Kısa süre önce, her zaman canlı tartışmaların döndüğü vegan forumlarından birinde (Vegan Freak Forums) genel olarak “postmodern feministler” ile “radikal feministler”in tartışması olarak nitelenebilecek bir tartışma yaşandı. Postmodern feministler, bir kadının kendisini cinsel olarak metalaştırma tercihinin bir güçlenme eylemini temsil edebileceğini ve böyle bir tercihin kesin olarak olumsuz biçimde değerlendirilemeyeceğini kabul ederler. Bu feministler genellikle pornografi taraftarıdırlar veya en azından pornografi karşıtı değildirler. Radikal feministler ise, kadının metalaştırılmasının doğası gereği sorunlu olduğu düşüncesinden hareketle bunu reddetme eğilimindedirler. Genel olarak pornografiye, özel olarak da kadınları şiddete ve kötü muameleye maruz kalırken tasvir eden pornografiye karşıdırlar. Toplumsal cinsiyet stereotiplerinin hem erkekler hem de kadınlar açısından zararlı olduğunu düşünür, bunları baltalamanın yollarını bulmaya çalışırlar. Postmodern feministler ise sıklıkla “kadınsı” stereotiplerin kadını güçlendirmeye katkıda bulunabileceğini savunurlar.
Bu tartışma, bazı ilginç ve önemli açılardan, hayvan sömürüsüne toptan son verilmesini savunanlar ile hayvan refahı anlayışını savunanlar arasındaki tartışmaya benziyor. Aslında, postmodern feminizm ve hayvan refahı anlayışı aynı teorinin farklı bağlamlardaki uygulamalarıdır.
I. “Mutlu” Metalaştırma:
Postmodern feministlerin tavrı, insanları kadınların sömürülmesi konusunda rahat bir tutuma sevk eder. Eğer bir kadın seks işçisi olmaya karar veriyorsa, bu güçlendirici bir seçim olarak görülür ve feministlerin bunu desteklemesi gerektiği savunulur. Postmodern feministler,sömürüye dayalı bu kurumlar hakkında veya bu kurumların büyük ölçüde beyaz, orta sınıftan ve eğitimli postmodern feministlerin ayrıcalıklarına sahip olmayan daha alt sosyo-ekonomik sınıflardaki kadınları nasıl etkilediği konusunda herhangi bir olumsuz normatif yargıda bulunmayı reddederler.
Postmodern feministler kadınların kendi kendilerini metalaştırmasını onayladıktan sonra, erkeklerin pornografi veya diğer sömürü şekillerine yönelik tepkilerini anlamak kolaylaşır: “Bunun nesi yanlış? Feministler bile bunu onaylıyor.” Geçen hafta Vegan Freak Forum’da bir postmodern feminist, striptiz barları “ısrarla küçümsediğim” için anti-feminist olduğumu yazdı. Bu tartışmayı okuyan ve böyle bir yere gitmeyi düşünen biri, kendini “feminist” addeden ve kadın çalışmaları programından mezun olduğunu söyleyen birinin onayını almış oluyordu. Gerçekte mesaj çok açıktı: Striptiz barlarına karşı çıkmamak, böyle bir işle meşgul olmaya karar vermiş bir kadına saygı gösterdiğinizi gösterir. Striptiz barlarına gitmek yanlış olmamakla kalmaz, aynı zamanda feministçe bir şeydir. Gerçekten takdire şayan bir düşünce.
Burada, bir kadının kendisini bireysel olarak metalaştırma kararını eleştirmekten veya yargılamaktan söz edilmediğini vurgulamak istiyorum. Mesele, cinsiyetçiliğe karşı olanların sömürüye dayalı bu kurumlara karşı çıkmalarının gerekip gerekmediği meselesidir. Postmodern feministler karşı olmamamız gerektiğini söyler, radikal feministler ise karşı olmamız gerektiğini. PETA’nın postmodern feminizm yaklaşımını kucaklaması ve kadınları, “hayvanlar için” istismara dayalı eylemlere teşvik etmesi hiç şaşırtıcı değil. Uzun yıllardır “... yapacağıma soyunurum” sloganlarından (bu üç noktanın yerine hemen her şey konabilir), meclisi basan çıplak korsan göstericilere kadar pek çok örnekte cinsiyetçi PETA göstericilerine aşina olduk. Radikal feministler insandışı canlıların metalaştırılmasına karşı çıkan bir hareketin insanın metalaştırılmasına da karşı çıkması gerektiğini savunduğunda, PETA kendisine destek çıkacak postmodern feministlere güvenebilir.
Nitekim postmodern yaklaşımın arkasında yatan aynı düşünce yapısının hayvanlar için de geçerli olduğunu ve yıkıcı sonuçlara yol açtığını görebiliyoruz. Peter Singer, PETA ve HSUS, hatta “hayvan hakları” tavrını temsil ettiğini iddia eden hemen hemen bütün hayvan refahı grupları, sömürülen hayvanlara karşı davranışımız “insanca” olduğu sürece bunun ahlaken meşru olabileceğini savunmaktadır. PETA’dan ödül alan hayvan bilimleri uzmanı Dr. Temple Grandin’ın onayladığı mezbahalarda üretilen hayvan ürünlerini, veya Whole Foods gibi PETA’nın hayvan refahı standartlarına uyduğunu ilan eden şirketlerin ürünlerini, veya sözümona “kafessiz” çiftliklerde üretilen yumurtaları tükettiğimizde “vicdanlı hepçiller” olabiliriz ve kendimizi hayvan ürünlerini tüketme “lüksünden” mahrum etmemize gerek kalmaz.
Singer, PETA ve benzerlerinin bu konudaki onayından sonra, ne zaman veganlığı teşvik etmeye çalışsak sık sık şu cevaplarla karşılaşmamızı anlamak da kolaylaşır: “Et (yumurta, peynir, vb.) yemenin nesi yanlış? Hayvan hakları savunucuları bile bunu onaylıyor.” PETA, McDonald’s’ın fast-food sektöründe hayvan refahının geliştirilmesine “öncülük” ettiğini söylüyor, meşhur Jane Goodall da Stonyfield Süt Ürünleri şirketinin yıldız savunucusu konumunda. Postmodern feministler nasıl insanları kadınları sömüren pratiklere katılmak konusunda rahatlatıyorlarsa, hayvan refahı hareketi de insanların hayvan sömürüsünden rahatsızlık duymamalarına neden oluyor. Bir striptiz barına gidip “kucak dansı”nın keyfini çıkarırken aynı zamanda bir “feminist” olabilir, hayvan koruma örgütleri tarafından onaylanan ”kafessiz” çiftlik yumurtalarını ya da etleri yiyerek de bir “hayvan hakları” savunucusu olabilirsiniz.
Kısaca, postmodern feministlerin kadınlar için “mutlu” metalaştırma gibi bir anlayışı üretmiş olmaları gibi, hayvan refahı savunucuları da “mutlu” bir et ve hayvan ürünleri sektörü yaratmayı başardılar. Seks endüstrisindeki kadınların tecavüze uğradıklarını, dayak yediklerini ve uyuşturucu bağımlısı haline getirildiklerini göz ardı etmek nasıl postmodern feministlerin işine geliyorsa, en “insanca” koşullar altında üretilenler de dahil bütün hayvan ürünlerinin hayvanların korkunç derecede acı çekmesine dayandığını göz ardı etmek de hayvan refahını savunanların işine geliyor. Ve her iki grup da, muhatapları nasıl muamele görürse görsün, kadınların ve hayvanların metalaştırılması gibi doğası gereği yanlış olan bir olguya göz yumuyorlar.
Hem postmodern feminist duruş hem de yeni hayvan refahı duruşu statüko ideolojisini yansıtır. İkisi de, hayvanları birer mülk olarak kabul eden, kadınların kişiliğini de fetişleştirilen beden parçalarına ve beden imgelerine indirgeyen mevcut durumu pekiştirir. Her ikisi de, özünde son derece gerici olan bir mesajı gülümseyerek onaylar.
En azından bazı feministler ile hayvan refahı savunucuları arasındaki diğer bir dolaysız ilişkiyi de belirtmem gerekiyor. Bazı feministler hayvan hakları anlayışını reddettiklerini ileri sürdüler, çünkü onlara göre haklar “ataerkil”di, bunun yerine insan dışı hayvanlara karşı yükümlülüklerimizi “şefkat etiği” çerçevesinde belirlememiz gerekiyordu. Yani bu feministler, hayvanları kullanmamızı her koşulda yasaklayan evrensel kuralların varlığını reddederler; onlara göre, hayvan kullanımının ahlakîliği, uygulamadaki koşullarda şefkat etiğinin belirli değerlerinin gözetilip gözetilmediğine bakılarak belirlenir. Şurası ilginçtir ki, bildiğim kadarıyla hiçbir feminist tecavüzün ahlakîliğinin şefkat etiğine bağlı olduğunu savunmuyor; bütün feministler tecavüzün hiçbir koşulda meşru olmadığını haklı olarak kabul ederler. Fakat bunun, kadınların tecavüze uğramama hakkı olduğunu söylemekten hiçbir farkı yoktur. Demek ki bu feministler insanlar söz konusu olduğunda hak-tipi bir korumayı kabul ederler, ama insan dışı canlılar söz konusu olduğunda bunu kabul etmezler. Tabii ki bütün feministler bu tavrı benimsemez, ama kendilerini hayvan savunucusu addeden ve hayvan refahı anlayışını savunan bazıları hayvan haklarına alternatif olarak şefkat etiğini benimserler. (Yakında yayımlanacak olan, Animals as Persons: Essays on the Abolition of Animal Exploitation adlı kitabımda hayvan hakları ve şefkat etiğiyle ilgili bir bölüm yer alıyor.)
II. İzin Verilmiş Kurallar Üzerine Söylemler:
Postmodern feministlerin ve hayvan refahını savunanların dayattığı söylem kuralları arasında da paralellikler mevcut. Her iki grup da kendi tavırlarına yönelik her türlü eleştiriyi kabul edilemez bulma eğilimindedir. Postmodern feministler, “kendini metalaştırma olarak feminizm”i kabul etmeyen radikal feministleri “ataerkil”, “baskıcı”, “saldırgan”, “güçsüzleştirici” olmakla suçlarlar. Hayvan refahını savunanlar da refahı artırmaya dönük reformlara yöneltilen her türlü eleştiriyi “yıkıcı”, “bölücü” ve “hayvanlara zarar verici” olmakla suçlar. Postmodern feministler de hayvan refahını savunanlar da, sık sık, kendileriyle aynı fikirde olmayanların bu tavırlarından vazgeçip onları desteklemeleri anlamına gelen “harekette birlik” çağrısında bulunurlar. Radikal feministlerin veya hayvan kullanımına toptan son verilmesini savunanların bu konularda temellendirilmiş söylemler geliştirme çabaları, kadınları veya insandışı canlıları özgürleştirme çabalarını engelleyen, boş, elitist “entelektüel” veya “akademik” girişimler olarak görülüp reddedilir.
Bu söylem tarzı, gerici sağın taktiklerini yansıtmaktadır. Her türlü görüş ayrılığı otomatik olarak mahkûm edilir ve temellendirilmiş tartışma çabaları, hâkim sömürü ideolojisini sürdürmekten başka işe yaramayan sloganlar veya boş retorikler uğruna reddedilir.
Böylesi taktiklerin, ilericilik iddiasındaki toplumsal hareketlere de sızmış olması çok yazık, ama pek de şaşırtıcı değil.