i[1]
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haber yoğun yerel ve küresel gündem arasında fazla üzerinde konuşulmadan es geçildi (Venezüella Toki’yi Bekliyor, Radikal, 24.12.2012). Habere göre toplu konut projeleri ile Türkiye’de neredeyse girilmedik il bırakmayan TOKİ Venezüella ile anlaşmasının son noktasına gelmişti. Karakas ile Ankara arasındaki anlaşma TOKİ’nin bu ülkeye toplu konut yapmasını ve bunun karşılığında petrol almasını öngörüyordu. Anlaşmaya göre 5 sene içinde 75.000 konut yapılacak ve buna karşın seneliği 1 milyar dolardan 5 milyar dolarlık petrol alınacaktı. Birçok ajansta yer alan haberde ayrıca 40 ülkenin TOKİ ile anlaşmak üzere sırada olduğu bildiriliyordu.
Düşük maliyetli ve hızlı üretimi hedeflemesiyle kapitalist üretim tarzlarını küresel anlamda yaygınlaştırma potansiyeli/tehdidi barındırması, kapitalist uluslararası ticaret sistemine yeni bir metod ortaya koyması ve farklı bir ihracat türü sunması ile yeni bir devletlerarası ekonomik karşılıklı-bağımlılık konsepti ortaya koyan bu toplu konut ihracı hamlesi, akıllara ister istemez postmodern mimari tarihçisi Charles Jencks’in 16 Mart 1972’de Pruitt-Igoe binalarının yıkılışının modern mimari’nin öldüğü gün olarak tanımlayışının[2] yanlışlığını mı bize göstermektedir acaba sorusunu getirmiştir?
Pruitt-Igoe binaları Amerika’nın St. Louis kentinin varoşlarını temizlemek amacıyla 1955’te 23 hektarlık bir alan üzerinde inşa edilen 33 adet 11 katlı binadan oluşmaktaydı. Dünya Ticaret Merkezi’ni de inşa eden dünyaca ünlü mimar Minoru Yamasaki, Pruitt-Igoe’da 2870 apartman dairesini olabildiğince küçük ve mekan-tasarruflu dizayn etmiş, asansörleri bir, dört, yedi ve onuncu katlarda durabilecek şekilde tasarlayarak farklı bir konsept ortaya koymuştur. Dönemin en büyük toplu konut projelerinden olan Pruitt-Igoe ulusal toplu konut ortalamasının %60 fazlasıyla 36 milyon dolara mal olduğunca birçok çevrelerce eleştirileri üzerine çekmişti.[3]
Pruitt-Igoe Binaları, Kaynak: http://archpaper.com/news/articles.asp?id=5539
Ancak toplu konut sistemindeki ırka dayalı ayrımcılığın kaldırılması, adaletsiz gelir dağılımı mağduru düşük gelirli ailelerin burayı daha fazla tercih etmesi, sosyal eşitsizliğin birçok boyutuyla önemli bir derecede etkilerini hissettirmesi ve bütün bunların bir sonucu olarak suç oranının artması ile 1960’ların başlarından itibaren nüfusun düşmeye başladığı Pruitt-Igoe’de 1971’e gelindiğinde 17 binada sadece 600 kişi yaşamakta ve bölge büyük oranda hayalet bir şehri andırmaktaydı. 1971’de Pruitt-Igoe toplu konutlarındaki tüm binalarının yıkılmasına karar verilmiş, bunu takip eden birkaç yıl içerisinde bölgede yeni ve yeşilliğin yoğun olduğu bir yapılaşmaya gidilmiştir.[4]
Pruitt-Igoe’nin Yıkılışı, Kaynak: www.umsl.edu (University of Missouri – St. Louis)
Pruitt-Igoe olayını postmodernler tarafından alay konusu yapan ise modern mimarinin en şaşalı örneklerinden olarak lanse edilen bu projenin önemli bir maddi zarar bırakarak sonsuzluğa terk edilmesidir. İnşa edildiği dönemde Pruitt-Igoe modern mimarinin “kitlesel üretim-kitlesel tekrar” mottosunun en bariz örneklerinden birisini gözler önüne sermişti. Birçok modernist mimarın olumlulayacağı üzere olabildiğince az detay ve “güzelleme” barındıran proje sadece gerekli olanı minimum düzeyde içermesi ile postmodern mimari anlayışındaki süs, detay ve tarihsel yeniden-üretim konseptlerinden uzak bir yapıdaydı. Projenin başarısızlığı diğer taraftan postmodern mimarinin savunduğu bireysellik, anlamlı ya da göstergesel işlevsellik gibi temel paradigmaları barındırmaması bağlamında da değerlendirilmişti.
MODERNDEN POSTMODERN MİMARİ’YE
Mimarlık alanındaki modernizmin temellerinin uluslararası üne kavuştuğu olaylardan bir tanesi ilk dönem modern mimarinin önde gelen isimlerinden ve Bauhaus Okulu’nun ilk direktörü olan Walter Gropius’un tasarladığı okul binasının 1926 yılında Dessau’da kullanıma girmesiydi. Bina dekorsuz, geniş pencereli ve çok amaçlı salonları barındırmasıyla modern mimarinin fonksiyonelliği ve sadeliğinin en önemli örneklerinden birisi olarak tanımlandı. Modern mimarinin kuramsallaşmasının en önemli ayaklarından olan Uluslararası Modern Mimarlar Kongresi’nin (CIAM) 1933 yılında Atina’da yapılan kongresinde alınan kararlar ise TOKİ’nin yapılaşma ilkelerine neredeyse bir zemin oluşturmaktadır. Buna göre konut, iş yeri ve rekreasyon alanlarının merkeze alındığı ancak birbirinden farklı bölgelerde konumlandırıldığı fonksiyonel yapılaşmanın ön plana çıkarılması teşvik edilmişti. Kongre’de ayrıca geniş parklar içerisinde birbirinden kopuk apartman blokları ile dikey yaşam alanlarının ön plana çıkarılması ve yatay rekreasyon mekanlarının düzenlenmesi fikri büyük kabul görmüştü.
TOKİ’nin birçok ildeki geniş projelerine bakıldığında bu çerçeveye uygun bir yapılanmanın olduğu fark edilecektir. Kimi zaman şehirden uzak ancak ulaşım ağlarının sistematik bir şekilde geliştirilmesi (-nin planlanması) ile inşa edilen yeni mikro-kentlerde coğrafi ve sismografik koşulların el verdiğince dikine uzanan yaşam alanları karşımıza çıkmakta, bir taraftan da yeşil ve rekreasyon alanları regülasyonları göz önünde bulundurularak yerel ve merkezi yönetimlerin bu anlamdaki kriterleri sağlanmaktadır. Özellikle şehir dışında yer alan projeler bağlamında düşünüldüğünde TOKİ projelerinin inşa edildiği arazilerdeki yeşil alanları yok etmesi veya minimum seviyede yeşil alan bırakması nedeniyle bu inşaatların uzun vadede bu bölgelerdeki ekosistemlere zarar vereceğinin kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekir. Yeni toplu konutlar ayrıca iş merkezlerini içeren kompleksleri barındırması bakımından işlevsel bir yapıya sahiptirler. Bu durum diğer taraftan bu yerleşimlerde yaşayan genellikle orta sınıfa mensup ailelerin şehirle olan bağlarını zayıflatmakta ve yeni bir tür toplu konut aidiyeti oluşturmaktadır.
Bu bağlamda son dönemlerdeki postmodern mimarcılık ve şehirleşme teorisyenlerinin[5] önemle vurgu yaptığı “sürdürülebilir gelişme dostu yapılaşma” konseptleri de birçok anlamda TOKİ projelerinde göz ardı edilmektedir. “Yürünebilirlik”, “otomobil kullanımının minimize edilmesi”, “binalardaki mimarinin homojen olmaması” ve “topluluk kültürünün zenginleştirilmesi” gibi unsurların ön plana çıkarıldığı bu yeni trendlerin TOKİ projelerinde gözlemlenebilmesi hayli zordur. Bir kere bu projelerin birçoğu genellikle şehir dışlarına yapılmakta ve bu anlamda hem yürünebilirliği azaltmakta hem de otomobil veya toplu taşıma kullanımını zorunlu kılmaktadır. Bloklar halinde tektip binalaşma ve sosyal ortamların yaratılmasına dikkat edilmemesi diğer sorunlu noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunların yanında Türkiye’deki geleneksel kültürel kodların en önemli unsurlarından olan “komşuluk konsepti” toplu konut projelerinde büyük oranda erozyona uğramaktadır. Bu anlamda düşünüldüğünde TOKİ projelerinin sosyolojik olarak da Türkiye’deki sosyo-kültürel yapıya uygunluğu başka bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
(POST)MODERN TOKİ!
TOKİ’nin Türkiye’de inşa ettiği toplu konutları mimari bir bağlamda düşünecek olduğumuzda uluslararası postmodern mimari eğiliminin aksine modernist bir tarzla karşı karşıya olduğumuzu yukarıda kısaca belirttik. Kent planlamasının yoğun bir şekilde yapıldığı 20. Yüzyılın ilk yıllarıyla ortaya çıkan modernist mimari anlayış, artan sanayileşme ve şehirleşme ile yaygın bir hale gelmişti. Tam da bu bağlamda yeni projelerini “45 m2’ye 2 oda 1 salon” şeklinde dizayn eden TOKİ proje geliştirme ekibinin bu kararı, bilgisayara bağlı yeni teknolojilerin kent planlamasının yoğun bir şekilde hissedildiği gelişmekte olan metropollerde “kitle tüketimine yönelik mimari” üretiminin en güzel örneğini bizlere sunmaktadır. Yine buna benzer bir mantıkla kimi zaman TOKİ projeleri şehir merkezlerinde gerçekleştirilen “kentsel dönüşüm” projeleri çerçevesinde olmaktadır. Ancak bu “kentsel dönüşüm” Bursa Doğanbey Konutları örneğinde olduğu gibi kapsamını büyük oranda aşmakta ve şehrin kimliği olarak tanımlanabilecek “yeşil” ve “tarihsel” dokusuna ölümcül zararlar verebilmektedir. Diğer taraftan her ne kadar son dönemde bölgesel mimari özelliklerinin (Selçuklu-Osmanlı) göz önünde bulundurulacağı iddia edilerek çok da modernist olmayan bir yaklaşım ifade edilse de, herhangi bir şehirde gezerken toplu konut inşaatı gören dikkatli iki gözün bunun TOKİ inşaatı olduğunu rahatlıkla fark edebileceği gerçeği değişmemektedir. Bu durum yukarıda da belirtilen “kitlesel üretim-kitlesel tekrar” felsefesini tam da bağlamında bize göstermektedir.
POSTMODERN DÜNYAYA MODERN MİMARİ İHRACI MI?
Halihazırda Pakistan, Endonezya, Sri Lanka ve Somali gibi ülkelerde projeleri bulunan TOKİ’nin bu yurtdışında toplu konut inşasına yönelişi, yukarıda kısaca özetlenen modern mimari anlayışının uluslararası bir boyuta taşınması şeklinde yorumlanabilir. Bu süreçte dikkatle izlenmesi gereken husus hangi ülkelerin TOKİ ile anlaşarak bu projeleri talep edeceğidir. Nitekim gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerdeki postmodern mimari tarzını benimsemesinin güçlüğü göz önünde bulundurulduğunda TOKİ’nin daha ziyade serbest piyasa ekonomisinin hızla yayıldığı, işçi sınıfının yoğunlaştığı ve yatay mekanlardan ziyade dikey mahallelerin yaşam alanı olarak benimsenmek durumunda kalındığı Üçüncü Dünya ve gelişmekte olan ülkelerde yer alacağı beklenebilir. Bu ülkeler için mimarinin modern, sıkıcı ve çok da hoş gözükmeyen bir işlevselciliği barındırması, zaten aşırı olan nüfusun iş ve alışveriş merkezleri yakınında tutulması (uzaktaysa da toplu taşıma metodları ile bunun sağlanması) ve tüketim kültürünün dayattığı yaşam tarzının sürdürülebilir olmasında en önemli işlevlerden bir tanesini görmektedir.
Öte yandan TOKİ’nin bu uluslararası boyut kazanarak farklı ülkelere yayılması durumu modern mimarinin ilk ve en etkili temsilcilerinden Le Corbusier’in belirttiği “tüm uluslar ve iklimler için tek bir bina teklif ediyorum” mantığının günümüzdeki yansıması olarak yorumlanabilir. Bunu söylemiş olmakla birlikte, postmodern mimari felsefeyi barındıran toplu konut örneğinin mevcudiyetini teslim etmekte fayda var. Aldo van Eyck ve Theo Bosch’un 1971-75 yıllarında Hollanda’nın Zwolle şehrinde ve yine Bosch’un 1985-86 tarihlerinde Deventer’de inşa ettiği toplu konutlar postmodern toplu konut projeleri olarak öne çıkmışlardır.[6] Mimaride dekonstrüktivist bir tasarımı barındıran bu yapılaşmalar, yüksek nüfus yoğunluğunun olduğu şehir merkezlerinde şehrin yapısına uygun yalın geometrik bir kompozisyonla ve dinamik biçim özellikleriyle, daha az yer kaplayan kalıp duvarları, yaşam alanları anlamında yer kazandıran küçük pencereleri ve çatıların daha efektif kullanımları ile modern yapılaşmadan farklılaşmışlardır.
Modern mimari anlayışındaki yapı kullanıcılarının sosyal yaşam ihtiyaçlarına yönelik koşulların, yapıyla ilgili gereksinimlerinin veya bu yapıların inşa edileceği alanların iklimsel yada fiziksel koşullarının göz ardı edilmesi gerçekliği TOKİ projelerinin birçoğunda ön plana çıkmaktadır. Bununla birlikte yine sosyal bir çevre analizi yapılmadan projelerin yapılacağı arazilerin sadece mekansal boyutları göz önünde bulundurularak seçilmesinin eğer önlem alınmazsa uzun vadede sosyo-kültürel problemlere yol açabileceğini öngörülebilir. Yapı biçimi bakımından da sadece tekdüze bir geometriye dayalı olması TOKİ konutlarının mimari olarak sağlıksız bir boyutunu da göstermektedir.
Türkiye’de ve birçok gelişmekte olan ülkede dar ve orta gelirli kitlelerin özellikle endüstrileşme ve globalleşme süreçlerinin zorlamasıyla kentlileşmeleri sonucunda ortaya çıkan ve bu açıdan bakıldığında modern bir dayatma şeklinde tanımlanabilecek olan “kentsel barınma” ihtiyacı, Türkiye örneğinde hem özel sektör eliyle hem de kamusal aktörlerce karşılanmaktadır. Bu anlamda TOKİ toplu konut projeleri yurtdışına açılarak Türkiye ekonomisi için kısmi kazanımlar sağlayacak olmasına karşın, ürettiği metodla bir taraftan mimari anlamda gelişmiş toplumlarca uzun yıllardır arka plana itilmiş modernist kalıpları geri getirerek uzun vadede kentleşme ile ilgili sorunlara neden olabilecekken diğer taraftan da operasyonel anlamda kapitalist üretim (ve tüketim) biçimlerini kullanıma sokacak ve yaygınlaştıracak olmasıyla pazar ekonomilerinin sermayedar aktörlerine yeni “fırsatlar” sunacaktır. Küresel mimari anlayışının modernden postmoderne kayışının üzerinden uzun yıllar geçmesinin ardından TOKİ’nin postmodern mimariye meydan okurcasına modern mimari “yapı felsefesini” küresel bir boyutta ihraca kalkması, farklı bir pencereden bakıldığında, son dönemlerde Türkiye’nin özellikle dış politikada küresel ve bölgesel aktörlüğe soyunmasının en yeni enstrümanlarından bir tanesi olarak görülebilir mi acaba?
[1] İsmail Numan Telci, Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & Kahire Üniversitesi, Medeniyet Çalışmaları ve Kültürlerin Diyaloğu Merkezi
[2] Jencks, Charles. (1991). The Language of Post-Modern Architecture. Academy Editions.
[3] Bristol, Katharine G. (2004). The Pruitt-Igoe Myth. Keith L. Eggene (Haz.). American Architectural History (s.352-365). New York: Routledge.
[4] Moore, Rowan. (2012). Pruitt-Igoe: Death of the American Urban Dream. Guardian.
[5] Ellin, Nin. (1996). Postmodern Urbanism. New York: Princeton Architectural Press; Dear, Michael J. (2000). The Postmodern Urban Condition. Oxford: Blackwell Publishers.
[6] Nalkaya, Saim. (2012). Modernizmin Mimaride Etkinliğini Yitirme Süreci Ve Post-Modern Görüş Perspektifi. Tasarım Dergisi. Aralık.