Bilgi’de verdiğiniz mücadele muhalif medyada daha çok haber formatında yer buldu, kamuoyunda konuyla ilgili bir farkındalık oluştuysa muhalif medyanın sergilediği bu duyarlı tutumun önemli bir payı var. Ama bugün süreci biraz da sizin kişisel deneyimleriniz üzerinden konuşalım istiyorum.
MEMET IŞIK: Ben 2007’de Bilgi’ye başladım. 2007’de Santral Kampüsü henüz açılma aşamasındaydı. Üniversite buraya çok büyük bir yatırım yapmış ve ciddi bir borçlanmayla karşı karşıya kalmış. O borçlanmanın altından kalkamadıkları için de burası 2009’un sonlarına doğru Laureate’ın eline geçti. Onun eline geçmesiyle birlikte hemen ilk etapta destek personelinin taşeronlaştırmayı düşündüler. Bunun üzerine akademisyenler bu durumdan rahatsız oldu, tabii biz de çok rahatsız olduk, akademisyenler bir imza kampanyasıyla bu taşeronlaştırma sürecini durdurdular, yaklaşık dört yüz imza topladılar. Taşeronlaştırma durdurulduktan sonra üniversite yönetiminden farklı baskılar gelmeye başladı. Daha bezdirici, mobbing dediğimiz yöntemlere başvurdular, insanları bıktırmaya çalıştılar. Bunun üzerine biz toplandık, ne yapabiliriz diye düşünürken, akademisyenlerden örgütlenme önerisi geldi.
İlk öneri akademisyenlerden mi geldi?
MEMET IŞIK: Evet onlardan geldi. Onlar daha önceden kendi aralarında konuşmuşlar. Ondan sonra bizimle de konuştular. Biz tabii olumlu baktık, hatta bu işin öncülüğünü hocalar yaparsa, bu iş kısa sürede biter, buradaki dertlerimizi kolaylıkla çözeriz diye düşündük.
2010’dan bahsediyorsun değil mi?
MEMET IŞIK: Evet 2010’un sonlarından bahsediyorum. Yaklaşık iki ay içinde biz Sosyal-İş sendikasına dört yüze yakın üye bulduk. O tarihlerde üniversitedeki çeşitli amirler tarafından çalışanlara yönelik "arkadaşlar biz bir aileyiz, sorunları birlikte çözebiliriz, ne sorununuz varsa istediğiniz zaman gelebilirsiniz, bu sendika işinden vazgeçin, böyle bir örgütlenme anlamsız" konuşmalar yapıldı. Bir nevi sendikanın önünü kesmek, insanları caydırmak için böyle bir yönteme başvurdular, onda da başarılı olunamadı tabii. Ondan sonra hem ekonomik anlamda hem de yaptığımız işe ilişkin baskılarını gitgide yoğunlaştırdılar. İnsanları mobbinge tabi tuttular, kurum içinde oradan oraya sürdüler, onda da başarılı olamayınca bu sefer sendika için çalışanları odalara çekip tehdit ettiler, para teklif ettiler, makam teklif ettiler.
Bu süreçte akademisyenlerle beraber hareket edebildiniz mi?
MEMET IŞIK: Hocalarla beraber çeşitli toplantılar yaptık, Bu toplantılarda destek personelin hocalarla aynı ortamda bir mesele için görüş bildiriyor, konuşuyor olması bizler için çok farklı bir şeydi. Sendika, üniversitede bulunan akademisyen, idari personel ve destek personeli tek bir kaygı etrafında biraraya getirmiş bir anlamda eşitlemişti. Bu durum bizler kadar akademisyenlere de birçok şey kattı. Hatta ilk toplantılardan birinde bir hocamız şöyle demişti: Ben yıllardır bana çay getiren kişinin ismini bile bilmiyordum. Şimdi onun neler yaşadığını, sorunlarını öğreniyorum. Dert ortaklığı, kader arkadaşlığı yapıyorum" Bu bence herşeyden güzeldir. Ama zaman zaman toplantılarda kendimizi ifade etme sorunlarımız da oldu. Hocalar teorik bir dille konuştukları için bir zaman zaman destek personeline fazla söz kalmayabiliyordu. O zaman biz sendikada şöyle bir karar aldık: Ortak toplantıların dışında destek personel olarak ayrı ayrı toplantılar da yapalım. Destek personeli söyleyeceği sözü daha rahat söylesin, düşüncelerini daha rahat dile getirsin istedik. Böyle bir ayrışma yaşadık, ama bu fikirsel bir ayrışma değildi, sadece bizle aynı şeyleri düşünen insanlarla ortak bir dilde buluşamadık. Ama başka akademisyenler var ki onlar sendika işine olumlu bakmıyorlar, akademide sendika mı olur veya bir akademisyen bir temizlik işçisi ile aynı çatı altında nasıl buluşur gibi sorular soran hocalarla karşılaştık.
Türkiye’de birkaç istisna dışında üniversite denen kurumun hangi temeller üzerinde yükseldiğini biliyoruz. Şimdi herkesin dilinde neo-liberalizm, piyasalaşma gibi laflar var. Böyle bir şey yoktur diyemeyiz. Evet böyle bir şey var ve belli ki buraya da girmiş. Ama bir ideoloji topluma ve kurumlara bazı rıza mekanizmaları aracılığıyla yerleşir, onlar aracılığıyla yayılır. 12 Eylül’ün ve YÖK’ün getirdiği üniversitede asistan ve öğretim görevlisi bölüm başkanını, bölüm başkanı dekanını, dekan rektörünü seçemiyor, her şey yukarıdan aşağıya belirleniyor. Yani toplumun en eğitimli kesimi kendi kararlarını kendi alamıyor, kendi seçimlerini kendi yapamıyor, nasıl yönetileceğine kendi karar veremiyor. Şu koşullarda neo-liberalizm veya başka bir ideolojinin zemin kazanması pek zor değil. Kenan Evren döneminde siyaset bilimi bölümlerinden bazılarının adı idari bilimlere çevrilmişti. Şimdi burada Bilgi’de sizlerin ve bazı hocaların mücadelesiyle 12 Eylül’ün üniversitelere dayattığı bu idare-i maslahat zihniyetinde ciddi bir gedik açıldı. Bu çok önemli bir adım. Ama yeterli sayısal çoğunluğa ulaşmak için kat edilmesi gereken hâlâ epey bir yol var galiba.
MEMET IŞIK: Evet sendika üyesi olmayanların sayısı çok. Ama sendika üyesi olmayanların hepsi aynı görüştedir diyemem. Yalnız az önce anlattığım gibi bir işçi ile bir hoca aynı çatı altında buluşamaz diyen, bunu sesli düşünen hocalar oldu, bunları gördük. Biliyorsun, Laureate denen kurum marketler zinciri gibi bir şey, kâr amacı güden bir yapı, hocalardan bazıları ve destek personelinden bazı arkadaşlarımız bu durumu olduğu gibi kabullendi. Tabii çok duyarlı olan, işin başından beri bizi destekleyen, mücadeleyi sürdüren, her zaman yanımızda olan bazı hocalar var. Onları es geçmek istemeyiz.
Biz buradan Bilgi’de sendikal mücadeleye karşı olan akademisyenlere seslenmek istiyoruz. Bu kurumda bir emek saldırısı var ve bu saldırı onların da emeğine yöneliktir. Onlar da kesinlikle tehdit altındadır. Bu sürece, bu mücadeleye katılsınlar, emek saldırılarına karşı sessiz kalmasınlar. Hakikaten biz şunu anlamıyoruz, akademisyenleri harekete geçirmek için ne yapabiliriz diye kendi aramızda konuşuyoruz. Tamam, sendikanın da yetersiz kaldığı şeyler vardır, sonuçta üniversitede sendika yeni bir deneyim, ama sendikanın eksiklikleri varsa gelip anlatsınlar, katkıda bulunsunlar, toplantı yapalım, görüşlerini söylesinler, bize doğru yolu göstersinler, biz buna da açığız, böyle uzak durmakla olmaz, biz yaklaşık üç aydır burada direniyoruz, işimizden gücümüzden, emeğimizden olduk, ben çocuğumu okula gönderemedim, benim çocuğum okulu bıraktı, mecburiyetten işe girdi. Biraz vicdanlarının sesini dinlesinler, bir şeyler yapmak lazım. Gerçekten katkılarını bekliyoruz, gelip fikirlerini söylesinler.
VEDAT ŞEN: Bazı hocalar ve bazı destek personeli şu bizim sendika çadırına gelmekten korktukları için binaların önünden telefon açıp halimizi hatrımızı soruyorlar, sağ olsunlar, onlara da kızmıyoruz, sadece destek istiyoruz, kimse işinden olsun da istemiyoruz, beraberce bu mücadeleyi kazanalım, bütün bu baskılar, yıldırmalar sona ersin.
ALİ ÖZCAN: Bizim buranın her metrekaresinde emeğimiz var. 2007’de biz buraya geldiğimizde burası inşaat alanıydı. Çok zor şartlarda çalıştık. Bu emek karşılığında mesele ben beş yıl iki ay sonucunda işten çıkarıldım. Şu anda işsizim, direniyorum ve ben gerçekten herkese, Bilgi’de çalışan herkese çağrı yapıyorum. Sosyal-İş sendikasına herkesin üye olmasını istiyorum. Bu bireysel bir şey değil, toplumsal bir şey, burada mobbing uygulamaları böyle gittiği sürece herkesi yutacak. Şu anda asistanlar 10 aylık sözleşmeyle çalışıyorlar. Bu da mobbing değil mi? Biz destek personeli olarak yazın dört ay boyunca burada inşaat işi yaptık ve ek bir ücret almadık, zaten aldığımız ücret asgari ücret, yol paramızın tamamı verilmedi, burada işten çıkan insanlar da gönüllü çıkmadılar, hiç kimse işsiz kalmak istemez, insanları gerçekten yıldırdılar, bıktırdılar. Akademisyenlerin önüne farklı farklı sözleşmeler koydular. Herkesi ayrı ayrı yıldırmaya çalışıyorlar.
Hukuki süreç nasıl işliyor? Ne aşamada?
MAHSUN TURAN (Sosyal-İş İstanbul Şube Sekreteri): Arkadaşlarımız işten çıkarıldıktan sonra işe iade davaları açtık. Biz bu davaları kazanacağımızı umuyoruz. Ama gene de bir ihtiyat payı bırakmak lazım. Sonuçta Türkiye’de hukuk sisteminin durumu da ortada.
VEDAT ŞEN: Biz bu sendika mücadelesi için çok çalıştık, canla başla çalıştık. Zaman zaman yavaşladık, sorunlar yaşadık ama ümidimizi kaybetmedik. Ümidimiz var, onu kaybetmedik de sonuçta işten çıkarıldık. Bizi işten çıkarmayı başardılar ama sendikal mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
Sosyal-İş burada hem akademisyenlere hem de destek personeline sesleniyor. Batı’da bunun örnekleri var ama Türkiye’de üniversite deneyimi olan sendika sayısı çok az. Eğitim-Sen de toplu sözleşme, noter gibi sorunlarla pek karşılaşmayan, daha farklı bir mecrada mücadele eden bir örgütlenme. Sosyal-İş, Bilgi’de ne tür sorunlarla karşılaştı?
MAHSUN TURAN: Yeni çıkan yasayla bir sendikanın bir kurumda yetki alabilmesi için toplam sayının yüzde kırkına ulaşması gerekir. Bizim buradaki örgütlenme çalışmamız yaklaşık üç yıl önce başladı. O zamandan bu zamana hatırı sayılır üye yaptık. Ama bu süre içerisinde İşten atılan sendikalı arkadaşlar oldu. Ayrıca burada akademik çalışma yürütülemiyor, burada insan gibi var olmak mümkün değil diyerek giden arkadaşlar oldu, ama şu son zamanlarda akademisyenlerle birlikte yeniden yoğun bir çalışma yürütüyoruz.
Bu kadar kişi işten ayrıldığına göre üniversite yönetimi ciddi bir yıldırma politikası izliyor.
MAHSUN TURAN: Yıldırma politikası şu şekilde var. İnsanlar dışarıdan algılamakta zorlanıyorlar. Bilgi Üniversitesi biz bu mücadeleye başladığımızda sendika üyesi olma hakkına saygılı olduğunu beyan etmişti ama sistematik bir saldırı taktiği benimsendi. Üst kademedeki yöneticiler, mütevelli heyeti, üniversite yönetim kurulu resmi açıklamalarında sendikalaşmak anayasal bir haktır, biz de bu hakka saygılıyız diyorlar ama destek personelinin, idari personelin, akademik personelin alt düzeydeki amirleri sendikalaşma eğilimindeki insanları bastırmak için ağır baskı uyguluyorlar. Hele destek personeli üzerinde insanları tek tek odalara çağırarak sendikadan ayrılmaları yönünde baskı uyguluyorlar, en önemli baskı aracı zaten sendikaya öncülük eden insanların işten çıkarılması. Başka baskı araçları da var. Mesela ayrımcılık yapıyorlar. Burada insanlar rutin olarak avans isterler, izin isterler, ama sendikalı insanların bu tür talepleri karşılanmıyor, sendikasızların karşılanıyor, ya bizden yana olursunuz ya sendikadan yana diyorlar, herhangi bir sıkıntı yaşandığında gelsin seni sendikan kurtarsın filan gibi kabadayıvari şeyler söylüyorlar. Yalan söylüyorlar, dedikodu yayıyorlar, en önemli dedikodularından biri de şuydu: Sendika buraya yeni girdiğinde, sendika bize üyelerini tek tek bildirdi, liste elimizde diyerek insanları korkuttular.
MEMET IŞIK: Daha bir hafta önce bir idari müdür Santral kampüsündeki personeli çağırıyor ve diyor ki eylem yerine gitmeyin, gidenlerin başına geleceklerden biz sorumlu değiliz.
Bir ara fişleme de vardı.
MEMET IŞIK: Sürekli var.
ALİ ÖZCAN: Ben Murat Belge’nin dersine katıldıktan bir gün sonra işten çıkarıldım. Bir oyun oynandı. İşten çıkma talebim yoktu.
MAHSUN TURAN: Bilgi Üniversitesi’nin ağına dahil olmakla övündüğü Laureate International dönemi başladıktan sonra her şey kâr mantığına göre yeniden düzenlendi. Öğrenci alım sistemi, fakültelerin yeniden düzenlenmesi, hocaların çalışma odalarının sistematik biçimde küçültülmesi, destek personelinin azaltılması, taşeronlaştırma girişimleri hep bu dönüşüm sürecinin ürünleri. Şu anda Bilgi’de çalışan sendikalı sendikasız herkesin huzuru kaçtı, herkes lanet olsun, adam gibi bir iş bulsam burada bir dakika durmam diyor. Ali arkadaşımız lanet olsun ben de gideceğim diye bir şey söylediyse bunu allayıp pullayıp kullandılar işte.
Sosyal-İş sendikası buradaki örgütlenme çalışmasına içeriden gelen bir talep sonucunda başladı. Enerjisini bugüne dek daha çok endüstri sektöründeki işçileri sendika üyesi yapmak için harcayan bir yapı üniversite çalışanlarının sorunlarına müdahil olurken neler öğrendi?
MAHSUN TURAN: Şimdi az önce Memet arkadaşımız da anlattı, önce hocalar taşeronlaştırmaya karşı çıkmak için bir imza kampanyası başlatıyorlar ve bunu kurumsal bir karşı çıkışa dönüştürmek için sendikalaşmaya karar veriyorlar. Buradaki sendikalaşma aslında Bilgi Üniversitesi’nin hocalarının, idari personelinin ve destek hizmetlerinde çalışanların iradesiyle başlamış bir şey, örgütlenmek lazım, bir sendika bulalım diye başlamış bir şey. Yoksa Sosyal-İş Sendikası’nın gidip şu Bilgi Üniversitesi’ni örgütleyelim diyerek başlattığı bir çalışma değil. Bu durum örgütlenmede önemli bir sıkıntıdır. Şeye benzer bu, kendi başına oluşmuş bir mekanizma ile otuz yıllık kırk yıllık bir sendikal yapının eklemlenme süreci gibi bir şey. Dolayısıyla önemli sıkıntılar yaşadık. Aslında hocalar ile sendika arasındaki mesafeyi oluşturan da farklı anlayışların çatışmasıyla oluşan bir işbirliğinden kaynaklanıyor. Sendikalar mevzuattan ve gelenekten kaynaklı bürokratik bir yapıya sahipler. Ama Bilgi Üniversitesi’ndeki genel ortam demokrasiyi, liberalliği öne çıkaran bir ortam. Düşünsene, sendika Bilgi Üniversitesi’nde bir basın açıklaması yapacağı zaman bazı üyeler bir dakika siz açıklama yapıyorsunuz ama bu açıklama beni ifade edecek, şimdi siz nasıl olur da benden habersiz bunu yaparsınız diye tepki gösterdiler. Ama biz de sendika olarak süreci öğrenerek yaşadık, biz bunu bir öğrenme süreci olarak görüyoruz, yani Sosyal-İş sendikası da Bilgi Üniversitesi’nden mezun olacak. Ayrıca bir şeyden daha söz etmek istiyorum, biz burada başka bir sorunla daha yüz yüze kaldık. Bizim sendikamızın işçileri standart işçiler, oysa burada farklı mizaçları eğilimleri ve sınıfsal konumları olan hocalar ve insanlar var, bununla bağlantılı olarak yaşadığımız temel sorunlardan biri de sendika aktivistlerimizin ortak bir dil tutturmakta zorlanması. Mesela bir hocamız arıyor, konuşma tarzı bambaşka, işçi arkadaşımız arıyor, onun konuşma tarzı bambaşka. Sendika olarak çok tecrübeli olmadığımız bir dolu konular ve sorunlar karşımıza çıktı. Biz de sendika olarak bu konuları öğrenmeye, kendimizi ona göre biçimlendirmeye çalışıyoruz ve ümit ediyoruz ki bundan sonra bu mücadele başka üniversitelerde de sürecek.
Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
ALİ ÖZCAN: Burada yönetim değiştikten sonra personel yemeğine kadar her şey değişmeye başladı. Herkes huzursuz olmaya, mutsuz olmaya başladı, çok zaman aç kaldık. Personel müdürlerimize şikâyetlerimizi bildirdik. Yapacak bir şey yok deyip bizleri susturmaya çalıştılar. İstirahat etme hakkımızı, boş zamanımızı karşılığını ödemeden çaldılar. Eski yönetim çok mu iyiydi? Belki değildi ama en azından işten çıkarılma korkumuz yoktu, zamlarımızı alıyorduk. Şimdi ne oldu? Ben burada beş sene iki ay çalıştım, son üç yılda aldığım zam yüz otuz beş lira, sendikalaşma süreci başladığında sus payı olarak doksan liralık zam yaptılar, sonra 2011’de otuz lira zam aldım, 2012’de de on beş lira zam aldım. Eski yönetim altı ayda bir zam yapıyordu. Hepimizin ailesi var. Burada kime sorsan herkes bıktığını ifade ediyor, beni çıkarsalar da tazminatımı alıp gitsem diye kızgınlıklarını belirtiyorlar, ama eylem alanında görünmüyorlar, yine de sağ olsunlar, arkadaşlarımız her türlü baskıya rağmen bizi ziyaret ediyorlar, gönülleri de bizimle, bazı hocalarımız da her gün yanımıza geliyorlar, gelmeyip destekleyenler de var. İnsanlar işten atılma korkusu taşıyor, biz onları çok iyi anlıyoruz, kimseye kızmıyoruz, nasıl bir zorlukla karşı karşıya olduklarını iyi biliyoruz. Birçok arkadaşımızı sindirerek sendika üyeliğinden çıkardılar. Ama biz sonuna kadar gideceğiz. İnsanlardan destek istiyoruz. Sendikalaşmak için çok neden var. Türkiye’nin her yerinde böyle sorunlar oluyordur, insanlar işten çıkıp gitmek yerine gelsinler mücadele etsinler, biz de şartların kötü olduğunu biliyoruz ama mücadeleden başka seçeneğimiz yok, sen buradan çekip gidersen başka yerlerde başka işyerlerinde gene aynı sorunlar olacak. Bizi işten çıkarmak için arkadaşlarımıza zorla yalancı şahitlik yaptırmak istediler, biz kimseye baskı yapmadık, böyle bir hakkımız yok, sendika anayasal bir haktır ve kimsenin insanları sendikal mücadeleden uzak tutmak gibi bir hakkı yoktur.
VEDAT ŞEN: Üniversitenin yıldırma ve sindirme politikaları olmasa sayımız şu anda altı yüzü geçerdi. Ama kim bu işi canı gönülden desteklerse, kim mücadele etme fikrini aklından geçirirse onun önünü kesmek için ellerinden geleni yapıyorlar. İnsanlar o yüzden korkuyorlar. Abi kusura bakma biz gelemiyoruz diyorlar. Eyvallah Ali arkadaşımızın dediği gibi biz onlara kızmıyoruz, onları da anlıyoruz. Burada biz toplantı yapıyoruz, sağdan soldan yüzümüze flaşlar patlıyor, üniversite resmen polislik yapıyor. Destek personelindeki bölüm müdürleri arkadaşlarımızı tehdit ediyor. Ama biz sonuna kadar direneceğiz. Her türlü desteğe açığız, herkesten elinden geldiğince destek vermesini bekliyoruz.