Tüketim eylemlerimiz, gündelik hayatımızın en sıradan ve aynı zamanda en politik kararları arasında yer alır. Neyi, nereden, hangi şartlarda aldığımız; hangi markayı tercih ettiğimiz ya da hangi ürünlerden kaçındığımız, sandıkta oy vermek kadar etkili bir siyasi katılım biçimi olabilir. Bu bağlamda ekonomik boykot, sıradan yurttaşın elindeki belki de en güçlü sivil itaatsizlik araçlarından biridir - özellikle sözün kısıtlandığı, siyasi ifade özgürlüğünün kısıtlandığı veya tartışmalı hale geldiği dönemlerde.
Bu yazıda, ekonomik boykotun günümüz kapitalist düzeninde ve ülkemiz özgül koşullarında nasıl etkin bir sivil direnç aracı olabileceğini, boykotun tarihsel örneklerinden yola çıkarak tartışma niyetindeyim.
Piyasa Demokrasisinde Yurttaş-Tüketici
Modern kapitalizm, bizleri sadece yurttaş değil, aynı zamanda birer "tüketici" olarak konumlandırır. Bu ikili kimlik, demokratik katılımın sınırları daralırken, ekonomik alandaki tercihlerimizi güçlü bir politik araca dönüştürür. Albert Hirschman'ın "Çıkış, Ses ve Sadakat" üçlemesinde belirttiği gibi, memnuniyetsizlik durumunda iki temel tepki mevcuttur: ya protestonuzu dile getirirsiniz (ses) ya da o ilişkiden çekilirsiniz (çıkış).
Bugün birçok ülkede, "ses" giderek kısıtlanmakta, protesto hakkı fiilen ortadan kalkmakta, muhaliflerin sözleri suç delili haline getirilmektedir. İşte tam da bu noktada, "çıkış" seçeneği -yani boykot- yurttaşlar için güçlü bir direniş aracına dönüşür. Kapitalist sistem, tüm çelişkilerine rağmen, bir gerçeği kabul eder: müşteri velinimettir. Tüketicilerin kolektif tercihleri, şirketleri ve dolayısıyla onlarla iç içe geçmiş politik yapıları etkileme gücüne sahiptir.
Tarih, ekonomik boykotların toplumsal dönüşümlerin önemli katalizörleri olduğunu göstermiştir. Gandhi'nin Hindistan'daki Swadeshi hareketi, ABD’de 1950’li yıllarda Rosa Parks'la başlayan Montgomery otobüs boykotu, ya da apartheid rejimine karşı uluslararası boykotlar - tümü ekonomik alanı politik mücadelenin merkezine taşımıştır. Bu örnekler gösterir ki, görünüşte sıradan bir alışveriş kararı, kolektif bir eyleme dönüştüğünde, sistemleri değiştirebilecek güce kavuşur.
Boykotun Günümüz Dijital Çağındaki Potansiyeli
Sosyal medya ve dijital iletişim teknolojileri, boykotların örgütlenmesini ve yayılmasını hiç olmadığı kadar kolaylaştırmıştır. Dijital platformlar, ana akım medyanın kontrolünden çıkan, yatay örgütlenmeye olanak sağlayan, hızlı ve etkili bir iletişim alanı sunmaktadır. Bu da iktidarlara yakın şirketlerin kamuoyundan gizleyebildikleri etik dışı uygulamaların, insan hakları ihlallerinin veya antidemokratik tutumların hızla ifşa edilmesini ve organize tepkilere dönüşmesini sağlar. "Hashtag aktivizmi" elbette tek başına yeterli değildir; dijital platformlarda paylaşım yapmak ile tüketim alışkanlıklarını değiştirmek arasında önemli bir fark vardır. Ancak doğru tasarlanmış bir boykot stratejisi, sosyal medyanın katalizör etkisini gerçek ekonomik davranış değişikliğine dönüştürebilir.
Öte yandan, dijital teknolojiler, şirketleri daha önce görülmemiş bir şeffaflık baskısı altına sokmaktadır. İktidar ve sermaye arasındaki ilişkiler, ihale usulsüzlükleri, vergi kaçırma, çevre tahribatı gibi konular artık kolayca belgelenebilmekte ve geniş kitlelere ulaştırılabilmektedir. Bu şeffaflık, tüketicilere bilinçli tercihler yapma ve politik duruşlarını ekonomik kararlarına yansıtma gücü verir.
Ekonomik Boykotların Potansiyeli
Mevcut ekonomi-politik bağlamda ekonomik boykotlar, özellikle demokratik kanalların tıkandığı bir ortamda, etkin bir sivil direniş aracı olabilir. İktidar-sermaye ilişkilerinin son derece görünür hale geldiği, bazı şirketlerin doğrudan iktidarın uzantısı gibi davrandığı, medya kuruluşlarının büyük bölümünün tekelleştiği bir ortamda, tüketicilerin ekonomik tercihleri politik bir anlam kazanır.
Etkin bir boykotun ilk koşulu, doğru hedefleme stratejisidir. İktidarla organik bağı olan, kamu ihalelerinden beslenen, vergi avantajlarından yararlanan, muhalif sesleri susturmak için reklam gücünü kullanan şirketler, boykot için stratejik hedeflerdir. Bu şirketlerin ürün ve hizmetlerine yönelik tüketici boykotları, hem ekonomik hem de sembolik bir darbe etkisi yaratabilir.
Türkiye'de süregelen ekonomik kriz, paradoksal biçimde boykotların etkisini artırabilir. Şirketlerin kar marjlarının daraldığı, pazar payı kayıplarının kritik eşiği aştığı bir ortamda, tüketici boykotları daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Özellikle lüks tüketim, eğlence, medya, gıda gibi rekabetçi ve alternatifi bol olan sektörlerde, boykotların etkinliği daha yüksektir.
Boykotlara karşı sıkça dile getirilen "çalışanlar zarar görür" argümanı, çoğu zaman şirketlerin sorumluluktan kaçma taktiğidir. Demokratik ilkeleri ve insan haklarını hiçe sayan şirketler, konu kendi çalışanlarına geldiğinde sahte bir hümanizm sergilerler. Oysa bu şirketlerin çalışanları çoğu zaman düşük ücretler, güvencesiz koşullar ve sendikal baskı altında çalışmaktadır. Boykotlar, uzun vadede bu şirketleri etik davranmaya zorlayarak, çalışanlar için de daha adil koşullar yaratılmasına katkıda bulunabilir.
Somut Stratejiler: Etkili Bir Boykot Nasıl Örgütlenir?
Mevcut koşullarda etkili bir boykot kampanyası için somut bazı stratejiler önerilebilir:
Net ve ikna edici bir anlatı oluşturma: Boykotun gerekçesi, hedefi ve talepleri açık ve anlaşılır olmalıdır. "Bu şirket şu sebeplerden dolayı demokratik değerlere aykırı davranmaktadır, şu politikasını değiştirene kadar ürünlerini almıyoruz" gibi net bir mesaj, katılımı artırır.
Alternatif sunma: Her boykot kampanyası, tüketicilere alternatifler sunmalıdır. Örneğin, belirli büyük zincir marketleri boykot ederken, yerel pazarları, kooperatifleri, bağımsız üreticileri destekleme çağrısı yapılabilir.
Koordinasyon ve dayanışma ağları kurma: Boykotun sürdürülebilir olması için, farklı toplumsal kesimleri bir araya getiren dayanışma ağları oluşturulmalıdır. Mahalle grupları, tüketici kooperatifleri, sivil toplum örgütleri ve dijital platformlar bu ağın parçaları olabilir.
Somut başarılar hedefleme: Tüm sistemi bir anda değiştirmek yerine, kazanılabilir küçük zaferler hedeflemek daha etkilidir. Bir şirketin belirli bir uygulamayı değiştirmesi, bir reklam kampanyasını geri çekmesi, tartışmalı bir sponsorluğu sonlandırması gibi somut başarılar, hareketin ivmesini artırır.
Yaratıcı taktikler geliştirme: Klasik boykot çağrılarının ötesinde, dikkat çekici ve yaratıcı taktikler kullanmak, katılımı artırabilir. Örneğin, boykot edilen bir markanın ürünlerini satın almak yerine, o parayla bir dayanışma ağına bağış yapma çağrısı, ekonomik etkiyi ikiye katlayabilir.
Bir Sivil İtaatsizlik Biçimi Olarak Ekonomik Boykot
Ekonomik boykotları basit bir tüketici tepkisinden öte, güçlü bir sivil itaatsizlik biçimi olarak düşünmek gerekir. Henry David Thoreau'dan Martin Luther King Jr.'a, Mahatma Gandhi'den Hannah Arendt'e birçok düşünür, sivil itaatsizliğin demokratik bir toplumda meşru bir direnç biçimi olduğunu savunmuştur.
Boykot, şiddet içermeyen ancak etkili bir direniş aracıdır. Kişiyi sokakta fiziksel risklerle karşı karşıya bırakmadan, politik duruşunu ifade etme imkânı verir. Bu özelliği, baskıcı rejimlerde bile belli bir hareket alanı açar. Sokak protestolarının yasaklandığı, gösteri yapanların gözaltına alındığı, basın açıklamalarının engellendiği ortamlarda bile, tüketici tercihlerini değiştirmek genellikle mümkündür.
Boykot, görünüşte pasif bir eylem gibi dursa da, aslında son derece aktif bir politik tavır alma biçimidir. Gandhi'nin deyimiyle, "işbirliği yapmama" (non-cooperation) stratejisi, sistemin devamı için gerekli olan rızayı ve desteği geri çeker. Bu, sistemin kendi çelişkilerini görünür kılar ve değişime zorlar.
Boykotlar, politik tartışmaları soyut alanlardan gündelik hayata taşır. Hangi marketten alışveriş yapacağımız, hangi gazeteyi okuyacağımız, hangi kafede oturacağımız gibi kararlar, politik duruşumuzu ifade eden birer eyleme dönüşür. Bu da politik katılımı demokratikleştirir, her yaştan ve kesimden insana ulaşılabilir kılar.
Sonuç Niyetine
Ekonomik boykotlar, demokratik kanalların daraldığı ortamlarda, yurttaşlar için güçlü bir sivil direnç aracıdır. Bugün, iktidar-sermaye ilişkilerinin olağanüstü görünür hale geldiği, bazı şirketlerin doğrudan iktidarın uzantısı gibi davrandığı, demokratik hakların sistematik biçimde kısıtlandığı bir ortamda, tüketicilerin ekonomik tercihleri politik bir anlam kazanmaktadır.
Ekonomik boykotlar, işbirliği yapmayı reddetmenin, rızayı geri çekmenin, sessiz ama güçlü bir protestonun ifadesidir. Sandıkta oy vermek önemlidir, ancak demokrasi sadece dört yılda bir sandığa gitmek değildir. Demokrasi, gündelik hayatımızın her anında, her kararımızda, her alışverişimizde yaşadığımız bir süreçtir.
Günümüzde, bazı şirketlerin ürünlerini almamak, bazı medya organlarını okumamak veya izlememek, bazı platformları kullanmamak, politik bir duruş sergilemek anlamına gelir. Bu tercihler, kolektif bir harekete dönüştüğünde, görünüşte küçük kararlar büyük değişimlerin kapısını aralayabilir. Bununla birlikte, boykotun riskleri de göz ardı edilmemeli. Boykotun geniş katılım sağlamaması durumunda, aksi yönde mesaj verme ihtimali de söz konusudur. Ayrıca ekonomik gücü elinde tutan şirketlerin ve siyasi iktidarın karşı hamleleri ve misillemeleri de bu tür girişimleri zorlaştırabilir. Bu bağlamda, ekonomik boykot çağrılarının hem dikkatli hem de stratejik bir biçimde ele alınması gerektiği ortadadır.
Ekonomik boykotlar yoluyla, tüketici bilincimizi politik eyleme dönüştürerek, demokratik değerler ve insan hakları konusunda tavizsiz bir duruş sergileyebiliriz. Cüzdanlarımızdaki gücü keşfederek, sandıkların ötesinde bir demokrasi pratiği geliştirebiliriz. Zira unutmayalım ki, bir ürünü alıp almama kararımız, sandıkta oy vermek kadar, belki de daha da fazla, politik bir karardır.