Kürtlerin tarihî coğrafyası olan “Kürdistan”ın dahil olduğu ülkelerin temel politikaları bundan bağımsız gelişmiyor. Özellikle gelişen iletişim olanaklarıyla birlikte bir parçadaki gelişme, diğer yerlerde de yeni gelişmeleri tetikleyebiliyor. Bu anlamda Ortadoğu’da Kürtlerin yaşadığı ülkelerin son yüz yıllık politikaları irdelendiğinde, hepsinin de Kürtler üzerinden politika geliştirdikleri açıkça görülebiliyor. Bu da beraberinde söz konusu ülkelerin -Türkiye, İran, Irak, Suriye- “sınır politikaları” konusunda fazla titiz davranmaları ve uzlaşmaları sonucunu doğurmuştur. Öyle ki kimi ülkeler, sınır boyunca mayınlar döşeyip Kürtler arasında kültürel bağı koparmak isterken kimi ülkeler arasında imzalanan çeşitli anlaşmalarla karşılıklı işbirliğine yönelmişlerdir. Kürtlerin yaşadığı ülkelerde uygulanan sınır politikaları; baskılardan dolayı sınırın öte tarafına geçip Kürt milliyetçiliği çalışmaları yapanların kendi vatandaşları olmasından da kaynaklanıyordu.
Bununla birlikte Kürtler, söz konusu ülkeler tarafından daima mimlenmiş ve güvenlik sorunu olarak görülmüştür. Böylece Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye ile ilişkileri genellikle Kürtlere karşı bir güvenlik çizgisinde olmuştur. Aynı şekilde Irak, İran ve Suriye’nin ikili ilişkilerinde de Kürtlerin kontrol altında tutulması daima temel amaç olmuştur. Bu anlamda Türkiye’nin 1926 yıllarında İran’la yaptığı güvenlik anlaşmaları, yine bu yıllarda İngilizlerle yaptığı anlaşmalar; 1937’de İran, Irak ve Afganistan’ın içinde olduğu Sadabat Paktı (md. 7), 1955’te İran, Irak, Pakistan ve İngiltere’nin içinde yer aldığı Bağdat Paktı ve 1980’lerde imzalanan güvenlik anlaşmaları Kürtlere karşı bölge ülkelerinin temel politikalarını yansıtmaktadır. Tabii zamanı gelip de bölge ülkeleri arasında çelişkiler başlayınca, bu sefer de bölge ülkelerinin Kürtlerini birbirlerine karşı şantaj aracı olarak kullandıklarını görüyoruz.
Serhat’tan Kafkasya Kürtlerine
Burada “sınır politikaları” ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir nokta da içine Ardahan, Kars, Ağrı ve Iğdır gibi illeri de alan Serhat bölgesidir. İki yakada belli oranda Kürtlerin yaşadığı bu uçta Türkiye’nin sınır uzunluğu Gürcistan’la 276 km, Ermenistan’la 325 km, Nahçıvan Özerk Bölgesi (Azerbaycan) ile 18 km ve İran’la 529 km’dir. Antik Yunan, Roma ve Arap kaynakları Kürtlerin Kafkasya’daki varlığını milattan öncesine kadar götürür. Tabii Kafkasya Kürtleri, uzun süre sahipsiz kalmanın bedelini sürgünlerle ve asimilasyonla ödemişlerdir. Bu durum Ekim 1917 Devrimi’nden sonra Sovyet yönetimi tarafından 16 Temmuz 1923’te Kürtlerin toplu yaşadıkları yerlerde Laçin merkezli bir Kürt Özerk Bölgesi (Kurdistana Sor) kurulmasıyla değişti. 1923’te Kürtler kazandıkları bu otonomiyle yayıncılık, eğitim ve diğer alanlarda büyük gelişmeler kaydettiler. Böylece “Radyo cihazları 1930’lardan önce Türkiye, İran ve Irak Kürdistanlarına ulaşmadığı halde, Kürt dilinde ilk radyo yayınları 1923 ile 1929 yılları arasında SSCB’de kurulmuş olan özerk Kürt bölgesinde başladı.”[1] Tabii bu durum, 1929’da (tam da Ağrı isyanına denk gelen bir zamanda) Sovyet Rusya’nın Türkiye ile yakınlaşması neticesinde ortadan kaldırıldı.
Burada Kafkasya Kürt Özerk Bölgesi’nin ortadan kaldırılması (1929) ile Ağrı Dağı ayaklanmasının (1927-1930) başlamasının aynı döneme denk gelmesi ilginçtir. Yine bu dönemde Erebê Şemo tarafından SSCB Kürtlerine, Celadet Ali Bedirhan tarafından da Suriye ve Türkiye Kürtlerine yönelik bir Latin alfabesi çalışması başlamıştı. Bu aynı zamanda Kürtler arasında bir alfabe birliği anlamına geliyordu. Kendi sınırları içinde yaşayan Kürtleri etkileyeceği düşüncesiyle 1925 Şeyh Said ve 1927 Ağrı Dağı ayaklanmasında SSCB, Türkiye ile aynı safta yer almıştı.[2] Buna benzer şekilde Ağrı Dağı ayaklanması karşısında Türkiye ve İran arasında da bir işbirliği söz konusudur. Ağrı Dağı ayaklanması sırasında Paris’teki İran delegasyonundaki ataşe Albay Riyazi’den gelen raporlar, Ermeni Taşnak lideri Rubin Paşa ve Kürt liderlerin Türkiye’nin yaratacağı tehditler üzerinden SSCB ve İran’dan destek alma çabasını yansıtır. Dolayısıyla Albay Riyazi’ye “Türklerin İran Azerbaycan’a ulaşmak için Türkiye Kürdistan’daki tüm Kürtleri temizlemeye niyetli” olduğu belirtildi. Tabii İranlı Albay Riyazi “İran’ın Türkiye ile aralarındaki dostluk anlaşmasından dolayı isyana herhangi bir şekilde destek veremeyeceğini söyledi.” Yardım etmek bir yana “Türk hükümetinin baskıları İran hükümetini isyancılara karşı hareket etmeye ve karşılıklı stratejik bölge değişimine zorladı; ki böylece Türk kuvvetleri, Ağrı zirvelerini kuşatabildi ve Kürt savaşçılarını yenebildi.”[3] Aynı şekilde 1920’lerin başında İran’da Simko Ağa, hükümete karşı ayaklandığında “Simko’ya karşı yapılan operasyonlarda Türkler, en güçlü birliklerini Türk-İran sınırına göndererek İran Hükümeti’ne önemli bir destek sağladılar. Bu hareket Simko’nun Türklerle olan işbirliğinin sona erdiğini gösteriyordu.”[4]
Kafkasya’da Kürt Edebiyatı
1925 Şeyh Said ve İhsan Nuri Paşa liderliğindeki Ağrı Dağı ayaklanması, Kürt aydınlarını siyasi alandan edebi alana sevk etmiştir. Bu anlamda Sovyet Rusya’da çoğu Serhat bölgesinden sınırın öte tarafına geçmiş Kürtler tarafından 1930-1937 yıllarında Kafkasya Kürt edebiyatı adına büyük gelişmeler olmuştur. Modern Kürt edebiyatı Kafkasya dönemi’nin (1930-1991) ilk dönemi olan 1930-1937 dönemi Erebê Şemo tarafından Erivan’da çıkarılan Riya Teze (Yeni Yol) gazetesiyle başladı. Moskova, Leningrad, Bakü, Erivan gibi merkezlerde eğitim alan Kürtlerin etrafında toplandığı Riya Teze ile bir edebi gelenek oluşmuştur. Böylece Kürt çocuklarının eğitimi için dershaneler açılırken Ermenistan üniversitelerinde Kürtçe öğretmeni yetiştiren kurumlar yaygınlaşır. Bu dönem Kürt aydınları sayesinde onlarca kitap basılır, çeviriler yapılır. Yine 1934’te Ermenistan’da bir Kürdoloji toplantısı da yapılır ve Kürt yazarların birliği, dilin standartizasyonu yolunda önemli adımlar atılır. Ayrıca Kürt edebiyatının ilk romanı olan Şivanê Kurd (Kürt Çoban) 1935’te burada Erebê Şemo tarafından yazıldı. Heciyê Cindî, Casimê Celil, Eminê Evdal, Kaçaxê Mirat, Qanatê Kurdo, Karlanê Çaçanî, Tosinê Reşîd, Emerîkê Serdar, Eskerê Boyik, Fêrikê Ûsif gibi Kürt aydınlar bu coğrafyada yaratılan Kafkas Kürt edebiyatının yaratıcıları oldular. Yine burada Erivan radyosundan yükselen Karapetê Xaço, Reşide Baso, Egide Cimo, Mihemed Arife Cizravi, Eyşe Şan, Susika Simo, Meryem Xan gibi denbêjlerin sesi Kürt bilincinin çimentosu oldu.
Burada dikkati çeken bir nokta da Kafkas Kürt edebiyatının öncülerinden birçoğunun Serhat bölgesinden sınırın diğer tarafına gitmiş olmasıdır. Mesela bu edebiyatın öncüsü Erebê Şemo Kars’ın Susuz köyündendir. Fêrikê Ûsif’ın ailesi Karslıdır. Önemli eserler vermiş olan Prof. Qanatê Kurdo da Karslıdır. Dolayısıyla Serhat bölgesi ile Kafkasya Kürtlerinin ortak emeğiyle yaratılan bir edebiyattan söz etmek mümkündür. Arada sınırlar olsa da karşılıklı bir etkilenme muhakkaktır. Ki Kürt edebiyatının dil ve devlet olmanın önemine ilk vurgu yapan ve “ilk Kürt milliyetçisi” olarak görülebilecek klasik Kürt edebiyatı şairi Ehmedê Xanî de Ağrı’nın Doğubeyazit ilçesindendir. Yine İlk Kürt dengbêji olarak kabul edilen Evdalê Zeynikê de Ağrı’nın Tutak ilçesindendir. Hatırlatmak gerekir ki ilk kadın dengbêj olan Ezidî Kürtlerinden Susika Simo da bu coğrafyadan çıkmıştır. Tüm bu veriler, Kürt edebiyatının Serhat bölgesi ve Kafkasya arasında birbirini nasıl beslediğini göstermektedir. Tabii bunun en önemli nedeni SSCB’de Kürt edebiyatının daha rahat bir gelişme ortamı bulmuş olmasıdır. Bu sebeple Kürt tarihçisi Abdülaziz Yamulki Sovyet Rusya’ya hayranlığını şöyle ifade etmiştir:
“Kürdistan’ın sadece Sovyetler Birliği’ne bitişik yerlerinden, Sovyetler Birliği’nin sınırları içinde bulunan bölgelerinden insanın yüreğini sevinçle dolduran taptaze bir sabah rüzgarı esiyor. Uzaktan parlayan bu meşale, ateşin ortasındaki parlak alevi oluşturuyor. Bu ateşin parçaları binlerce kilometre aşarak Kürtlere ulaşsın… Milyonlarca Kürt’e yeni bir yaşam armağan etsin.”[5]
Kürtlerin “Sessizlik Dönemi”
Sovyet Kürtleri, 1937’ye gelindiğinde Ermenistan ve Azerbaycan’dan sürgün edilmeye başlar. Böylece birçok Kürt aydını sürgün edilir, Erebê Şemo’nun hazırladığı Latin alfabesi yasaklanır, Kürtçe eğitim veren kurumlar ve Riya Teze gazetesi yasaklanır ve “sessizlik dönemi” olarak adlandırılan Kafkasya Kürt edebiyatının ikinci dönemi (1937-1955) başlar. Kaynaklar 1937’de alınan sürgün kararında Türkiye’de yaşanan Şeyh Said ve Ağrı Dağı ayaklanmalarından dolayı Kürt halkı ve aydınlarının cezalandırılmak istendiğini belirtiyor.[6] Bu dönemde her ne kadar Kürt tiyatrosu alanında gelişmeler sağlanıp birçok oyun sergilense de Kürtçenin komşu ülkelerdeki Kürtçeyle ortaklaşmasını engellemek için 1945’te hükümet tarafından Heciyê Cindî, Kürtler için Kiril alfabesi hazırlamakla görevlendirilir. Haciyê Cindi’nin hazırladığı Kürtçe Kiril alfabe, SSCB’nin yıkılışına kadar kullanılır. Amir Hassanpour bu durumu “Sovyet politikasının bir yönü de, kendi Kürtlerini, sınırın öte yakasındaki akrabalarından kasıtlı olarak tecrit etmesidir. Alfabenin Kiril alfabesine çevrilmesi, amaç ne olursa olsun, tecrite hizmet etti,”[7] sözleriyle yorumlar. Yine bu dönemde Gürcistan’ın Ahıska, Ahılkelek, Adıgön gibi bölgelerinde yaşayan Kürtler ve diğer halklar da 1944’te “Nüfusun büyük bir kısmı, Türkiye’deki akrabalarıyla temas kurarak kaçakçılık yapmakta, Türk istihbaratı için çalışmaktalar,” tespiti yapılıp “SSCB sınırının Gürcistan kısmında sınır güvenliğini temin etmek amacıyla,” denilerek Orta Asya içlerine sürgün edilir.
Kürdistan’ı ihtiva eden ülkelerin sınır politikalarında “Kürt alerjisi”nin yansıtan bir diğer örnek de İran-Irak ilişkilerinden verilebilir. 1931 yıllarında Irak’ta Kürtçenin resmileşmesi için Yerel Diller Yasası Taslağı onaylanmak üzere Irak parlamentosuna gönderildiğinde devlet kontrolündeki İran basını bu eyleme şiddetle saldırmış, Irak’tan “İngilizlerin telkin ettiği” bu projeyi kabul etmemesi ve Kürtçenin resmileşmesinin Irak’a da, İran’a yaramayacağını yazıyordu.[8] Tabii bu sert Kürtçe karşıtlığı İran’da Rıza Şah’ın 1940’ların başında geri çekilmesiyle biraz gevşeme gösterdi. Birkaç yıl sonra da II. Dünya Savaşı koşullarında Rusya ve İngiltere’nin İran işgalinin yarattığı boşluktan yararlanan Kürtler Qazi Muhammed önderliğinde, 1946 yılında Mahabat Kürt Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Böylece Kürtçe resmî dil ilan edilmiş ve Kürtçe anadilde eğitime geçilirken İran rejimine ait kaynaklar yok edilmiştir. Bununla birlikte o dönemde çok önemli olduğu için 30 Temmuz 1946’da Mahabat’ta bir radyo istasyonu kurulur.
Radyo Savaşları
Bu anlamda 1950’li yıllarında Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler de çevre ülkelerde Kürtler lehine adımların atılması sonucunu doğurmuştur. Öyle ki Mele Mustafa Barzani’nin 1949’da Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bakü radyosunda yaptığı bir saatlik konuşmanın Kürt yayıncılığının dirilişini sağlamasının yanında Barzani’nin konuşmasında İran, Türkiye ve Irak Kürtleri için özgürlük ve Kürdistan’ın birliği çağrısı da herkeste bir heyecan yaratmıştır.[9] Dolayısıyla radyo, diğer ülkelerdeki olayları etkilemek noktasında önemliydi. Bu sebepledir ki 1957’de Mısır “Arapların Sesi” radyosuyla Irak’a karşı ciddi bir propaganda başlatmış, programlarında Irak monarşisini ve Bağdat Paktı’nı deşifre eden çalışmalar yapmış ve Kürtlerin milli duygularına hitap eden Kürtlerin ulusal marşı “Ey Reqîb” ve “Ey Kurdîne” gibi parçalar çalmıştır. Kahire radyosunun İran ve Irak’tan hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi vardı. Bunun üzerine bu dönemde “Basında çıkan haberlere göre Türkiye, İran ve Irak; Mısır ile SSCB’yi protesto etti.”[10] Böylece 1958’de Irak monarşisi yıkılınca Kürt milliyetçiliğini körüklemede Bağdat radyosu da devreye girer. Bunun üzerine İran, kendi Kürtlerini kontrol altında tutmak için Kürtçe radyo çalışmalarına girer. İran’ın önemli ideologlarından Perviz Nikhah’ın “Kürt, Ermeni, Türk, Beluci gibi çeşitli grupların ve bu grupların konuştuğu lehçelerin varlığı İran’ın düşmanları elinde bir koz olarak kullanılmaktadır. (…) Bunlar amaçlarına ulaşmadan önce, planlarını etkisiz hale getirmeliyiz… Bunu, Kürtçe vericileri yerleştirip yaygınlaştırarak, yaparız,”[11] şeklindeki sözleri gayet açıklayıcıdır.
Sonuç olarak Serhat bölgesi üzerinden uygulanan dil politikalarına baktığımızda bunun daha çok güvenlik gerekçeleriyle yapıldığını fark ediyoruz. Bu makalenin konusu Türkiye-Suriye ya da Türkiye-Irak sınırı olmadığı için oradaki gelişmeler irdelenmedi. Fakat Rojava’nın da Kürt dili ve edebiyatı için en üretken merkezlerden biri olduğu ve bugün de politik gelişmeler açısından Türkiye Kürtlerini etkilediği bir gerçektir. Suriye Kürdistan’ında Türkiye’den Suriye’ye sürgün olan Celadet Ali Bedirhan, Kamuran Bedirhan, Nureddin Zaza, Osman Sebri ve Qedrican gibi aydınların yarattığı “Hawar ekolü”, Kürt dili açısından Kafkasya’daki Riya Teze ile çok benzerlik göstermektedir. Aynı şekilde Irak Kürdistan’ından Haci Qadirê Koyi’nin kaynaklık ettiği modern Kürt edebiyatı, Irak Kürdistan’ında çıkan Gelawej gibi dergiler ve bunun etrafında yaratılan edebiyat da Hawar ve Riya Teze ile aynı doğrultudadır. Bunun farkına varan çevre ülkeleri de sınır politikalarını buna göre şekillendirmektedirler. Türkiye’de 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde bu sebeple de Rojava sınırındaki kentler ve Serhat bölgesi -özellikle Ağrı- partiler tarafından stratejik merkezler olarak ele alınmıştır.
[1] Akt. Hassanpour, Amir, Kürdistan’da Milliyetçilik ve Dil 1918-1985, 2. Baskı, çev. İbrahim Bingöl ve Cemil Gündoğan, İstanbul, Avesta Yayınları, 2005, s. 412.
[2] Konak, İsmet, “Sovyet Kürtlerinin 1937-38 Sürgünü”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı 4, Aralık 2012-Ocak 2013, s. 22.
[3] Karimi, Sara Zindi, “İran ve Hoybun Hareketi: Paris ve Bağdat Görüşmeleri”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı 7, Haziran-Temmuz 2013, s. 44.
[4] Jwaideh, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, 7. Baskı, çev. İsmail Çekem ve Alper Duman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 279.
[5] Akt. A. M. Menteşaşvili, Dünden Bugüne Kürtler, 2. Baskı, çev. Ayşe Hacıhasanoğlu, İstanbul, Evrensel Basım Yay, 2004, s. 84.
[6] Konak, İsmet, a.g.m.
[7] Hassanpour, Amir, a.g.e., s. 244.
[8] Hassanpour, Amir, a.g.e., s. 222.
[9] Hassanpour, a.g.e., s. 416.
[10] Hassanpour, Amir, a.g.e., s. 418.
[11] Akt. Hassanpour, Amir, a.g.e., s. 421.