Fransa’daki “hayır” solda bir zafer havasına yol açtı. Ortada sosyal kaygılara dayalı güçlü bir tepki olduğu kesin ama bir zafer var mı? AB’ye esastan karşı olanlar açısından “Anayasa’ya hayır” demek son derece tutarlı bir tutum. Bu nedenle aşırı sağın ve “muhafazakar” solun tutumunda şaşırtıcı bir yön yok. Ancak Anayasa’ya “daha sosyal bir Avrupa” kaygısıyla hayır diyenlerin tutumu farklı. Çünkü referandumun pirus zaferi onlara ait.
Referandumunda Anayasa metni değil, çok farklı politik ve sosyal problemler Anayasa’ya indirgenerek oylandı: Genişlemeden işsizliğe; ulus-devletten laikliğe; sosyal hakları koruma kaygısından Avrokrasiye duyulan tepkiye kadar pek çok çetrefil ve birbiri ile ikame edilemeyecek sorun “Anayasa sorunu” haline geldi. Bu yüzden “hayır”ın nedenleri ile Anayasa’yı ayrı ele almak, soğukkanlı ve doğru bilgilere dayalı olarak tartışmak gerekir. Soru şudur: “Hayır”dan sonra AB daha sosyal mı olacak?
Neo-liberal çevrelerin etkili yayın organlarından The Economist referandum öncesi çıkan sayısında “hayır”ın hem Fransa hem de Avrupa için en hayırlı sonuç olacağını yazıyor ve Anayasayı liberal bulanlara, “keşke öyle olsaydı ama gerçek ne yazık ki farklı” diye kinayeli bir yanıt veriyordu. The Economist’in tutumu ilk ve tek değil. İngiliz neo-liberalleri sosyal haklara yer verdiği için Anayasayı “Norman istilasından sonra bin yılın en büyük felaketi” olarak niteliyor. Bu durumda hayırcı Fransızlar İngiltere’yi ikinci bir Norman istilasından kurtarmış oldu! “Hayır”a en çok Manş’ın karşı kıyısındaki liberallerin sevindiğine şüphe yok. Elbette Atlantik’in öte yanını da eklemek gerekir.
Anayasa’nın iktisadi açıdan pek çok liberal düzenleme içerdiği doğrudur. Ancak bunlar Anayasa’nın getirdiği yenilikler değil; yürürlükteki AB antlaşmalarından aktarılmış hükümler. AET’yi kuran ve halen yürürlükte olan Roma Antlaşması iktisadi felsefe açısından liberal bir antlaşmadır; sosyal boyutu ihmal etmiş ve üye devletlerin yetkisine bırakmıştır. Özellikle İngiltere’nin engellemesi nedeniyle sosyal haklar AB düzeyinde çok yavaş gelişmiş, Maastricht sosyal boyutsuz bir antlaşma olarak imzalanmıştır.
Nice 2000 zirvesinde temel sosyal hakları da (sendikalaşma, toplu pazarlık, grev, iş güvencesi, sosyal güvenlik, adil ücret vb) içeren Temel Haklar Şartı bir bildirge olarak açıklanmış ancak bağlayıcı hukuksal bir belge haline getirilememiştir. Anayasa’nın en önemli yeniliği, Temel Haklar Şartı’nı birincil hukuk haline getirmesi ve eski liberal hükümleri dengeleyen sosyal hükümler içermesidir. Bu nedenle Türk-İş, Hak-İş, DİS ve KESK’in de üye olduğu Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Anayasayı, “yetersiz ancak ileri bir adım” olarak niteleyerek “evet” demiştir. ETUC, “hayır”dan sonra yaptığı açıklamada “neo-liberal olmayan Anayasa, sosyal Avrupa’yı göz ardı eden hükümetlerin kurbanı olmuştur” görüşünü dile getirdi. (Anayasanın lokavtı tartışılmaz bir hak olarak garanti altına aldığı buna karşılık diğer sosyal haklara göstermelik yer verdiği iddiası eksik bilgiye dayalıdır.)
Anayasa’nın reddi, AB’nin liberal düzenlemelerinin reddi anlamına gelmiyor. Anayasa reddedildiğinde liberal hükümleri içeren mevcut antlaşmalar yürürlükte kalacak. “Hayır”, mevcut liberal düzenlemelerin çok daha elverişsiz koşullarda sürmesi anlamına geliyor. Bu yüzden “daha sosyal bir Avrupa” kaygısıyla “hayır” diyenler pratik olarak liberal hükümleri değil, sosyal hükümleri; mükemmel için mümkünü reddetmiş oldular. Çünkü liberal akımların daha da güçleneceği muhtemel Sarkozy-Merkel eksenli bir AB’de daha sosyal bir Anayasa’nın yazılması -görülür bir gelecekte- mümkün değil. “Hayırcı” Fransız solu, sendikaların ve başta kendisi olmak üzere Avrupa solunun iki yüzyıldır uğruna mücadele ettiği değerlerin çok büyük bir bölümünü içeren bir metne hayır demiştir. Daha da vahimi, ağır kayıplar verdiği faşizmin yenilgisinin 60. yılında “yurttaşlar Avrupa”sına değil, “milletler boğazlaşması Avrupa’sına, arzusu hilafına katkı yapmıştır.
Birgün, 2.6.2005