Türkiye'nin sık değişen gündemine geçtiğimiz günlerde düşen iki olay–Boğaziçi Üniversitesi'ndeki ertelenen Ermeni Konferansı veFransa-Hollanda'daki AB Anayasası'nın reddi- yine zihinlerimizi allakbullak etti. Bu olaylara, eğer AB süreci ile girilen değişim dinamiğinidoğru anlayabilmişsek çok da şaşırmamak gerekiyordu. Oysa AvrupaBirliği sürecine olumlu bakan kesimlerde bir hayal kırıklığınınyaşandığını söylemek mümkün; her iki gelişmeye ilişkin de. GerekAvrupa ülkelerinde daha önceki –sol ve yeşil hareket eksenindeki-olumlu hava gerek Türkiye kamuoyundaki –şu veya bu beklentilerle- ABtaraftarlığı, ister istemez bütün bunların "kendiliğinden"gerçekleşeceğine dair bir rehavete yol açtı.
Yanlış hatırlamıyorsam Birikim dergisinin Aralık 1999 tarihlisayısında ilk kez bu mesele ele alınırken, sürece ilişkin çıkarımlardabulunuluyordu. Bu sürece ilişkin bir tavır geliştirilmeyeçalışılırken, ayrıca nasıl bir değişim sürecine girdiğimize ilişkintespitler de vardı o sayıda, daha sonra da bu yaklaşımderinleştirilmeye çalışıldı. Yine aynı sayıda solu motive etmeyeçalışan satırlarda bir uyarı da vardı, nasıl zor bir durumla karşıkarşıya olunduğuna dair:"Onlar (sol) eğer sıfatlarının kaynağında, odağında yer alan değer veamaçların sahibi iseler, koşullarının olumsuzluğuna, fiiliimkanlarının azlığına, kısıtlılığına rağmen ve hatta içindengeldikleri topluma, o Avrupa'da 'ikinci sınıf' gözüyle bakılmasınınyüküne de tahammül ederek, toplum ve hareket olarak, tarihin şunoktasında insanlığın kaderinin en fazla belirlendiği bu 'arena'da yeralmanın koşulsuz savunucuları olmalıdırlar. Değer ve inançlarınınsınanacağı en zengin ama en zor platformdur burası. Bu zorluğugöğüslemek, hem kendi hareketine hem içinden geldiği topluma ve benzertoplumlara, bu platformda layık görülebilecek –şu son birkaç yüzyılıntortularına bulanmış- 'muameleyi' adım adım geriletebilmenin sınavınıvermeye istekli olmalıdırlar. Bundan kaçınmak –hangi bahane altındaolursa olsun- bir zaaf itirafıdır. (Ömer Laçiner, "Avrupa'nınEşiğinde", Birikim, sayı 128, s. 24)O tarihten sonra az zaman geçmedi. AB dinamiği, siyasihareket/düşünceleri yeniden dizayn etti. O zamana kadar bir cephedegörülen kişi ve akımlar bir anda karşı cephelere düştüler. Ayrı gibiduranlar ise birbirlerini buldular. Geçen zaman içinde budefragmantasyon daha da derinleşti. Artık kimse bir vakitler karşıdaolanlarla aynı cenahta olduğunu hatırlamıyor/hatırlamak istemiyor.Fakat müthiş bir hareketlilik de devam ediyor ve edecek de kuşkusuz.Peki o halde, solun AB sürecine olumlu bakan kesimindeki bu umutsuzhava bu kırılganlık da ne? Sanırım bunun kökeninde solun bu süreceuzun süren ilgisizliği, ikircikliği, orta yol arama* çabaları ilegeçirilen süre içerisinde meselenin ruhunun kavranılmasındaki zaafiyetolsa gerek.
AB-küreselleşme solun önüne bir mücadele platformu açıyor. Bunun soluürküten yanı ne olabilir, Elbette ki birçok AB tasarımı olacak. Çokfarklı "birlik" projeleri olacak. Bunun nereye evrileceği de bir mücadele sonrasında gerçekleşmeyecek mi?** Bu kadar kolay göründüğüiçin miydi yoksa solda bazılarının mahcubiyeti?
Yine ifade edilen kaygılardan biri, AB sürecinin toplumda ciddi birmilliyetçi reaksiyona yol açtığı şeklinde. Bu da gayet doğal değil mi?Bu yoktan var olan bir şey değil, milliyetçilik hiçbir zaman butoplumda etkisini azaltmamıştı ki. İster istemez bu tepkiden ürküpyabancı acentası gibi görünürüm endişesiyle iddialı siyasetyapılabilir mi? Bunun panzehiri solun aslına dönerek, insana hitabeden evrensel değerlerini öne çıkarması değil mi? Ne yani, Almanya'da,İtalya'da faşizm karşısında solun yurtseverlik gösterileri çare olmuşmudur? Sol kendisi için en hayati mesele olan milliyetçiliğe karşımücadelesini enternasyonalizmi sahiplenerek bu temelde yapmayıp, yakınzamana kadar idare ettiği "yurtseverlik" vs. gibi ayrımı flu bırakacakkavramlara mı sığınacak hala. Bu net olamama hali değil mi, faşizm ileyarış halindeki hareketlerle (İP vs.) aynı alanlarda yan yana gelmemecburiyeti doğuran? (1 Mayıs'ta olduğu gibi.)
Evet AB konusunda bir gecikmişlikten söz edilebilir, ne yazik ki solunpolitik refleksleri gelişmiş değil, toplumsal dinamikleri kavramakonusunda "öncü" sezgileri yok; ama yine de henüz kaybedilmiş bir şeyyok. Buna benzer gelişmeler karamsarlık değil, tersine mücadele azminiarttırmalıdır.Sol acilen AB üzerinden evrensel toplum tahayyülünütarif edip topluma bunu cesaretle anlatma yoluna gitmelidir. Ancakböyle bir ufuk genişliği, solu kıstırılıp kaldığı köşesindençıkarabilir; hem kendisinin hem de toplumun bünyesindeki milliyetçilikvirüsünü temizleyebilir.
(*) Buna benzer tespitlerde 70'lerin Türkiye'sine referans verilip,Rusya-Çin yanlılarına karşı sol hareketin bağımsız tavrı, günümüzeuyarlanmak isteniyor. Bu yaklaşımdaki "altın çağ" nostaljisi, tarihinbir döneminde takılıp kalmak bir yana; ulus-devlet sınırları içindesiyaset yapma çaresizliğini de göstermiyor mu?
(**) Futboldaki durum ile buna ilişkin bir analoji yapabiliriz. Avrupakupalarında elde edilen başarı kimseyi mahalli lig zaferleriyleyetinemez hale getirdi. Artık herkes çıtayı yükseltmek zorunda.Düşünün şampiyon olacak 5. takım hedefli Gençlerbirliği geçtiğimizyıllarda ligden ziyade Avrupa başarısını önplana aldı. İki yıldırşampiyon FB'de kimse hoşnut değil, Avrupa'da başarısızlık devamediyor. Sol küresel sermayeye, mahallesinde/köyünde mi direnecek,alternatif arayacak, yoksa hatt-ı müdafaa yok sath-ı müdafaa var, osatıh da bütün dünyadır mı diyecek.