Medeni Yaşam İçinde İslam

22 Temmuz seçimleri sonrasında Malezya ilgisi Türkiye'de moda oldu. AKP'nin seçim zaferinden ürken çevreler, Malezya'da bir müddet bulunmuş kişilerin yeni hükümette yer almasını bahane ederek, Malezyalılaşıyor muyuz?, Ilımlı İslam modeli Malezya mı? tartışması başlattılar. Buna tepki olarak, AKP'ye yakın medyada bir dizi Malezya güzellemesi yer aldı. Gittik, gördük, yazdık türünden röportajlarda, özel hukuk alanında din kurallarının geçerli olduğu bir Malezya'nın yanında, onunla neredeyse içiçe geçmiş halde, gökdelenlerin gölgesinde mini etekli kızlarla çarşaflı kızların kol kola dolaştığı bir Malezya tanıtıldı.

Anayasasında laiklik ilkesi yer alan, aynı zamanda devletin resmî dini İslam olan, 1957 yılında Britanya'dan bağımsızlığını elde etmiş bu kozmopolit ülkeye Türkiye'den bakışın yegâne ilgi odağı, Malezya AKP'nin gizli programının modelini mi oluşturuyor sorusuydu. Ama bu ilgi odağına rağmen, ilginçtir, Malezya röportajlarında ve yazılarında, 2003'te başbakan olan Abdullah Badavi'nin savunduğu İslam Hadari programı pek ele alınmadı. Halbuki, Malezya bağımsızlığının babası olarak tanınan ve Malezya'nın ilk başbakanı Tunku Abdul Rahman'ın, 50 yıl önce ilan ettiği hükümet ilkelerinin adıydı İslam Hadari. Türkçe'ye medeniyetçi İslam veya medeni yaşam içinde İslam olarak çevirebiliriz.

İslam Konferansı Örgütü'nün 2005'te yapılan zirve toplantısında, örgütün başkanı olarak söz alan Malezya başbakanı Badavi, bu konuşmasında Medeni yaşam içinde İslamın on ilkesini hatırlatıyordu: Allah'a iman; güvene mazhar, hakka dayalı bir hükümet; bağımsız ve özgür bir halk; bilime hakimiyet ve büyük bir araştırma çabası; global ve dengeli bir kalkınma; halk için iyi bir yaşam kalitesi; kadınların ve azınlık gruplarının haklarının korunması; ahlaki ve kültürel bozulmamışlık; doğal kaynakların ve çevrenin korunması; sağlam bir savunma kapasitesi.

Tunku Abdul Rahman'ın 1960'larda hayata geçirmeye çalıştığı, Malezya usulü liberal İslam projesini özetliyordu bu on ilke. Nüfusunun yüzde 60'ı Müslüman olan, çok dilli ve etnik kökenli kozmopolit bir ülkenin barış içinde kalkınmasını öngörüyordu. Bu proje, 1969'da Kuala Lumpur'da refah seviyesi yüksek Çin kökenli azınlıkla etnik Malaylar arasında yaşanan çatışmaların ardından fiilen gündemden düştü. Tunku Abdul Rahman, bu olaylardan kısa bir süre sonra siyasetten çekildi. 1970'lerde, Malayların iktisadi yaşamdaki payının artırılmasını amaçlayan bir hükümet programı başlatıldı. Devlet ihalelerinde Malay işadamları tercih edildi, yurtdışı eğitim burslarında Malay kökenli gençlere öncelik tanındı. Böylece devletin verdiği imtiyazları doğal bir özel hak olarak kabul eden, bunun karşılığında da devlete bağımlı bir kapitalist Malay sınıfı oluşturuldu. Bu imtiyazlı sınıf olma hissi bir dinsel kimlikle örtüşünce, toplumsal ihtilafların dinsel simgeler üzerinden daha açık biçimde ifade edilmelerine yol açtı. Dinsel hoşgörüsüzlük güçlendi. Medeniyetin yörüngesi değişmeye başladı.

Bu politikanın ürünü, 1981-2003 arasında ülkeyi otoriter yöntemlerle yöneten başbakan Mahathir Muhammed oldu. Milliyetçilik, kapitalizm, İslam, otoriterizm ve popülizmden oluşan bir yönetim felesefesini uyguladı. Malezya modeli, otoriter kalkınmacılığın başarılı bir örneği olarak dünya literatürüne girdi. Mahathir Muhammed'in 1997 krizinde IMF'ye rest çekmesi, kısa bir dönem de olsa, onu küreselleşme karşıtı yazının önde gelen simgesi yaptı. 2003'te başbakanlığı Badavi devraldı. Batı ile daha barışık, sivil özgürlüklere daha saygılı, daha modern bir İslam sergilemek için, kurucu babanın projesini yeniden gündeme getirdi. Ancak Malezya toplumunda güç dengeleri değişmiş, ülkenin iki eyaletini yöneten Malezya İslamcı Partisi ve ülkenin en önemli gençlik örgütü olan Malezya Müslüman Gençler Hareketi, 1957'den beri ülkeyi yöneten UMNO'ya (Birleşik Malayların Ulusal Örgütü) karşı güçlü bir baskı grubu oluşturmaya başlamışlardı.

Bu baskı, 2004 seçimlerinde, Malezya başbakanını dinsel vurgusu çok daha belirgin bir siyasal söylem geliştirmeye yöneltti. Bunun ardından, kişilerin medeni durumlarıyla ilgili bir dizi ihtilaf Malezya'nın gündemi işgal etmeye ve zaman zaman, gayrimüslim azınlıklar, özellikle Çinliler, Malezya'yı terk mi edecekler sorularının sorulmasına yol açtı.

EDEPLİ GİYİN GWEN!

Geçtiğimiz Ağustos ayında, Kuala Lumpur'da konser verecek olan Amerikalı pop şarkıcısı Gwen Stefani'den Malezya yetkilileri edepli giyinmesini istediler. Talebin kaynağı Müslüman Gençler Hareketi'ydi. Şarkıcı, Amerikan kültürel hegemonyasının simgesiydi ve ülke değerleri için bir tehditti. Ekim ayında, bu kez Kültür Bakanı, ülkeye gelen sanatçıların uygun biçimde giyinmeleri ve davranmaları gerektiğini söyledi. Uygun giyim ve davranış sınırları açık biçimde çizilmişti. Sanatçılar kollarından dizlerine kadar vücudu örten giysiler giymeliydi. Ayrıca sahnede bağırıp çağırmaları, zıplamaları, ayıp kelimeler kullanmaları ve elbette öpüşmeleri yasaktı. Bakan, bu yetmiyormuş gibi, Malay kimliğini korumak ve kültürel çöküntü ile mücadele etmek amacıyla, giyim ve davranış kurallarını belirleyecek bir komisyon kurulmasını önerdi. Tartışma daha bir alevlendi ve Malezya Arap İslamı'na teslim mi oldu? sorusu açık biçimde sorulur oldu.

UMNO Başkanı Hayri Cemalettin, söz konusu olanın geleneksel Malay İslamı'nın Araplaşması değil ama giderek daha fazla uluslararası İslam'a benzemesi olarak tanımlıyor. Buna bağlı olarak, 1970'lerde petrol krizleri ve İran devriminden sonra yaşananlara dikkat çekip İslamın geçmiş 20 yılda çok daha muhafazakâr olduğunu söylüyor. Geçmişe göre çok daha muhafazakâr olan bir İslam, kozmopolit bir toplumda medeniyet projesinin taşıyıcısı olabilir mi?

Bu konuda Alternatives Internationales dergisinde bir yazı yayımlayan Wojtek Kalinowski, Malezya İslami Üniversitesi Rektörü'nün, ulusal kimlik nedir sorusuna verdiği yanıtı aktarıyor. Rektöre göre, İslami değerler Malezya'da federal hükümetin genel yararı tanımlamasını ve korumasını sağlıyorlar. Ama nüfusun yüzde 20'si Budist, yüzde 10'u Hıristiyan, yüzde 5'i Hindu olan ve bu dinsel-etnik kimliklerin ulusun kurucu unsurları olarak kabul edildiği bir ülkede, rektörün bu iddiası, neden hükümet, ülkedeki Hindu tapınaklarının yıkılmasını teşvik ediyor sorusunu aydınlatmıyor. Medeni yaşam içinde İslam projesini savunan hükümetin, bu tapınak yıkımlarına destek vermesi, nasıl bir medeniyet içinde İslam? sorusunu gündeme getiriyor.

Bu tartışmanın zirve noktasını, İslam'dan başka bir dine geçmek isteyen Malezyalı bir kadının, yeni dininin nüfus kaydına yazılması talebini, şeriat mahkemesi buna izin veremeyeceği için, federal mahkemenin reddetmesi oluşturdu. Hükümet, bu yasanın değişmesi talebini reddetmekte kararlı gözüküyor. Malezya'da aile, evlilik ve mülkiyet konularında dini cemaatlerin mahkemeleri söz sahibi. Ayrı dinlere ait kişiler arasındaki ihtilaflarda ise yetki sivil mahkemelerde. Bu nedenle din değiştirme ve karma evlilikler konusunda artan sayıda ihtilaf var.

Malezya Başbakanı, 2006 yılında Birleşmiş Milletler Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, İslam'ın bir 'Arap dini' olduğu hakkında yaygın bir yanlış kanı var, halbuki sadece Güneydoğu Asya'da 300 milyondan fazla Müslüman var diyordu. Hemen ardından, Müslüman bir ülke olan Malezya'da, İslam medeniyeti ve İslam öğretisi ışığında, ülkenin ve toplumun gelişmesine yön verilmesinin önemsendiğini belirtiyordu. Bunun da İslam Hadari projesi olduğunu hatırlatıyordu.

Ama öyle gözüküyor ki, bundan 50 yıl önce ortaya atılan kozmopolit Malezya'da medeni yaşam içinde İslam fikri, artık İslam'ın egemenliğinde medeniyet projesi olarak yürürlüktedir. Bunun nasıl bir medeniyet olduğunu tartışmalıyız

Radikal İki, 6.1.2008