Türklük ve Türk Soylu Yabancılar

Türkiye’de genel resmî kabul, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oluşturduğu topluluğun adının Türk Milleti olduğudur. Toplumun büyük çoğunluğu için de bu böyledir. Türkiye’de ortaklığı oluşturan kimlik, yürürlükteki yasalara ve egemen kabule göre Türk Milleti olduğu için, bu milletin ayırt edici niteliğinin Türklük olduğu söylenebilir. Ama tam bu noktaya gelindiğinde hepimiz biliriz ki, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında Türklük anlamında Türk olanlar ve olmayanlar vardır. Gayrimüslim Türkler, bu anlamda, hem Türktürler hem değildirler. Yurttaşlık haklarının bir kısmı, yasal olmayan ama bir o kadar etkili olan uygulamalarla kısıtlanmıştır. Müslüman ama Türk olmayan Türklerin de yasal ve yasal olmayan yöntemlerle yurttaşlık hakları, bu kez farklı alanlarda kısıtlıdır.

Buraya kadar bu yazıyı okuyanların bir kısmının, bunların vatan hainlerinin propagandası olan yalanlar olduğunu düşünmeye başladıklarını tahmin ediyorum. Biraz sabredip okumaya devam ederlerse, kimliğin üstünü de altını da sadece Türk Milleti kavramının oluşturduğu resmen iddia edilmesine rağmen, zaman zaman Türk soyu, Türk ırkı gibi etnik vurgulu tanımlamalara yasalarda yer verilmesinin ne anlama geldiğini belki düşünebilirler. Aşağıdaki örnekler uzak geçmişte kalan uygulamalardan değil, bugün yürürlükte olan yasaların birkaçı içinden seçildi. Dolayısıyla kendisi hukuken ortadan kalkmış olsa bile, etkisi bugün devam eden yasal tasarrufları, “geçmişte nerede hata yapıldı?” arayışı içinde ele almak değil burada amaç. Bugün Anayasa ve ilgili kanunların içinde serpiştirilmiş olarak duran etnik vurgulu Türklük anlayışıyla, yurttaşlık ilişkisi içinde tanımlanan Türk milleti kavramı arasındaki vahim ve kasıtlı karışıklığı sorgulamak.

İşe yürürlükteki anayasadan başlayabiliriz. Anayasanın giriş bölümü, 1995 ve 2001’de yapılan değişikliklerden sonra, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa” diye başlıyor ve beşinci paragrafında şöyle devam ediyor: "Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ...”. Bu metinde yer alan Türk milli menfaatlerinin, yukarıda tanımlanan Türk milletinin milli menfaatleri olduğunu söylenebilir. “Türk varlığının” da keza. İş “Türklüğün tarihi ve manevi değerleri” konusuna gelince çatallaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oluşturduğu topluluk olarak Türk Miletinin tarihi ve manevi değerleri arasında örneğin Ermeni Türklerin, Rum Türklerin tarihi ve manevi değerleri dahil midir? Veya Kürt Tüklerin, Süryani Türklerin tarihi ve manevi değerlerini korumak da benzer bir anayasal yükümlülük değil midir? (Bu yazıda özel olarak Türkiyeli Kürt, Türkiyeli Ermeni, vb. tabirini kullanmadık).

Anayasada yer alan “Türklüğün tarihi ve manevi değerleri” tabirinin etnik aidiyet vurgusu içermediğini, öfkeden boyun damarları şişmeye başlayarak ifade edenleri görür gibiyiz şu anda. Öyleyse yürürlükteki kanunlarda Türklük konusunu ele almanın sırasıdır. Bilindiği gibi, milliyetçi avukatlar grubunun yaylım ateş usulüyle birbiri ardına yaptığı suç duyuruları ve bunları ciddiye alan ve cerahatın akmasını istemeden sağlayan savcılar sayesinde, yeni Ceza Kanunun 301.inci maddesinde yer alan “Türklüğü aşağılama” olarak tanımlanan bir ceza suçuyla yargılananların sayısı giderek artıyor. Türkiye’de “Ermeni dölü”, “kahpe Rum”, “imansız Kızılbaş”, “korkak Yahudi” veya “hain Kürtler” tabirini kullananlara karşı “Türklüğü aşağılamaktan” dava açılmadığına göre, Türklük özel bir şeye tekabül etmektedir? Bu nedir?

Bugün yürürlükte olan kanunların -bu konuda çok daha zengin bir malzeme içeren yönetmelik ve tüzüklere burada girmeyeceğiz- arasında, 1934 tarihli İskân Kanunuyla işe başlayabiliriz, Bu kanunda şöyle ifadeler yer alıyor. 1949’da değişen haliyle madde 1: “Muhacir ve mültecilerle göçebelerin ve gezginci çingenelerin yurt içinde yerleştirilmeleri; Türk kültürüne bağlılık ve nüfus oturuş ve yayılışının düzeltilmesi amacıyla Bakanlar Kurulunca yapılacak programa uygun olarak İçişleri ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca tertiplenir.”

Ortada bir Türk kültürüne bağlılık diye bir şey var. Bu yukarıdaki anayasal Türk Milletinin kültürüne bağlılık mı? Tam öyle olmadığını aynı kanunun 1935’de değişen haliyle bugün yürürlükte olan üçüncü maddesinde görmeye başlıyoruz:

“Türkiye’de yerleşmek maksadı ile dışarıdan münferiden gelmek isteyen Türk soyundan meskun veya göçebe fertler (...) ve müçtemian gelmek isteyen Türk soyundan meskun veya göçebe fertler ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı meskun kimseler iş bu kanunun hükümlerine göre” diyerek madde devam edip, bu kişilerin “muhacir” olarak tanımlanacağını belirtiyor. Aynı maddenin sonunda, “Kimlerin ve hangi memleketler halkının Türk kültürüne bağlı sayılacağı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile tespit olunur” derken, izleyen 4. maddede, “Türk kültürüne bağlı olmayanların, anarşistlerin, casusların, göçebe Çingenelerin ve memleket dışına çıkarılmış olanların, Türkiye’ye muhacir olarak alınamayacaklarını” yasa öngörüyor. Şimdilik yorum yok.

Gelelim gene 1934’de yürürlüğe giren Soyadı Kanununa. Kanunun 3. maddesi aynen şöyle: “Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz”. Kanunda yer alan “yabancı millet” tabirini, anayasadaki Türk Milleti dışındakiler olarak yorumlayalım şimdilik. Ama “yabancı ırk” ne? Türk ırkına yabancı olan, Türklüğe yabancı olan mı? Azerbaycan’da yaşayan Azeriler mi yabancı ırk, Türkiye’de yaşayan Kürtler veya Yahudiler mi? Yorumu size bırakıyorum.

Bunlar eskiden kalmış tabirler, uygulamaları kalmadı diyebilirsiniz. Bu kanun maddesine dayanarak anne ve babaların bazı “yabancı” isimleri çocuklarına verememeleri eski bir olay değil ama onu da geçip, daha yakın tarihlere doğru ilerleyelim. 1964’te yürürlüğe giren “Türk Vatandaşlığı Kanunu”nun istisnai vatandaşlığa almayı düzenleyen 7. maddesinde, “Türk soyundan olanlarla, eşleri ve reşit çocuklarının” Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlığa alınabileceği öngörülüyor. Suriye’den Türkiye’ye gelen, akrabaları Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olup, Türkiye’de yaşayan bir Arap aile Türk soyundan sayılır mı? Veya tehcir sırasında annesini, babasını kaybetmiş, Türkiye doğumlu ve Türkiye dışında yaşayan bir Ermeni Türk soyundan mıdır?

Buradaki ifadeleri de, yürürlükte olmakla beraber yarım yüzyıl öncesine ait bir tahayyül dünyasının kalıntısı olarak yorumlanmasını kabul edelim. Peki 1981 yılında yürürlüğe giren, dolayısıyla içinde bulunduğumuz 12 Eylül rejiminin tahayyül dünyasına ait olan “ Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Meslek ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine, Kamu, Özel Kuruluş veya İşyerlerinde Çalıştırılabilmelerine İlişkin Kanun”a ne diyeceğiz? Türkiye’de ikamet eden Türk soylu yabancıların, TSK ve Güvenlik teşkilatı hariç, ihtiyaç duyulan meslek ve sanatları serbestçe yapmasını öngören bu kanunla, daha sonra Jivkov mezaliminden kaçan Türk Bulgarların (neden bu kişileri resmî söylem Bulgaristan Türkleri olarak tanımlar, ama Türkiyedeki Kürtlere gelince durum birden değişiverir?) Türkiye’de serbestçe çalışmaları mümkün oldu. Halen de, “Bu Kanuna göre kendilerine izin verilenler, izin süresince, ikamet ve çalışma ile ilgili kanunların öngördüğü Türk Vatandaşı olma şartından istisna edilirler” maddesi uyarınca, Türkiye’de çalışabiliyorlar.

Türk soylu yabancıların hangi milletlerde bulunduğunu tespit etmek yetkisi, İskân Kanunu uyarınca bugün dahi Bakanlar Kurulunun yetkisinde. Bunun yanında, yasalarımızda Türk kültürüne bağlı yabancılarla ilgili özel hükümler var. Ama söz konusu Türk kültürü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hepsini kapsayan bir kültüre mi atıfta bulunuyor? Evet, bulunuyor diyenlere, Sünni-Türk tarihi ve kültürü ve bir ölçüde Alevi-Türk kültürü ve tarihi dışında, Anadolu’nun diğer kadim tarih ve kültürlerine referans veren bir “Türk kültürü” tanımının somut uygulamalarını göstermelerini talep etmek hakkımız.

Üst kimlik Türklüktür diye çatık kaşlarla, çene havada yukarıdan konuşarak, bunlar yetmediği zaman, bu konuda ısrar edilirse başa gelecek felaketleri anımsatıp, tehditler savurarak, etnik vurgulu bir Türklüğü aşağılama suçu icat ederek, Türk Milletinin bölünmez bütünlüğünü savunduklarını zannedenler, hiç olmazsa biraz tutarlı olup, Türk kültürüne ait yabancıların, Türk soylu yabancıların Türk Milletine dahil olup olmadıklarını açıklasalar. Ya da, tarihi ve kültürel varlığı esas olarak bugünkü Türkiye topraklarında olan Ermenilerin hangi nedenle Türk kültür ve tarihi içinde yer almadıklarını bize izah etseler. Eğer kılıç gücüyle alınma ve şehit kanıyla sulanma hukukunu yeniden öne süreceklerse, 21. yüzyılın barbarları sıfatını hak etmiş olmayacaklar mı?

Radikal İki, 1.1.2006