İçinde bulunduğumuz, bazılarının “Barış Süreci” bazılarının ise “Müzakere Süreci” dediği süreçte öne çıkan ve özellikle Kürtlerin dile getirdiği geçmişle yüzleşme meselesi aslında birçok sosyal bilimler disiplinince çok boyutlu çalışılan bir konu. Fakat Öcalan’ın isteği sonrası son birkaç yıldır özellikle Kürt politikacılar ve sivil toplum tarafından geçmişle yüzleşmenin bir metodu olarak istenen hakikȃt komisyonları, geçmişle yüzleşmenin sadece bir yöntemi. Bu yazıda bir yandan geçmişle yüzleşmenin toplumsal travmaları aşmanın önemli ve gerekli bir şartı olduğundan bahsederken bir yandan da bunun yapılarak toplumsal mutabakatın sağlanmasının hakikat komisyonları dışında birçok yolu olduğundan bahsedeceğim.
Uzun süren çatışmalı süreçler, hem direkt hem de yapısal şiddetin[1] bir sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur. Bu iki tür aynı zamanda çatışmaların temelini de oluşturabilir. Yani şiddet, çatışmayla aynı şey değildir. Fakat, özellikle yapısal şiddetin varlığı, çatışmalı dönemde direkt şiddeti besleyebilir ve bu içinden çıkılamayan bir kısırdöngü yaratabilir. Yapısal ṣiddet, bir gruba yönelik toplumsal yapı veya kurumların o grubun temel ihtiyaçlarını kısıtlamasıdır. Çatışmalı süreç, sadece bedene yönelik ṣiddet değil aynı zamanda grubun kimliğine ve varoluṣuna yönelik tehditler oluṣur. Bu ortamlardaki hakim duygu güvensizlik, güçsüzlük hissi, mağduriyet ve korkudur. Bu duygular çoğunlukla bazı grupların toplumsal düzeyde ötekileştirilmesine yol açar.
Hem çatışmaya yol açan deneyimler, hem de bunlara karşı verilen tepkiler, özellikle şiddetli bir çatışma bölgesinde, kişiden kişiye ve toplumdan topluma büyük değişiklik gösterir. Süregelen bu zor koşulların sadece bireyler için değil, toplumun geneli için de çok ciddi psikolojik, ruhsal, toplumsal, ekonomik ve politik sonuçları vardır. Bu sorunları bertaraf etmek ve bir daha yaşanmalarına engel olmak için değiṣik toplumsal mutabakat modellerine ihtiyaç vardır.
Bu toplumsal modelleri tartıṣmadan önce toplumsal mutabakatı tanımlamak gerekir. Toplumsal mutabakat, Louis Kriesberg tarafından ṣöyle tanımlanıyor: “Baskıcı bir iliṣki yaṣamıṣ ya da birbirleriyle yıkıcı bir iliṣkide bulunmuṣ tarafların koṣulları en azından ‘minimal’de kabul edilmiṣ bir iliṣkiye girmeyi ya da böyle bir iliṣki kurmayı kabul etme süreci. Bu sürecin dört boyutu vardır: i) gerçek; ii) adalet; iii) af dileme/affetme; ve iv) kiṣi ya da grup güvenliği (Kriesberg, 2001: 48). Gene bu konuda uluslararası söze sahip Paul Lederach’a göre, toplumların birlikte yaṣaması, güven, empati (duygudaṣlık) ve demokrasi kültürünün oluṣması için dört önemli faktörun bileṣkesi gereklidir: a) gerçeklerin açıklanması (truth-telling), b) tamiri/tazmini (reparation), c) yaraların sarılması/iyileṣme (healing),
d) onarıcı adalet (restorative justice) (Lederach, 1998).
Çatışmalar sonrası toplumsal mutabakat süreçleri neden önemlidir? Toplumsal mutabakat süreci yaṣamayan toplumlar için barıṣa ulaṣmak ve gelecek hayali neden zordur? Toplumsal mutabakat, toplumsal dönüşüm, barış ve uzlaşmanın çok önemli bir parçasıdır. Barış ve uzlaşma literatüründeki egemen görüş, bireylerin ve halkların geçmiṣle yüzleṣmesinin, affetmeye ve bağışlamaya hazır ve istekli olmalarının, onları toplum içinde daha kuvvetli ve sağlam ilişkiler kurmaya hazırladığı yönündedir. Fakat bu bireysel ve toplumsal yüzleṣmenin ve affetmenin önemli koṣulları vardır. Mesela Assefa (2001), farklı düzeydeki tarafların yeni ve ortak olarak kazançlı bir ilişkiye doğru adım atabilmelerinin şu koşullara bağlı olduğunu savunuyor:
(1) Çatışmanın tarafları, karşı tarafa yaptıkları zararı dürüstçe kabul ederler [acknowledgement – kabul etme];
(2) Karşı tarafa verilen zarardaki rolleri için pişmanlıklarını ve üzgünlüklerini dile getirip özür dilerler [Özür dileme],
(3) Çatışma ve ortaya çıkmış zarar / tahribat / kayıptan kaynaklanan kızgınlık ve öfkeye bir son verirler [Affetme],
(4) geçmişteki acılar ve zararlar için tazminat verirler [Onarım].
Ayrıca, toplumsal mutabakat yaklaşımı, şiddet yaşamış toplumların şiddet dönemini kapatırken yeni şiddete yol açacak faktörlerin ortaya çıkmasına engel olacak mekanizmalar da üretmesini gerektirir. Tüm bunlar sadece acılı geçmişi geride bırakmak için değil, aynı zamanda uzun vadeli ve birlikte yaṣamayı gerekli kılan bir gelecek arayışı için de gerekli koşullardır. Ayrıca, her ne kadar affetme ve bağışlama barış sürecinin vazgeçilmez bir parçası olsa da, uzlaşmanın diğer bileşenlerini dikkate almayan ve çatışmanın ana sebeplerinin üstünde durmayan toplumsal dönüşümler uzun süreli bir barış için yeterli olamayabilirler.
Toplumsal mutabakatın en önemli adımlarından biri, yapılan yanlışı kabul etmek ve sancılı geçmiş ile yüzleşmektir; fakat bu, unutmak demek değildir. Geçmişle yüzleşme süreçlerinde çatıṣma yaṣamıṣ tarafların değiṣik seslerinin duyulması ve bu seslerin kendilerini tehlikede hissetmeden hikayelerini anlatabilecekleri güven ortamının sağlanması önemlidir. Hiçbir toplumsal ya da bireysel travma ve şiddet deneyimi - birbiriyle karşılaştırılabilse de- aynı değildir. Çatışmalar farklı bireysel ve toplumsal deneyimlerden kaynaklandığı için, mağdurların çatışmanın olumsuz sonuçları ile baş etme yolları ve şiddetin kaynağını affetme (veya affetmeme) istekleri kişisel deneyimlerine göre değişiklik gösterebilir.
Bu durumları bireysel ve toplumsal olarak tanımlamak gerekir: bireysel boyutta mağdurun travmaya yol açan kişisel deneyimi ve ihtiyaçları, içinde olduğu toplumsal ve siyasi ortamla ilgilidir. Toplumsal boyutta ise toplumun geçmişi ile hesaplaşma metodu önemli bir boyuttur. Geçmiṣle hesaplaṣma tek bir model olamaz. Nasıl ki bireyin kendisine ṣiddet uygulayan kaynakla yüzleṣmesi ve bu geçmiṣi geride bırakması farklı süreçlerde geliṣebilirse toplumlar için de bu süreç çok yönlü ve farklı ṣekillerde gerçekleṣebilir.
Konuya psikolojik açıdan yaklaşıldığında, çatışma sonrası iyileşme ve affetme, barış ve uzlaşma ile yakından ilgilidir. Çünkü tüm bu süreçler, çatışmada taraf olmuṣ birey ve toplumların birbirlerine karşı psikolojik yaklaṣım, tutum ve davranışlarında bir “değişiklik” içermek zorundadır. Staub, Pearlman, Gubin ve Hagegimana (2005) geçmiṣle yüzleṣme ve affetmeyi travmayı kolaylaştıran bir yol olarak görürler ve ṣöyle derler: “Affetme ve bağışlama, kızgınlıktan ve intikam alma isteğinden vazgeçmeyi, kurtulmayı içerir. Mağduriyet durumundan kaynaklanan acının üstesinden gelmede ve “mağdur” kimliğini bırakmakta yardımcı olur.” Bu yazarlara göre affetme ve bağışlama kişisel bir süreçtir; zaman zaman tek taraflı da olabilir ve sadece mağdurun duygularında ve tutumunda bir değişimi içerebilir. Dolayısıyla affetme ve uzlaşma farklı kavramlardır. Uzlaşma, doğası gereği birden fazla tarafın duygularında, tutumunda ve davranışında bir değişim gerektirir. Suçlu tarafın özür dilemesi, affetme ve dolayısıyla barış için gerekli olmasa da bu sürecin başlamasını kolaylaştırıp hızlandırdığı kesindir. Fakat, kolektif bir özür için, suçluların pişmanlık veya üzgünlük hissetmesi şart olmayabilir. Toplu katliam gibi ṣiddetli travmalar sonrası suçluların ve mağdurların beraber yaşamaya devam ettiği durumlarda, affetme ve uzlaşma süreçlerinde ortak adım atmak gruplararası olumlu ve barışçıl ilişkiler yaratmak için hayati önemdedir (Staub 2006).
Peki sonuçta travmayı yaṣayan bireyse neden bireysel rehabilitasyon süreçlerini yeterli görmüyor, bunların toplumsal boyutlarından bahsediyoruz? Ya da mesela Avrupa Birliği sürecinde olduğu gibi bundan sonra kiṣi ve grup haklarının korumasını garanti altına alan demokratik bir hayat istemekle yetinmiyoruz? Acılı geçmişin geride bırakılması ve bir daha yaṣanmayacağına dair hissin oluṣması için toplumsal düzeyde önemli olan diğer faktörler adalet ve çeşitli düzeylerde (birey-birey, birey-toplum ve birey-devlet arasında) tekrar tesis edilecek güven hissidir. Elcherorth’a göre çatışmaların toplam sonucu, sadece bir toplumdaki bireylerin bireysel travma deneyimlerinin psikolojik sonuçlarının toplamı olarak görülemez. Bu psikolojik sonuçlara karşı, bu gruplarda ortak bir resmi adalet ihtiyacı belirir. Yani eğer bir grup, yaşadığı travmanın kendi grup kimliği ile ilgili olduğunu düşünürse, toplumsal adaletsizlikle savaṣacak bir adalet sistemi, toplumsal bir anma aracı ve böyle bir deneyimin tekrar yaşanmayacağına dair resmi bir garanti talep edebilir. Benzer olarak, travmatik bir olaydan sonra toplumlar arasında, bireyler ve şiddet uygulayan failler arasında, vatandaşlar ve kurumlar arasında güven duygusunun oluşturulması mutlaktır.
Kalıcı barış ve toplumsal mutabakat için değiṣik kesimlerden taraflar bir araya getirilmeli, barışçıl ve güven verici ilişkiler kurmaları yeniden sağlanmalıdır. Kürt Meselesi bağlamında Akil İnsanlar Heyeti, ilk defa yaşanan acıların toplumsal seviyede dinlenilmesi adına çok önemli bir süreci başlatmıştır. Fakat akil insanların deneyimleri göstermektedir ki, bölgesel olarak hem barış sürecine bakış hem de Kürt Meselesini algılayış çok farklılık göstermektedir. En önemli geçmişle yüzleşme yöntemi, bu farklı düşünen kesimlerin bir araya getirilerek 30 küsur yıllık geçmişte yaşanan acıların konuşulabilceği ve dinlenebileceği bir ortamın oluşturulması olmalıdır.
Aslında toplumsal mutabakat son derece zor ve yavaş işleyen bir süreçtir. Bu süreç, çok çeşitli şekillerde olabilir. Adalet ve barışın yeniden oluşturulması Güney Afrika ve Latin Amerika örneklerinde rastlanacağı gibi hakikat komisyonları yoluyla olabileceği gibi toplumsal hafızanın sesi duyulmamış kesimlerine imkan verecek küçük projeler yoluyla da olabilir (mesela belli bir toplumsal olaydaki gerçeklerin gösterilmesi ve haksızlıklığa uğramışların anılması için yapılan müzeler). Aslında başarılı toplumsal mutabakat süreçleri bu değiṣik modelleri çeşitli seviyelerde ve farklı aktörleri bir araya getirerek işletebilen süreçlerdir. Çünkü toplumsal travmayı atlatmak bir yandan geçmiṣle yüzleṣmek ve onu geride bırakmayı gerektirirken bir yandan da yeni ve daha güzel bir geleceği hayal etmeyi gerektirir.
Bu açıdan bakıldığında 25-26 Mayıs’da Ankara’da gerçekleşen Barış ve Demokrasi Konferansı toplumsal mutabakat adına çok önemli dersler vermektedir. Özellikle konferansın ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’ toplantısının sonuçları gösteriyor ki Kürt Meselesi kendine has sebepleri ve dolayısıyla kendine has yüzleşme, adalet ve grup güvenliğine ait meseleleri olmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başka birçok etnik ve azınlık gruplarına dair de konuşulması gereken önemli bir geçmişle yüzleşme sorunu vardır. Sonuç bildirisinin, “Yüzleşmemiz gerekenler, öteki saydıklarımızın ve kendimizin duyguları, yaşantıları, suçlarımız, travmalarımız ve acılarımızdır. Dönüp dolaşıp bir bütün olarak kendimizle, kimleri nasıl incittiğimizle ya da ne tür incinmişlikler yaşadığımızla yüzleşmeliyiz” kısmı, bu açıdan özellikle önemlidir. Bu kadar sancılı geçmişe sahip bir ülkede demokratikleşme süreci bu tür geçmişi konuşma pratiklerinin önünü açacak şekilde şekillenmelidir. Öte yandan, bu açılan yoldan giderken Kürt Meselesinin kendine has yüzleşme gereksinmeleri unutulmamalıdır. Bu bağlamda, fail-mağdur (insan hakları ihlalleri yaşamış ve uygulamış olanlar arasında); grup-grup (korucu-köylü) ve devlet-toplum arası geçmişle yüzleşme, adaletin tesisi ve özür mekanizmalarının devreye sokulması gereklidir.
Fakat, acıların bir daha yaşanmasına engel olabilecek en önemli konu toplumsal güvenin tesisidir. Toplumsal güven, hem devlet ve vatandaşı arasında hem de yıllarca süren savaş sonucu değişik görüşler geliştirmiş halklar arasında oluşturulmak zorundadır. KONDA ile geçen yıl Türkiye çapında yaptığımız bir çalışma göstermiştir ki toplumda ötekileşme çeşitli boyutlarda yaşanmaktadır ve bireyler “öteki” olarak tanımladıklarını birebir değil medyadan gördükleri imajlarıyla tanımaktadırlar. Yine Gezi parkı olaylarının gösterdiği medyanın yansıttığı “gerçeklerin” çarpıtılmış, halktan saklanmış ya da abartılı olabileceğidir. Bu olaylara müteakip belki de ilk defa çoğu Türkün, Kürtlerin acılı tarihi hakkında ne kadar da bilgisiz ve sağır olduklarıyla yüzleşme imkȃnı doğmuştur. Bu yüzleşmenin olup olmayacağını, olursa nasıl olacağını ve sonuçlarının ne olacağını yaşayarak göreceğiz.
Sonuç olarak, çatışmalı dönemin acılı geçmişiyle yüzleşirken hem Kürt meselesindeki hem de daha büyük bir mesele olan “biz kimiz” ve “nasıl bir gelecek istiyoruz” sorularını cevaplarken, tüm aktörlerin sürece dahil olması azami önemdedir. Kalıcı barış, bir yandan kurumların demokratikleşmesini ve müzakerelerin sürmesini, bir yandan da algıların değiştiği, hem devletle toplumun hem de halkların arasında güven duygusunun yeniden tesis edildiği ve adaletin teslim edildiği bir toplumsal değişimi gerektirir. Çatışmalar ancak karşınızdakini anlamaya başladığınızda evrilmeye, değişmeye başlar çünkü anlama “benden” ve “senden” öte bir dil üretir, “benden” ve “senden” daha büyük bir evren yaratır. Barışın dili de bu evrenin dilidir. Bu evren bir yandan demokratik kurumların inşaasını, bir yandan yargısal adalet mekanizmalarının devreye sokulmasını, ama en önemlisi toplumsal diyalog yollarının açılmasını gerektirir. Yıkıcı ilişkiler yaşamış grupların tekrar birbirlerinin onurları ve meşruiyetlerini kabul eden yeni bir gruplararası bir bağ kurmaları ancak “öteki”leştiren dillerinden sıyrılıp, farklı hikayelerini paylaşıp yeni bir gelecek hayal ettiklerinde mümkün olabilir.
Bibliografya:
· Assefa, H (2001). “Reconciliation” Reychler, L. ve Paffenholz, T. (der.), Peacebuilding: A Field Guide. Lynne Rienner, Boulder ve Londra, s. 336-342.
Elcherorth, G. (2006). “Individual-level and community-level effects of war trauma on social representations related to humanitarian law.” European Journal of Social Psychology, 36, s. 907-930.
Galtung, J. (1969). “Violence, Peace and Peace Research,” Journal of Peace Research, Vol. 6(3), s. 167-191.
Kantowitz, R (2006). Healing systems: A multi-level model of trauma in Guatemala. Yayınlanmamış Doktora Tezi: Columbia University.
Kriesberg, L. (2001). “Changing Form of Coexistence,” Abu-Nimer, M. (der.). Reconciliation, Justice and Co-Existence: Theory and Practice. Lanham, MD: Lexington Books, pp. 47-64.
Lederach, J. P. (1998). Building peace: Sustainable reconciliation in divided societies. Washington D.C., United States Institute of Peace, s.30-31
Staub, E (2006). “Reconciliation after genocide, mass killing, or intractable conflict: Understanding the roots of violence, psychological recovery, and steps toward a general theory.” Political Psychology, 27, s. 867 – 894.
Staub, E., Pearlman, L., Gubin, A. ve A. Hagengimana (2005). “Healing, reconciliation, forgiving and the prevention of violence after genocide or mass killing: An intervention and its experimental evaluation in Rwanda.” Journal of Social and Clinical Psychology, 24 (3), s. 297-334.
[1] Johan Galtung tarafından literatüre sokulan bu iki tür şiddetten direkt olanı, kişinin bedensel bütünlüğüne yönelik öldürme, gasp, işkence, tecavüz gibi şiddet formlarından bahsederken yapısal şiddette kişilerin ya da grupların kendi potansiyellerinde hayatlarını devam ettirebilecek kaynaklara ulaşmanın önünün kesilmesinden bahsediyoruz (Galtung 1969). Dolayısıyla yapısal şiddet içersinde fakirlik, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi kimlikler üzerinden bazı grupların ayrımcılığa uğraması kadar toplumsal kaynakların bireylerin hakettikleri düzeyde yaşaması için seferber edilememesi durumları da sayılabilir.