Türban Tartışması ve Akıl Sağlığımız...

Mühim adamların uzun konuşmalarını kısa haber metinleri halinde sunmak epeyce maharet gerektiren bir iş. Bu işe soyunan bir gazeteci metne iyice konsantre olmalı ve metnin en önemli bölümlerini okurlarına iletmelidir. Bu, tersinden, konuşmadaki bazı bölümlerin çöpe atılması anlamına gelir ki, gazetecilik açısından gayet meşru bir işlemdir.

Diyelim gazeteci metni okudu ve iki noktanın çok önemli, sekiz noktanın da tamamen gereksiz olduğuna karar verdi. Fakat haberi yazarken çok önemli iki noktadan birini işine gelmediği için eledi, haberini, sadece tek nokta üzerine kurdu. Gazeteci, sekiz noktayı elerken belki de önemli bir detayı atlamış oldu; buna biz gazeteci hatası deriz. Fakat ikinci durumda çok farklı bir şey var: Gazeteci okura iletmediği bilgiyi önemsiz bulduğu için değil, “doğru bulmadığı” için haberleştirmemektedir. Burada bir “hata”dan değil “ahlak” sorunundan söz etmemiz gerekir.

İşte size taptaze bir örnek… Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Adalet Partisi'nin 47'nci kuruluş yıldönümü münasebetiyle DYP Genel Başkanı Çetin Özaçıkgöz ve arkadaşlarını Güniz Sokak'taki evinde kabul etmiş. Demirel, kabulde en popüler konumuz üzerine de konuşmuş tabii. Haberi veren dört gazetenin başlıklarına ve spotlarına bakalım önce:

Hürriyet: “BÜYÜK ISTIRAP İÇERİSİNDEYİM / Demirel, türban düzenlemesi konusunda ‘Türkiye huzursuzluğa itilmiştir. Büyük ıstırap içerisindeyim. Fevkalade üzgünüm’ dedi.”

Cumhuriyet: “TÜRKİYE’Yİ BÖLDÜNÜZ / Demirel, türban kararlarını sert bir şekilde eleştirdi.”

Akşam: “BÖLÜNMEMİŞ HALK KESİMİ BIRAKMADINIZ.”

Zaman: “DEMİREL REKTÖRLERİ UYARDI: KANUNA KARŞI ÇIKILMAZ / Demirel, böyle bir girişimin yanlış olacağını belirterek, 'haklı yollara başvurarak hak arayın' tavsiyesinde bulundu.”

İlk üç gazete ile dördüncü arasındaki “dağlar kadar fark”ı gördünüz. Bence şu ana kadar hiçbir sorun yok. Çünkü her gazete, konuşmadaki iki önemli vurgudan kendi “doğru”sunu destekleyecek olanını seçmiş ve bunu öne çıkarmış, başka nasıl olabilirdi ki?

Şimdi de şunu sorgulayalım: Peki, gazeteler, öne çıkarmadıkları vurguya haberlerinin içinde yer vermişler mi? Bu sorgudan yara almadan çıkan tek gazete Zaman. Haberin ilerleyen bölümlerinde, üç gazetenin başlığa çektikleri bilgi gayet net bir biçimde veriliyor: “Demirel, başörtüsü değişikliğine ise 'ülkeyi böldüğü' gerekçesiyle karşı çıktı. Huzurun bozulduğunu savunurken bu durumun kendisini fevkalade üzdüğünü ve ızdırap duyduğunu kaydetti.”

Üç gazetemiz ise (unutmuşum, haber Hürriyet ve Cumhuriyet’te manşet), Demirel’in “rektörlere uyarısı”nı çöpe atmayı daha uygun bulmuş.

Sizce bu üç gazete gerçekten de “haber değeri” görmediği için işin bu yanını okurlarına iletmemiş olabilirler mi? Eğer böyle diyorlarsa, yeminle, başka hiçbir şey sormadan özür dileyeceğim kendilerinden. Ama bunu yüksek sesle söylemeleri ve herkesin duyması koşuluyla…

TÜRBAN TARTIŞMASI VE AKIL SAĞLIĞIMIZ...

Şu tartışmadan akıl sağlığımızı koruyarak çıkabilecek miyiz acaba; ben sahiden endişelenmeye başladım. Aklı başında bir sürü insan Zihni Sinir soruları sormakla meşgul. 12 Şubat tarihli Cumhuriyet’te Prof. Dr. Coşkun Özdemir, “Celal Şengör, ben dogmalarla kuşatılmış öğrencilere eleştirel aklı, bilimselliği nasıl anlatabilirim derken haksız mı?” diye soruyordu.

Mesela böyle bir “tez” türbansız ama “dogmatik” binlerce erkek öğrenciyle bu zamana kadar ne yapıldığını cevaplamadan üzerimize boca edilebiliyor.

Daha tuhafına Altan Öymen’de (Radikal, 12 Şubat) rastladım. O da “Türbanın Kuran-ı Kerim’in emri olup olmadığını” muhakkak aydınlığa kavuşturmamız gerektiğine ayırmıştı yazısını. Daha doğrusu Kuran-ı Kerim’in emri olmadığının aydınlığa kavuşturulmasına… Aksi takdirde başı açık Müslüman kadınlar kendilerini savunamayacaklarmış. Sonra çocuklar, “Baba, annem Müslüman değil mi?” diye sorabilirlermiş.

Öymen’in son uyarısı da “AKP’li kadınlar”a; onlar da bu tür sorulara hazırlıklı olmalıymışlar.

Sayın Öymen’in izniyle çocuklardan gelebilecek muhtemel sorulara anne-babaları temsilen ben cevap vermek istiyorum. “Kolay” diyorum, “mesela namaz kılmayan ebeveynler, çocuklarından gelebilecek, ‘baba, anne, siz Müslüman değil misiniz?’ sorusuna ne cevap veriyorlarsa aynen o cevabı verecekler.” (Namazın “farz” olduğunu düşünürseniz, “türban” sorusu onun yanında çocuk oyuncağı kalır.)

“AKP’li kadınlar” için Öymen’in verdiği tüyo da fena değil: “Dinin emirleri konusundaki kendi algılamalarının, başlarını örtenlerden daha başka olduğunu söyleyeceklerdir.”

Görüldüğü gibi “sorular”a takılmayıp “cevaplar” üzerinde yoğunlaşınca işler bir anda kolaylaşıveriyor.

Taraf, 15.2.2008