Şiddet içermeyen bir eylem türü olarak ekonomik boykot, bireylerin veya toplulukların belirli bir amaca yönelik olarak hedeflenen ülkelere, şirketlere veya markalara karşı mal ve hizmet alımının bilinçli olarak durdurulması şeklinde tanımlanır. Temelinde ekonomik, sosyal, kültürel ve etik sebeplerin olabildiği bu eylem çeşidinde halkın tüketimden gelen gücünün toplumsal talepleri kabul ettirmede etkili bir araç olarak kullanılması hedeflenir.
Geçmişten Günümüze Çeşitli Boykot Örnekleri
Tarihsel olarak, tüketici boykotlarının hem başarılı hem de başarısız pek çok örneğine rastlamak mümkündür. Örneğin, 1700’lü yılların sonlarında o dönem bir İngiliz kolonisi olan Amerika’da gerçekleşen ve İngiliz hükümetini başta vergilendirme ve bölgenin temsiliyeti bağlamında adaletsizlikle suçlayıp hedef alan bir dizi ekonomik boykot, Londra’nın bazı alanlarda geri adım atmasına neden olmuş; aynı zamanda ilerleyen dönemde başlayacak Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın toplumsal temelini oluşturmuştur. Benzer şekilde, İrlanda’da gerçekleşen ve boykot kavramına ismini veren Charles Boycott’a yönelik sosyal izolasyon kampanyası, ya da her ne kadar kısa vadede başarısız gibi görünse de, Milano halkının işgalci Metternich tekellerine karşı yürüttüğü, toplum hafızasında yer edinen ve ilerleyen süreçte İtalyan bağımsızlık mücadelesine zemin hazırlayan eylemlerin temelinde de, aynı ortak duygular bulunmaktadır. Bu tür hareketlerin tamamı, karşılarında buldukları bir adaletsizliğe karşı doğmuş; bu adaletsizliğin faili olarak gördükleri kişi ve kurumları hedef almış ve nihayetinde arkalarına almayı hedefledikleri sosyal tabanı konsolide ederek ortak bir bilinç yaratma çabası taşımıştır. Yazının ilerleyen bölümlerinde ele alacağım boykotun başarı kriterleri tartışılırken de, bu ortak özellikler bize önemli bir zemin sunacaktır.
Neoliberalizmin Işığında Tüketim Kavramı ve İşlevi
Her ne kadar geçmişteki örnekleriyle benzer duygular ve yöntemlerle ortaya çıksa da günümüz dünyasında tüketim kavramının hem ekonomik hem de toplumsal yapıda daha katmanlı ve farklı bir anlam taşıması sebebiyle, günümüzdeki ekonomik boykotların işlevini tam manasıyla kavrayabilmek için bugünü şekillendiren hâkim iktisadi ve sosyal paradigmaya değinmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
1980 sonrasında dünya ekonomisinin rotasına yön veren neoliberalizm, ekonomik yapının tamamıyla piyasanın insafına terk edildiği, özelleştirmeler ve buna yönelik hukuki düzenlemelerle devletin ekonomik yapıdan çekildiği birtakım politikalar bütününü ifade eder. Böyle bir yapıda, ekonomik sistemin geçirdiği dönüşümün yalnızca piyasa mekanizmasını değil, toplumsal yapıyı ve toplumdaki bireylerin hayat tarzını da etkilediği aşikardır. Kalkınmacı devletin tabutuna çakılan her çivinin toplumdaki bir karşılığı olarak; neoliberal devlette yurttaşın yerini müşterilerin alması, tüketimin önceki dönemlerden farklı olarak popüler kültürün bir parçası ve bu yeni toplumsal yapıda tüketme eyleminin ihtiyacın ötesinde bireyin kimlik inşasında bir araç haline gelmesi ortaya çıkmıştır. Tüketim mallarının toplumun gündelik işleyişinde ihtiva ettiği anlamın artmasıyla yaratılan tüketim toplumu, esasında bu dönemki iktisat politikalarının doğal bir sonucu ve tamamlayıcısıdır.
Boykot Nihai Çözüm Mü, Yoksa Bir Basamak Mı ?
Bu bağlamda, böyle bir çağda uygulanan tüketim boykotlarının piyasa mekanizmasının içindeki en önemli araçlardan birini kullanarak, yani sistemin içerisinde kalarak onun aleyhine çalışma anlamına geldiğinin altını çizmek bu tür eylemliliklerin hem anlamını hem de sınırlarını kavrayabilmek açısından önemli olmaktadır. Sınırlarını anlama kısmını özellikle vurguluyorum, zira tüketim kavramının geçmişe nazaran daha önemli bir anlam taşıdığı bir zaman diliminde tüketmeme eylemine dayalı bir sivil itaatsizlik eyleminin yansıması ve yarattığı algı şüphesiz daha farklı olacaktır. Fakat, bu durumun da kendi içerisinde belli başlı sorunlar taşıdığı da görülmektedir. Öncelikle, sistem ile edilecek bir kavgada sadece sistemin temel araçlarını kullanarak, onun çizdiği sınırlar içerisinde kalmak birtakım kökten değişimlerin önünü alırken, bir diğer yandan, toplumsal ilişkilerde bu denli önemli bir yere sahip bir kavrama uzun süre ve sistematik olmayan bir biçimde yaslanma eylem pratiği açısından hem zor, hem de elde edilmesi beklenen sonuçlara ulaşma bağlamında sürdürülebilir olmayabilir. Ayrıca, zaman ve mekândan bağımsız olarak, tarihteki başarılı ve başarısız tüm boykot örneklerinin bize sunduğu gerçekliğe göre, ekonomik boykot daha büyük bir toplumsal harekete evrilmediğinde büyük kazanımlar elde etmekten her daim uzak kalmıştır. Tam da bu yüzden boykot kavramına kendi bağlamı içerisinde aşırı anlam atfetmek ve ondan potansiyelinin üzerinde beklentiler içerisinde olmak, beraberinde birçok olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir yaklaşım olmaktadır.
Bu noktada ekonomik boykotların özünde bir adalet arayışının yattığını ve aynı hisleri taşıyan bireyleri konsolide etme amacı taşıdığını göz önünde bulundurmak; dolayısıyla eylemin bu yönüne odaklanmak daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Elde edilen sonuçtan bağımsız, ekonomik boykotu toplum içerisinde kendisini yalnız hissetmeme ve “tarihin doğru yerinde durduğunu bilme” hissiyle beraber, katılımcıların dayanışma ruhunu tetikleyen ve uzun süreye yayılmış, politik bir amacı olan, sınırları, ve hedefleri net bir şekilde ifade edilmiş ve en önemlisi daha kapsamlı bir toplumsal harekete geçişin hazırlayıcısı olarak düşünmek bu tarz bir eylemliliğin selameti açısından daha önemli olacaktır. Zira, kısa vadeli ve kökten çözümler beklenilerek girişilen bir tüketici boykotu, kendi potansiyeline göre oldukça olumlu ilerleyen bir süreci baltalayıp, katılımcılarda mücadeleye yönelik olumsuz bir algı yaratabilir.
Ne Yapmalı ?
Mevcut koşullar altında yukarıda bahsedilen olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak için mücadelenin yalnızca tüketim sathında kalmaması, tarihsel olarak emek hareketinin en güçlü eylem biçimlerinden olan genel grev gibi eylemlerle birleşmesi gerekmektedir. Tüketici bilincinin yerini alacak sınıf bilinci sistemin içerisiyle sınırlı kalabilecek hareketleri onun sınırları dışına taşıyabilir. Böylece toplumun tüketimden gelen gücüne ek, hatta daha da güçlü bir şekilde, üretimden gelen gücünü kullanarak toplumsal yaşamı etkilemesi ve sistemin işleyişine doğrudan müdahale etmesi anlamı taşımaktadır. Böylece kolektif hareket daha büyük bir toplumsal bilinçlenme sürecinin parçası olarak konumlanacak ve tarihten birçok örneğini gördüğümüz üzere daha büyük toplumsal kazanımlara yol açabilecektir. 15-16 Haziran eylemlerinden Zonguldak büyük madenci yürüyüşüne, toplumun hafızasında yer edinmiş ve hem gerçekleştiği dönemlerin politik atmosferinde etkilenip, hem de sonraki dönemki atmosferin değişmesinde de oldukça etkili olmuştur.
***
Bireylerin adalet arayışı doğrultusunda başvurdukları şiddet içermeyen bir eylem biçimi olarak ekonomik boykot, katılımcılar arasında dayanışma duygularını beslemesi ile günümüzdeki ekonomik ve toplumsal yapıda önemli bir araç olan tüketim sürecini kullanması açısından önemli bir araçtır. Bunların yanında, boykotun ideolojik yapısı ve mevcut hegemonya ile mücadelede toplumsal yapıyı ne derece etkileyebildiği kritik bir önem taşımaktadır. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus, tüketim kavramına yegane bir anlam yüklememek olmalıdır, zira yalnızca bireysel tüketici kimliğine hapsolmuş bir anlayışın mücadeleyi geri plana itme ihtimali bulunmaktadır. Dolayısıyla bu tür bir eylemin sınıf bilincine dayanan, kolektif bir pratikle birleştirilmesi, üretimden gelen gücün mücadeleye dahil edilmesiyle toplumsal mücadele daha başarılı sonuçlar elde edebilir.