Başı örtülü kızların yükseköğretim kurumlarına serbestçe girmelerini öngören anayasa değişikliği girişimi, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve güçlendirilmesi mücadelesini omuz omuza yıllardır veren çevrenin bölünmesine yol açtı. Bir hakkın tanınmasını hiçbir yöntem ve zaman koşuluna ve bu hakkın diğer haklarla ilişkisine bağlamadıklarını iddia eden eksiksiz ve kusursuz demokratlar, diğerlerini Kemalist kalıntılı seçmeci demokratlık, modernist elit demokratlığı veya pazarlıkçı demokratlıkla suçluyorlar.
Bu ikinci grubun, bugün konu tam da türban olduğu için yapılan anayasa değişikliğini alkışlamadığını, ama daha önce örneğin TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesini başka hiçbir koşula bağlamasını talep etmediklerini hatırlatıyorlar. Dolayısıyla türban konusunda hak ve özgürlüklerin birbirleriyle bağlantılı biçimde ele alınması talebinin, türbanı ikincil bir hak gibi gören tek taraflı bir yaklaşım olduğunu iddia ediyorlar. “Ama demokratlarının”, AKP’li gözükmemek endişesiyle türban konusunda bu ikircikli tavrı benimsediklerini, özünde Cumhuriyet gazetesi demokratı, bilinçaltı Kemalisti, vs.. olduklarını iddia eden süzme ve kusursuz demokratlar da var bu yanda.
Eksiksiz demokratların diğerlerine karşı kullandıkları saldırgan dilin de, kendilerinin bu konuda koşulsuz AKP yandaşı olarak biraz fazla yalnız kalıyor olmaları hissine kapılmış olmalarından kaynaklandığını düşünmek mümkün. Ya da muhafazakarlaşmanın bu vesileyle eleştirilmesinden belli bir rahatsızlık duyuyorlar.
Kısaca özetlersek, yükseköğretim kurumlarında başörtüsü/türban yasağı uygulaması, hak ve özgürlüklerin kullanımını engelleyen yürürlükteki bir dizi yasa maddesi ve uygulama gibi, Türkiye’deki vesayetçi-otoriter rejimin katıksız bir ürünüdür. Yurttaşlık haklarına eksiksiz biçimde sahip olan, olması gereken bir bireyin, kendi tercihiyle benimsediği bir kıyafetin parçası olarak türban/başörtüsü, demokratik bir toplumda yükseköğretim kurumlarında bir yasak nesnesi olamaz. Olduğu zaman, üniversite camiasına aykırı başka bir dizi yasağın, otoriter uygulamaların tamamlayıcı parçası haline gelir. Nitekim bugün üniversitelerin büyük çoğunluğunda hakim olan yönetim zihniyeti bu durumu gözler önüne sermektedir.
Ergin bir kişinin dininin gereği olarak mı, bir cemaate aidiyetin işareti olarak mı, dindar olmayan ailesine veya çevresine karşı çıkmak için mi, ya da arkadaşlarına uymak veya bunu estetik olarak beğendiği için mi başını örttüğünü ancak o bilir. Ve sadece onun bilmesi gerekir. Üstelik, türban, başörtüsü, GATA fiyongu, çenealtı iğnesi, vb...kullanımlar yasaların yasakladığı simgeler olmadıkları için, simge olarak kabul edilseler dahi, kullanımları üniversite öğretimi hakkını kazanmış bir kişinin önünde engel teşkil edemez. Zaten tam da bu nedenle, üniversitede türbanın serbest bırakılmasını hedefleyen bir yasal girişiminin açık veya dolaylı biçimde bunu dinsel gereklerle ilişkilendirmesi son derece sakıncalıdır. Yasağın kalkmasının yasal gerekçesi dinsel bir gerekle ilişkilendirildiği zaman laiklik yara alır.
Buna karşılık, anayasa değişikliğine ilaveten, başın ne biçimde örtülürse yükseköğrenim hakkını engellemeyeceğinin YÖK yasasında tarif edilmesi, tek tipçi zihniyetin, gardrop modernciliğinin açık bir tezahürüdür. İlhamını GATA’dan alması da zaten yeteri kadar anlamlıdır. Doğrudur, böyle bir yasa değişikliği yapılmazsa, anayasaya ilave edilen muğlak ifadelerin rektörler üzerinde yaptırım gücü olmayacaktır. YÖK kanununda yapılacak değişiklik ise, birçok üniversitede cevval yöneticilerin, ortaeğitimde kapıda saç-sakal ya da etek dizboyu denetimi yapan müdürler gibi üniversite kapılarında denetim yapmasına yol açacaktır. Üstelik YÖK yasasına yapılacak ilavenin Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmesi veya yasakçı rektörlere karşı açılacak davaların Danıştay tarafından reddilmesi de kuvvetle muhtemeldir.
Böyle bir durum, üniversitede türban hakkının değil, bir kez daha üniversitede otoriter zihniyetin pekişmesine, ötekini ezerek kendi iktidarını sergilemek ateşiyle yanıp tutuşanların bu eğilimlerini tatmin etmelerine yeni bir fırsat kapısı açılacaktır. Üstelik bütün bunlar olmasa bile, yükseköğretim düzenindeki aşırı güç yoğunlaşmasına dayalı, otoriter yönetime yatkın, kurulların ve katılımın mostralık olduğu yapı egemen olduğu sürece, bu otoriter kurallar ve merkeziyetçilik, bugün türbanlıyı ezer, yarın türbansızı ezebilir. İşte bu noktada bunun tekil bir özgürlük sorunu olmadığı görülür. Sorunun tekil ele alınmaması gerektiği iddiasını, “aydın zümre”nin demokratlığı kendi mahallesinin tekelinde tutma tutkusunun bir tezahürü olarak kestirmeden eleştirmek, korkarım sorunun bu yönünü hasıraltı etmek endişesinden kaynaklanıyor.
Evet, bir hak ihlali varsa, sadece bu mağduriyetin giderilmesini giderici girişimlerde bulunmak demokrasi açısından sakıncalı değildir. Yeter ki bu girişim, hak ihlalini gerçekten giderici içerikte olsun. Yeter ki üzerindeki yasağın kaldırıldığı hakkın kullanımının ileride yaratabileceği başka hak ihlallerini de engelleyici bir bütünlük içinde mağduriyet giderilsin. Serap Yazıcı’nın ısrarla belirttiği gibi, bu yasağın kalkmasıyla birlikte, başı açık üniversite öğrencisi kızların üzerinde uygulanması muhtemel baskıları yok edecek önlemlerin de dikkate alınmasını talep etmek, yorgunu yokuşa sürmek değildir. Ne de gizli niyet okuyarak, yasakçılığa zemin hazırlamaktır. Düzenlemede bu yönde bir baskı potansiyelinin de dikkate alınması gerektiğine işaret eder. Bu, karşılıkçılık değil, somut toplumun somut tarihsel-kültürel koşullarını dikkate alarak, hak ve özgürlükleri genişletme ve güçlendirme çabasıdır. İlkeseldir.
Bütün bunları bir yana bırakalım. Eğer AKP hükümeti, 1982 Anayasasının değişmesi yasak olan maddeleri dışında kalan maddelerin büyük bölümünü değiştiren demokratik ve sivil bir anayasa reformunu gündeme getirmemiş olsaydı, “tekil bir özgürlük”e ilişkin olduğu iddia edilen girişimin iç tutarlığı gene daha güçlü olurdu. Ama sivil ve demokratik anayasa önerisini getiren AKP’dir. AKP’nin demokratik anayasa reformu önerisi çerçevesinde, yükseköğretimde türban yasağını çok daha geniş bir özgürlük hamlesi için sıradanlaştırma, olağanlaştırma fırsatı varken, salt türban merkezli bir hamleye yeltenmesi, bilinçli ya da bunun bilincinde olmayarak, kendisinin de türbanı olağandışı konumda tutmak arzusunda olduğuna işaret ediyor. Bu da bir siyasal tercihtir ama söz konusu olanın artık üniversiteye başı örtülü girmek isteyen kadınlara verilmesi gereken bir bireysel özgürlük hakkının sınırlarını aştığını kabul etmek gerekir. Hele başın nasıl örtüleceğinin çok detaylı biçimde tarif edildiği bir yasa maddesi içinde tanımlanan bir hak, genel değil özel bir hak olur. Özel haklar, pozitif ayrımcılık gereğine dayanarak tanınabilirler Ama o zaman böyle bir pozitif ayrımcılığın dayanağı nedir sorusu gündeme gelir.
Dinin bir gereği mi olarak yoksa genel bir özgürlük anlayışı içinde yer aldığı için mi anayasa veya yasa değişikliklerinin yapıldığının tartışılmasını kalemşörlükle savuşturmak mümkün değil. Eğer AKP’nin bir bireysel hakkın tanınması amacıyla türban yasağını kaldırdığı iddia ediliyorsa, diğer bireysel özgürlüklerle ilgili ne yapıldığı sorusunu sormak meşrudur. Yok eğer, bir dini vecibe gereği bu girişim yapılıyorsa, o zaman söz konusu olan bireysel bir özgürlük değil, türbana özgürlüktür. Hakkın öznesi birey değil, türbandır. Mangalda kül bırakmayan eksiksiz ve kusursuz demokratların buradan konuyu tartışmaya devam edeceklerini ümit ederim.
Star Açık Görüş, 11.2.2008