19 Ocak Vesilesiyle İradenin İyimserliği Üzerine

19 Ocak ile iyimserliği aynı cümlede kullanmak yakışıksız kaçacak belki. Zira Rakel Dink’in hafızalarımıza kazınan deyişiyle “bir bebekten bir katil yaratan karanlığın” zaferiyle anılagelen bir tarih 19 Ocak 2007. Dolayısıyla, bu meşum tarihten bir iyimserlik vesilesi devşirmek için aşırı derecede Pollyannacılıktan muzdarip olmak gerektiği söylenebilir. Ve fakat bazen iradenin iyimserliği (bkz. Gramsci) ile iradenin safdilliği arasındaki ince çizgide yürüme riskini göze almak gerekiyor.

Ve hayır, buradaki iyimserliğin kaynağı Dink’in katlinden sonra sokaklara dökülen onbinlerce insan değil, bizzat suikastın tertipleniş biçimi - daha doğrusu, bir suikasta gerek duyulmuş olması. Hrant Dink suikastı derin (ve de sath-i) devletin gözü dönmüşlüğünü olduğu kadar aczini de göstermiş oldu aslında. Öyle ya; Ermeni meselesinde devlet ve medyanın bütün kışkırtmalarına, Agos’a yönelik bütün dezenformasyona rağmen Dink meselesinin hallolunması için devletin farklı güvenlik birim ve kademelerinin seferber olması gerekmiş, aylarca süren uğraştan sonra “ihale” 17 yaşında bir aklıevvele yıkılmıştı.

/
Firuz Kutal

Bu şunu gösterir: Agos’un yazıhanesine herkesin elini kolunu sallayarak girebildiği (keza Ogün Samast, suikastın hemen öncesinde girmişti), Dink’in özel koruma olmadan işine, evine gidip geldiği İstanbul gibi devasa bir şehirde Dink’in hesabının görülmesi, durumdan kendine vazife çıkaracak birilerinin inisiyatifine havale edilememişti. “Kerinçek” ve “Perinçsiz”lerin estirmeye çalıştıkları linç havasına, yıllardır halka dayatılagelmiş Ermeni düşmanlığına rağmen Dink’in susturulması kendi oluruna bırakılamamıştı. Zira kendi oluruna bırakılacak olsa olacağı yoktu kuvvetle muhtemelen. O yüzden, Trabzon’daki Rahip Santoro ve Malatya’daki Zirve Yayınevi cinayetlerindeki gibi, ince bir tezgah tertiplenmesi, tetikçilerin azmettirilmesi gerekmişti. Dink’in 301. maddeden mahkumiyetine mazeret gösterilen yazısındaki metaforu başaşağı çevirerek söylersek, damarlarında “pis Ermeni kanı” dolaşan milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede bu “kutsal” görevi kendiliğinden ifa edecek kimse çıkmamıştı. “Bebeklerden katiller yaratmak” için o bebekleri yıllarca ırkçı bir dünyagörüşü ile eğitmek yetmemiş, ellerine bir de silah tutuşturmak gerekmişti. İşte burada bir iyimserlik vesilesi var sanki. Dink’in bir organik aydın (yine bkz. Gramsci) olarak Sisyphus’a yaraşır sabrını ve direncini bu iyimserlikten aldığını iddia etmek yanlış olmaz herhalde.

Orhan Pamuk’un Kar romanında, başörtülü kızları üniversiteye almadığı için nihayetinde silahla vurup öldüreceği müdürle uzun uzun münakaşaya giren bir genç vardır. Daha önceden tehditler aldığı için ama “yanında ayı gibi dikilecek bir koruma görevlisi” ile gezinmek istemediği için müdür üzerinde tedbiren bir kayıt cihazıyla dolaşmaktadır. Romanda müdür ile müstakbel katili arasındaki konuşmanın (bugünlerin gözde tabiriyle) “tape”sini okuruz. Şayet Dink’in Samast’la böyle bir diyalog imkanı, üzerinde de böyle bir cihaz olsaydı nasıl bir konuşma dinleyecektik acaba? Karşısındakinin bir ömür boyu maruz kaldığı beyin yıkamaya rağmen onu vazgeçirmeyi başarırdı belki de; neticede başaramasa bile başarabileceği önkabuluyle sürdürürdü ikna çabasını en son ana dek - naiflikten değil, kuşkusuz; iradenin iyimserliğinden. Zaten onun hayatı namlunun ucunda geçmiş bir ikna çabası değil miydi?

Yaşasaydı ve bugünlerde “Ermeni lobisi” teranesinin, kendileri de İttihatçılıktan onyıllarca eziyet görmüş bir başka etnik azınlığın mensupları tarafından dillendirildiğini duysa ne düşünür, ne hissederdi acaba? Tahminen, hayatı boyunca doğrudan kendisine yöneltilmiş birçok ağır hakeretten daha fazla üzülürdü buna ama yılmaz ve yine aynı etnik gruptan gelen özeleştirilerde halkların kardeşliğine duyduğu inancı pekişterecek bir umut bulurdu.

16 Ocak 2014