Kırmızı Lamba Altında: Metin Turan’ın Frankfurt’u

Frankfurt Kırmızı Lamba

uzun adımlarını küçülterek geldin üç durak uzakta durdun

denize bakar gibi durgun dağı tırmanır gibi telaşlı

hepsi hepsi ellerindeydi.

durdun

saklanmış bir balkon vardı freud’un gizli dolaplarını anlattın

adorno diyordun kuşkuyu pizzaya ekleyerek gözlerimi yordun

sen geldin rengârenk yağmurlar yağdı

pembeden mora döndü kaldırım

ve çocuklar çiçek suladı

harfleri kaldırımlardan toplayan budala gençlerdik

peltekçe konuşan kekeleyerek gülen cesurca ağlayan

ta uzaklarda uzaklardan da uzaklarda

her şarkının arasına bir marş sığdıran işçilerdik

durdun

frankfurt kırmızı lamba 

Tamamını yukarıda aktardığım şiir, Türkiyeli bir şairin dünyanın en büyük finans merkezlerinden Frankfurt’a uzanan ekonomi-politik yolculuğuna lirik bir izdüşümdür. Karmaşıklığını kavramakta zorlandığımız süreçleri yorumlarken edebiyat, en önemli başvuru kaynaklarından birini oluşturur. Mekânlar, simgeler ve aktörler ise zihnimizin labirentlerini berraklaştıran, en azından çıkış yolunu işaret eden unsurlar olarak bize rehberlik eder. Metin Turan’ın yakın zamanda 7. baskısı yayımlanan Sokaklar Kentler Ülkeler adlı şiir kitabında yer alan “Frankfurt Kırmızı Lamba” şiiri, mekân olarak Almanya’nın Frankfurt kentini konu edinse de, geniş çağrışımlarıyla felsefi bir derinlik taşır. Şiir, kenti yalnızca yaşanan bir mekânsal arka plan olarak görmez; bireyin ruhsal dokusu, toplumsal belleğin katmanları ve neoliberal düzenin iktidar biçimleriyle etkileşimi içinde çok boyutlu bir yapı olarak konumlandırır. Kentin, coğrafi bir yer olmaktan çıkarak ideolojilerin, ekonomik ilişkilerin ve kültürel çatışmaların iç içe geçtiği bir güç sahası hâline geldiğini vurgular.

Frankfurt, bir yandan Avrupa’nın önde gelen finans merkezleri ve küresel kapitalizmin simgesel mekânlarından biri olmaya devam ederken; öte yandan 1923 yılında Frankfurt’ta kurulan, günümüzde Frankfurt Okulu olarak bilinen, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü çatısı altında birleşen filozof ve bilim insanlarının teorik ve felsefi görüşlerinin yarattığı ekolün de ev sahibidir. Frankfurt Okulu’nun eleştirel teori geleneğini doğuran entelektüel iklimi, Walter Benjamin’den Theodor W. Adorno’ya ve Jürgen Habermas’a değin uzanan düşünsel mirası ile modernitenin sorgulandığı bir kavramsal laboratuvar işlevi görür adeta. Turan’ın şiiri, bu karşıtlıklarla örülü kentsel dokunun izlerini taşırken, aynı zamanda bireyin varoluşsal kırılganlığı ve neoliberal baskının kesiştiği noktalara işaret eder.

Denize bakar gibi durgun dağı tırmanır gibi telaşlı

hepsi hepsi ellerindeydi.”

Üstteki dizelerinde bu karşıtlıklara dikkat çeker. Gerçeklik açısından yaklaşınca, şairin Frankfurt ile ilişkisi somut bir gözlemden çıkar; Goethe Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği “Türkiye’de 1950 Sonrası Alevi-Bektaşi Şiiri”[1] başlıklı konferans, onun bu kenti yalnızca ziyaret eden birisi olmadığını, aksine düşünsel bağlar kurarak, entelektüel etkileşimin parçası olan bir sanatçı yaklaşımını sergiler. Bu bağ, şiirde kenti yalnızca fiziksel koordinatlar olmaktan çıkarır ve tarihsel, kültürel ve ideolojik anlamlarla yüklü göstergelere dönüştürür. Bu bağlamda “Frankfurt Kırmızı Lamba” şiiri, bir şehrin sokaklarını gezdiren bir rehberden ziyade, modern yaşamın yabancılaştırıcı etkilerini, belleğin kıvrımlarında yankılanan bireysel ve kolektif travmaları ve global kapitalizmin ışık oyunları altında şekillenen yeni iktidar biçimlerini sorgulayan bir şiir olarak algılanıp, okunmaya vesile olur.

Kırmızı Lamba ve Neoliberal Kent 

Şiire adını veren “Frankfurt Kırmızı Lamba” imgesi, yalnızca bir trafik işareti ya da ışıklandırılmış bir vitrin değil, neoliberal çağın çelişkilerinin kristalleştiği bir metafor olarak belirir. Bu imge, bir taraftan neon ışıkları ve göğe yükselen gökdelenlerle temsil edilen sermaye çekiciliğini, diğer taraftansa metalaşmış arzuların sergilendiği vitrinlerin parıltısını simgeler. Kırmızının bir renk olmak dışında bir nesne, bir kavram olarak da hayatımıza yerleşmesini imler. Kırmızı ışık, hem harekete, hem durmaya işaret ederken sınırlar çizer ve modern gözetim mekanizmalarını çağrıştıran bir iktidar sembolü olarak işlev görür.

David Harvey’in neoliberalizmi “sermayenin mekânsal yeniden örgütlenmesi” olarak tanımlaması, Frankfurt’un kırmızı ışıklarıyla somut bir karşılık bulur: sermaye, kentin dokusunu dönüştürürken aynı zamanda bireyin hareket alanı, algı ve ufkunu yeniden kurgular. Bu bağlamda kırmızı lamba, yalnızca ekonomik güç ilişkilerinin değil, günlük yaşamın ritmini belirleyen görünmez disiplin mekanizmalarının da göstergesidir.

Şiirde geçen harfleri kaldırımlardan toplayan budala gençlerdik dizesi, bireyin içsel parçalanmışlığının, kimlik arayışının ve kent deneyiminin yarattığı yabancılaşmanın bir yansımasıdır. “Harfler”, dil ve anlam dağınıklığını, kapitalist performans dünyasında yıkılmış iletişim biçimlerini imâ ederken; “budala gençler” ifadesi, modern öznenin hem direniş hem teslimiyet arasında sendeleyen varoluşuna işaret eder. Böylece Turan’ın şiiri, kenti yalnızca fiziksel yaşam alanı değil, ideolojik araçların ve arzuların yeniden üretildiği bir güç sahnesi olarak okura sunarken neoliberal çağın parıltılı yüzeyleri altında işleyen derin yapıları sorgular.

Freud'un Gizli Dolapları: Bilinçdışı ve Kent

“Freud’un gizli dolaplarını anlattın” dizesi ile Turan Frankfurt’un gözü alan parlak ışıklar ve sermayeyi barındıran bir sahneden ibaret olmadığını, aksine bastırılmış arzuların, unutulmuş hikâyelerin ve saklı korkuların yerleştiği psikanalitik bir yer olduğunu ima eder. Bu bağlamda yaşam alanı kent, Freud’un kuramında öne çıkan “bastırılanın geri dönüşü” ilkesine uygun olarak, görünürde düzenli ve rasyonel bir yüzeyin altında derin çatışmaların ve bilinçdışı dinamiklerin dolaştığı bir alan hâline gelir.[2] Böylece kırmızı lamba şehrin kesişen kavşaklarında trafiği düzenleyen ışık olmaktan öte yasakların, arzuların ve disiplin edici mekanizmaların çatışma noktalarının metaforu olarak belirir. Freud’un “bastırma” kavramı, iki katmanda işler: bireysel boyutta, öznenin toplumsal normlarla uyumsuzluk durumunun sonucu isteklerinin bilinçdışına itilmesi; toplumsal boyutta ise kentin, bariz vitrinlerin ardında sakladığı eşitsizlikler, travmalar ve şiddet formları.

Bu açıdan şehir, hem “ekonomik-politik bir yaşam alanı” iken, onun “psikanalitik bir harita”sıdır da: Bireyin içsel çatışmaları, kırmızı lambanın durağan ışığında ve sokakların sessizliğinde gömülüdür. Turan’ın şiiri, bu sessizliğin içinde, arzunun izini süren bir bilinçdışı arkeoloğuna dönüşür; Freud’un “gizli dolapları”, modern metropollerin karmaşık ruh hâlini anlamak için bir metaforik anahtar işlevi görür.

Adorno'nun Kuşkusu ve Frankfurt Okulu'nun İzleri

Şiirde yer alan “Adorno diyordun kuşkuyu pizzaya ekleyerek gözlerimi yordun” dizesi, gündelik yaşamın sıradan imgesi olan “pizza” ile eleştirel teorinin önemli kavramı “kuşku”yu aynı bağlamda buluşturarak hem ironik hem de çarpıcı bir gerilim yaratır. Burada karşıt ögelerin bir araya getirilmesi modern bireyin entelektüel kaygılarının bile ticarileşmiş bir tüketim nesnesine eşlik ettiği bir dünyaya işaret eder. Frankfurt, yalnızca modern yüksek binaları ile bir finans merkezinden ibaret değil, Frankfurt Okulu’nun doğduğu yer olarak kapitalizmin kültürel hegemonya mekanizmalarını sorgulayan bir düşünsel mirasa sahiptir.

Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ın “kültür endüstrisi”[3] kavramı, Turan’ın şiirinde, kırmızı lambalar ve parlak sergenler aracılığıyla yeniden belirir: kültür, özgürleştirici alan olmaktan çıkarak, metalaşmış bir tüketim biçimine dönüşür. Bu bağlamda birey, kendi özerkliğini yitiren bir özne olarak, sistemin hazır imgeleriyle kuşatılmış; eğlence, boş zaman ve estetik deneyim bile piyasa mantığına eklemlenmiştir.

Yaptığı çalışmalara bakıldığında, Turan’ın Almanya ile kültürel anlamda kurduğu ilişki, Goethe Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği seminerden daha eskilere dayanmaktadır. 2002 yılında Mainz Üniversitesi Görsel İletişim ve Tasarım Fakültesi Dekanı ve yedi farklı ülkeden öğrencilerin çizimleri ve Nazım Hikmet’in dizeleriyle oluşturulan Geschenkte Tage Hediye Edilmiş Günler[4] adlı yayında da proje danışmanı ve koordinatör olarak görev almasından öğreniyoruz. Hatta dönemin Ankara İncesu Eğitim ve Kültür Vakfı yetkililerinden öğretmen Mehmet Tuncel’in verdiği bilgiye göre, bu projenin gerçekleştirilmesinin mimarı Metin Turan olmuştur. Goethe Üniversitesi’ndeki konferansı ise Frankfurt ile ilişkisini salt coğrafi bir temastan çıkarıp düşünsel bir etkileşime taşımıştır. “Frankfurt Kırmızı Lamba” şiiri, yalnızca dışarıdan bir gözlem değil; kentin entelektüel damarına dokunmuş bir şairin içeriden bakışıdır.

Darwin'in Gölgesi: Rekabet ve Göçmenlik 

Turan şiirinin ilerleyen dizelerinde Charles Darwin’e gönderme yaparak, Frankfurt’un yalnızca ekonomik bir merkez değil, aynı zamanda sosyal-darwinist bir rekabet alanı olarak kavrandığını ima eder. Böylece kent, “güçlü olanın hayatta kalması” ilkesinin fiziksel ve toplumsal düzlemde yeniden üretildiği bir sahne hâlini alır. Finans sermayesinin merkezinde rekabet, biyolojiden ödünç alınan bir metafor aracılığıyla hem ekonomik ilişkileri hem de sınıfsal hiyerarşileri açıklayan bir ideolojiye dönüşür.

Göçmen işçiler, mülteciler ve marjinalleşmiş toplumsal gruplar, bu görünmez seçilim düzeninin en kırılgan aktörleridir; Darwinci mantık[5], neoliberal düzenin sosyal politikalarında yankılanır: ekonomik uyum sağlayamayanlar, sistemin kenarlarına itilir. Şiirdeki “peltekçe konuşan kekeleyerek gülen cesurca ağlayan” dizeleri, tam da bu kırılganlık ile direniş arasındaki gerilimli ruh hâlini yansıtır. Burada dilin kırılması, yalnızca fonetik bir aksaklık değil; göçmen deneyiminin, aidiyet arayışının ve dışlanmanın somut bir göstergesidir.

Bu nedenle “Frankfurt Kırmızı Lamba”, kentsel rekabetin sadece cazip yönlerini değil, onun ardındaki görünmeyen eşitsizlikleri, kırılgan figürleri ve direniş biçimlerini de gösterir. Darwin’in gölgesi, Frankfurt’un sokaklarına yalnızca biyolojik bir metafor olarak değil, neoliberal çağın toplumsal dinamiklerini kavramaya yarayan eleştirel bir araç olarak düşer.

Byung-Chul Han ve Neoliberal İktidar Teknikleri

Byung-Chul Han’ın neoliberalizm çözümlemeleri, Metin Turan’ın şiirinde yer alan kırmızı lamba imgesiyle derin bir yankı bulur. Han’a göre neoliberal çağda iktidar dışsal bir unsur olarak bireye etki etmez, tersine doğrudan bireyin üzerinden kurduğu bir öz-sömürü mekanizması ile işler.[6] Bu dönüşüm, klasik disiplin toplumundan farklı olarak ortaya çıkar; yasaklar ve zorlayıcı kurallar yerine bireyin özgürlük yanılsaması üzerinden uygulanır: birey, performansını yükselterek, onun oluşturduğu baskıdan ötürü kendi kendisinin hem efendisi hem de kölesi hâline gelir.

Frankfurt’un kırmızı lambası, Han’ın “transparanlık rejimi” ve “transparan davranış” olarak tanımladığı durumu sembolize eder: her şeyin ışık altında, her öznenin gözetim altında olduğu bir saydam dünyadır bu. Ancak bu saydamlık, özgürlük değil, tam tersine yeni bir iktidar tekniğidir; birey, sürekli görünür ve sürekli yapabildiğinden daha iyisini kanıtlama çabası içinde kendi üzerinde kendisi tarafından oluşturduğu baskının altında yaşar. Giderek eksilen kendine ayırabileceği zamandan ötürü sosyal ilişkilerini de sınırlamak zorunda kalır. Bundan ötürü yabancılaşma ve sosyal yalnızlık yaşar. En son aşamada bu durum yorgunluk, anlamsızlık ve depresyon rahatsızlıklarını doğurur. Han böyle bir toplumu “yorgunluk toplumu” olarak tanımlar.

“Uzun adımlarını küçülterek geldin” dizesinde Turan bu baskının bedensel ve varoluşsal etkisini somutlaştırır: özgürleştiğini sanan özne, performans toplumunun yükü altında adımlarını kısaltır, ritmini kaybeder.

Bu bağlamda, kırmızı lamba yalnızca bir dur işareti değil; neoliberal iktidarın bireyi hem coşturan, daha çok üretmeye zorlayan, hem de yıpratan doğasını açığa çıkaran bir metafordur. Turan’ın şiiri, Byung-Chul Han’ın “yorgunluk toplumu” ve “transparan toplumu” kavramlarını poetik düzlemde yeniden üretir; kentin ışıkları altında, görünürlük ve performans baskısının yarattığı kırılgan öznelliği dile getirir

İşçi Belleği, Çocukluk ve Anımsama

“Her şarkının arasına bir marş sığdıran işçilerdik” dizeleri, Frankfurt’un göçmen işçi belleğine şiirsel perspektiften bakar. Marş, yalnızca bir müzik türü değil; kapitalizmin dayattığı popüler şarkılar arasına sıkıştırılmış, susturulmaya çalışılan ama hâlâ varlığını koruyan bir direniş sesidir. Bu imge, neoliberal hızın ritmine karşı, kolektif hafızanın inatçı bir karşı-müziğini duyurur.

“Pembeden mora döndü kaldırım / ve çocuklar çiçek suladı” dizeleri, hız, şeffaflık ve başarı endeksli baskının hüküm sürdüğü neoliberal kentte zamanı yavaşlatma arzusunu ve doğanın direnç gücünü hatırlatır. Burada kaldırımın renginin değişimi, yalnızca estetik bir ayrıntı değil; gündelik hayatın rutin mekânlarının bile dönüşebilir, yıkılabilir olduğunu gösteren bir poetik jesttir. Çocukların çiçek sulaması ise, kapitalist zamanın doğrusal akışına karşı, oyun ve bakım etiği üzerinden örülen alternatif bir zamansallığın simgesidir.

Bu dizeler, anımsamanın şiirsel bir direniş mekânı olduğunu açığa çıkarır: birey, çocukluğun imgeleriyle ve kolektif belleğin parçaları ile neoliberal düzenin hız mantığına bir karşı-hafıza stratejisi kurar. Turan’ın şiiri böylece, kenti sadece ekonomik-politik ilişkilerle değil, hatırlamanın ve düş gücünün açtığı çentiklerle birlikte kavrayan bir poetik direniş alanına dönüştürür.

Sonuç

Metin Turan’ın “Frankfurt Kırmızı Lamba” şiiri, neoliberal çağın çelişkilerini yalnızca betimlemeyle kalmaz; onlara sahnede yer vererek bireyin varoluşsal çelişkilerini, toplumsal bellekle kurduğu ilişkileri ve iktidar biçimlerini poetik bir düzlemde sorgular. Şiirde Freud’un bastırılanın geri dönüşü kavramından, Adorno’nun eleştirel kuşkusuna, Darwin’in sosyal-darwinist gölgesinden, Byung-Chul Han’ın öz-sömürü ve transparan rejim analizlerine uzanan çok katmanlı bir düşünsel çağrışım ağı kurulur.

Frankfurt, bu bağlamda yalnızca bir kapital ve finans merkezi olmanın ötesinde, belleğin, direnişin ve entelektüel mirasın coğrafyası olarak yeniden anlam kazanır. Şairin 2002 yılında Mainz Üniversitesi’nden Prof. Gido Ludes ve öğrencileriyle başlayan kültürel etkileşim yolculuğu, Goethe Üniversitesi’nde verdiği seminerle birlikte Frankfurt’la doğrudan kurduğu düşünsel bağın somut bir göstergesi hâline gelir. Böylece şiir, Frankfurt’u kırmızı lambaların ve neon ışıklarının yüzeysel cazibesinden çıkararak, kentin tarihsel derinliğini ve eleştirel potansiyelini ön plana çıkarır. Dolayısıyla Frankfurt, sermaye haritasındaki konumunun ötesinde, şairin belleğinde yankılanan direnç estetiğinin ve düşünsel sürekliliğin mekânı olarak yeniden inşa edilir. Her ne kadar gökdelenler kentin ufkunu belirleyip göğe doğru yükselse de, önlerinde hâlâ yemyeşil alanlar varlıklarını korur; Goethe Üniversitesi’nin tarihi binası dimdik ayakta durur ve bahçesinde mor çiçekler açmayı sürdürür…


[1]Türkiye’de 1950 Sonrası Alevi-Bektaşi Şiiri”, Goethe Universität, Frankfurt am Main, Almanya. Düzenleyen Prof.Dr. Hande Birkalan-Gedik, 14 Mayıs 2025. Institut für Kulturanthropologie und Europäische Ethnologie, Johann Wolfgang Goethe Universität Frankfurt am Main.

[2] Sigmund Freud: Das Ich und das Es, Massenpsychologie und Ich-Analyse, Nikol Verlagsgesellschaft, mbH & Co. KG, 2010 Hamburg.

[3] Max Horkheimer und Theodor W. Adorno: Dialektik der Aufklärung Philosophische Fragmente, Fischer Taschenbuch 1988 Frankfurt am Main.

[4] Geschenkte Tage Hediye Edilmiş Günler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.

[5] Charles Darwin: On The Origin of Species, Penguin Classics Londra, England 2009.

[6] Byung-Chul Han: Psychopolitik, Neoliberalismus und die neuen Machttechniken (Psikopoltik,  Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri), S. Fischer Wissenschaft Verlag GmbH, Frankfurt am Main 2014