarla da konuşmaya başlayabiliriz.”