Soykırım meselesinde Türk milliyetçiliği, karşısında bütünüyle kandırılmış, aldatılmış, temel tarih eğitiminden yoksun bırakılmış bir dünya olduğuna inanıyor. Ona göre kendisi Mersin’e giderken tüm dünya tersine gidiyor. Bunlara inanıyor da, bir kere de olsun kendisinin aldanmış ve yanlış olduğundan şüphelenmiyor. Küstürülmüş, incinmiş Türk gururu, ilkel denebilecek bir tepkiyle karşısındakini parayla terbiye etmeye ve parayla dize getirmeye sarılıyor ve üst üste Fransız mallarını boykot etme çağrıları yapılıyor[1]. Mesela Türkiye Perakendeciler Federasyonu gıda, kozmetik ve giyim sektörlerinde Fransız mallarının; Türkiye Tohumcular Birliği ise Fransız menşeli tohum firmalarının boykot edileceğini, Emniyet Genel Müdürlüğü Peugeot model makam aracı alınmayacağını, Spor Toto Teşkilatı ise İddaa programından Fransa Ligi maçlarının çıkarılacağını açıkladı.
Türk milliyetçiliğinin bu şekilde metalar üzerinden yürütülmesi, milliyeti olmayan kapitalizmin başarısı; milliyetçiliğin ise çıkmazıdır. Kapitalizmin başarısıdır; çünkü milliyetçi refleksler kapitalizmin sıradan, günlük devinimi içinde mas edilmiştir. Milliyetçi hareket, kapitalist meta hareketinin bir parçası, bir uzantısı haline gelmiştir. Türk milliyetçiliği, aslında metaların milletlerarası hareketinden medet ummakta, metaların milletlerarası gücüne güvenmektedir. Ancak milliyetçilik, tüm dünyayı olduğu gibi bu ilişkiyi de tersine çevirir ve ters algılar. Metalara gücünü veren şeyin milliyetçilik olduğunu zanneder; hâlbuki milliyetçiliğe gücünü veren, metaların gücüdür. Peugeot ve Citroën marka otomobillerin, Airbus uçakların piyasa değerleri; bu otomobil ve uçaklara ödenen para o kadar büyüktür ki, bu metaların değeri üzerinden Fransa imajı güç kazanır. Peugeot’nun gücü, güçlü Fransa imajını yaratır.
Şimdi Türk milliyetçiliği, Fransız menşeli ürünleri almayarak Türklüğün gücünü Fransa’ya gösterdiğini zannediyor. Hâlbuki ispatladığı tek şey, bu metaların milletlerarası meta hareketi içindeki önemi ve piyasadaki gücüdür. O halde Fransa kadar, Türk milliyetçiliği de gücünü Peugeot’dan almaktadır; biri üretiminden, diğeri ise tüketiminden. İşte bu da Türk milliyetçiliğinin çıkmazı olsa gerek: Fransız menşeli dediği ürünler piyasada bu denli güçlü olmasalardı, Türk milliyetçiliği de güçsüz kalacaktı. Günün birinde Çin soykırımı tanırsa, muhtemeldir ki 1 TL’ye satılan Çin malları boykot edilerek Türklüğün gücü ispatlanmaya çalışılmayacaktır.
Ancak, yukarıda bahsi geçen “İddaa” örneğinde olduğu gibi “Fransız menşeli ürün” dediğimiz şey tüketim mallarına özgü değildir. Mesela, Fransız Devrimi’nin ivme kazandırdığı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” düşünceleri, anayasacılık hareketi, parlamenter demokrasi de kısmen Fransız menşeli gelişmelerdir. Dahası şarkıcı Patricia Caas ve Zaz, sanatçı Alain Delon ve Juliette Binoche, bilim insanları René Descartes ve Marie Currie de en az Peugeot ve Citroën kadar Fransız menşelidir. O halde Fransa boykot edilecek ise yeni anayasa çalışmaları bir an önce durdurulmalı, bir daha Zaz dinlenilmemeli, Alain Delon’un oynadığı filmler yasaklanmalı ve Kartezyen koordinat sistemi matematik müfredatından çıkarılmalıdır. Nihayetinde Türk milliyetçiliğinin yürüttüğü akıl doğrultusunda milliyetçilerden görmeyi beklediğim dik duruş, Fransız bilim adamı Pasteur’ün bulduğu kuduz ilacını kullanacaklarına, kudurarak ölmeyi tercih etmeleridir.
Bu örnekler ne abartı ne safsata ne de absürtlüktür. Dünyanın maddi, zihinsel ve kültürel gelişmelerini ya reddeden, ya da bu gelişmeleri kendisine uyacak şekilde çarpıtan Türk milliyetçiliğinin karşılaştığı trajedidir.
[1]”Açlıkla terbiye etme”nin yerine Fransa boykotu örneğinde zorunlu olarak geçen “parayla terbiye etme” düşüncesi, milliyetçiliğin eril öğelerinden biridir aynı zamanda.