Proje okullarına yapılan atamalar meselesi dolayısıyla, öğretmenlerin uzun süredir maruz kaldıkları haksızlıkların kamuoyunda daha fazla tartışıldığı bir süreç yaşadık. Proje okullarına Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılan atamalar sonrası, birçok okulda yirmi bine yakın öğretmenin başka okullara sürgün edilmeleri ve eğitim sendikalarının atamaların iktidara sadakate göre yapıldığını öne sürmesi[1], hâlihazırda şeffaf yürütülmeyen sürecin daha fazla sorgulanmasına yol açtı. Hangi projelerin gerçekleştiriliyor olduğu takip edilemeyen proje okullarında[2] görev alacak öğretmen ve yöneticilerin bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından seçiliyor olmaları, Cumhurbaşkanı tarafından icra hususunda yetkilendirilen Milli Eğitim Bakanı’nın atama kriterinin kamuoyunca sorgulanmasına sebebiyet verdi. Binlerce öğretmeni etkileyen bu sürecin ve öğretmenleri Josef K.’lara dönüştüren bu düzenin elbette arka planı var. Dünya genelinde yükselen aşırı sağın, eğitim kurumlarını Kafkaesk bir yapıya büründürdüğüne dair kimi tartışmalar yapıldı[3]. Elbette yerinde bir tespit, fakat bu makalede ben, Türkiye’ye odaklanmakla yetineceğim.
2016 yılından bu yana Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasında kurulan aşırı sağ koalisyonla ideolojik bir dönüşüm geçirdi[4]. Milliyetçi-popülist iş birliklerine yönelik küresel bir eğilimi yansıtan bu ortaklık, eğitimi ideolojik hâkimiyet kurmak için kilit bir araç olarak kullandı[5]. AKP hükümeti, eğitimi kendi vizyonuyla uyumlu hale getirmek için, başlangıçta 2024-2025 yılları için tasarlanan ancak bu dönemin ötesine el atan uzun vadeli bir proje olarak tasarlanmış Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli müfredatıyla kapsamlı reformlar gerçekleştirdi.
Bu reformlar doğrultusunda, yeni tasarlanan müfredatı uygulayabilecek öğretmenleri yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Akademisi kuruldu. Akademi, öğretmen adaylarının ‘’etik ve erdemli’’ davranışlarla müfredata uymalarını ‘’öğretmeyi’’ amaçlıyordu[6]. Eğitim fakültelerinden mezun olmalarına rağmen, öğretmen adaylarının Milli Eğitim Akademisi'nde ders almaları gerekli addedildi. Kayıt yaptırabilmek için, Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu'nun zorunlu kıldığı soruşturmalardan ve arşiv kontrollerinden geçmeleri gerekiyordu[7]. Bu kontrollerden geçemeyenlerin devlet okullarında öğretmenlik yapmalarının yanı sıra özel kurumlarda öğretmenlik yapmaları, okul açmaları veya okulla ilgili girişimlere ortak olmaları da yasaklandı.
Güvenlik kontrollerine ek olarak, adayların, 2024 yılında yenilenen Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi, bu soruşturmalara ilişkin prosedürleri detaylandıran mevzuat metinleri hakkında da kapsamlı bilgi sahibi olmalarını gerektiren bir sınavdan geçmeleri şart koşuldu. Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu, Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’ye dayanıyordu[8]. Bu kanun hükmünde kararname, 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminin ardından çıkarılmış ve Türkiye'nin kamusal alanına daimî bir olağanüstü hâl rejimi yerleştirmişti[9]. Böylelikle Türkiye, kanun hükmünde kararnameler aracılığıyla işletilen ve parlamenter süreçleri büyük ölçüde önemsiz hale getiren yasal-istisnai bir rejim altında yönetilmeye başlandı[10]. Olağanüstü hâl süresince Bakanlar Kurulu çeşitli kanun hükmünde kararnameler çıkarttı. Bu kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak, kapsamı siyasal duruma göre yorumlanan ‘’terör örgütlerine’’ üyelik, mensubiyet veya iltisak iddiasıyla kamu görevlileri görevlerinden ihraç edildi. İhraç edilenlerin yirmi sekiz bin yüz altmış üçü Millî Eğitim Bakanlığı'nda çalışan ve çoğunluğu öğretmen olan memurlardı[11].
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kamu görevinden ihraç edilen ve bir ‘’terör örgütüne’’ üye olduğu iddiasıyla mahkûm edilen öğretmen Yüksel Yalçınkaya'nın başvurusuna ilişkin kararında, ilgili mevzuatın aşırı geniş ve keyfi bir şekilde yorumlandığına ve "kanunsuz ceza olmaz" ilkesinin ihlal edildiğine hükmetmişti[12]. Yalçınkaya kararı, yalnızca Türkiye'nin olağanüstü hâl dönemindeki yasal uygulamalarının ayrıntılı eleştirisi açısından değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü ve hukuki öngörülebilirliğe ilişkin daha geniş sonuçlar açısından da dönüm noktası niteliğinde bir dava olarak görülmeye başlandı. Olağanüstü hâl Temmuz 2018'de resmen sona ermiş olsa da kanun hükmünde kararnamelerin yerini, meşruiyeti Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne dayanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri aldı[13].
Kalıcı Olağanüstü Hal
Türkiye'de öğretmenlere yaşatılan hak ihlalleri, ülkenin 2018 yılında resmen parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmesinden itibaren önemli ölçüde yoğunlaştı[14]. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin ardından, Millî Eğitim Bakanlığı da dâhil olmak üzere bakanlıklar doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı yürütme organları olarak yeniden yapılandırıldı. Millî Eğitim Bakanlığı sadece kanunla öngörülen görevleri değil, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen görevleri de yerine getirmekle yükümlü kılındı[15].
Eğitim politikalarının son derece merkezi karar alma mekanizmaları aracılığıyla oluşturulmaları, Türkiye eğitim sisteminde antidemokratik uygulamalara ve insan hakları ihlallerine ‘’katkıda’’ bulundu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vasıtasıyla aşırı merkezileşme, Saray'daki küçük bir danışman grubunun eğitim politikalarını sıkı bir şekilde kontrol ettiği Cumhurbaşkanlığı Ofisi'nde gerçekleşen karar alma süreçlerinin tekelleşmesiyle sonuçlandı[16]. Bu durum, Verba'nın[17] ‘’istismarcı sızma’’ (exploitative penetration) olarak tanımladığı, devlet gücünün kurumsal alanlara yetkilendirmek için değil, siyasi amaçlar doğrultusunda kontrol etmek ve hükmetmek için girdiği bir duruma sebebiyet verdi.
Sendikaların, eğitim komisyonundaki muhalefet partilerinin ve eğitim fakültelerindeki akademisyenler ve öğrenciler de dâhil olmak üzere eğitim alanındaki diğer paydaşların muhalefetine rağmen, Öğretmenlik Meslek Kanunu, aşırı sağ iktidar koalisyonu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Bu kanunun çeşitli maddeleri, milli güvenliğe tehdit olarak belirlenen veya ‘’terör örgütü’’ olarak etiketlenen grupların siyasi görüşleri doğrultusunda propaganda yapmak, gösteri düzenlemek veya protestolara aktif olarak katılmak gibi işten çıkarılma kriterlerini ortaya koyuyor. Kanunun bu maddeleri, toplumun tüm kesimlerinde siyasi muhalefeti bastırmak için giderek daha fazla kullanılan, geniş kapsamlı Terörle Mücadele Kanunu (No. 3713) ile iç içe geçmiş bir halde. Türkdoğan'ın[18] belirttiği gibi, Terörle Mücadele Kanunu, muhalefeti susturmak ve kriminalize etmek için en cezalandırıcı haliyle uygulanan bir mekanizma oldu.
Öğretmenlik Meslek Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından kimi öğretmenler, toplumsal cinsiyet dersi vermek gibi gerekçelerle açığa alındılar[19]. Bu gelişmeler, Wodak'ın[20] aşırı sağın korku siyaseti inşa ettiğine dair yorumlarıyla açıklanabilir nitelikte. Aşırı sağın kıskacında devlet, güvenlikleştirmeyi rutin yönetişimin içine yerleştirerek, bireylerin sistematik olarak yasal korumalardan mahrum bırakıldığı bir iklimi teşvik etmekte ve sürekli siyasi kontrol için acil durum önlemlerini araçsallaştıran otoriter bir yörüngeyi güçlendirmekte.
Bu durum, Agamben’in[21] ‘’istisna hali’’ olarak tanımladığı yönetim tekniği ile hayli uyuşuyor. Agamben’in belirttiği üzere, modern devletler, istisna halini teşkil eden yönetim biçimini kurumsallaştırarak, anayasal normları sürekli askıya alabilen bir yapı oluştururlar. Bu hal, hukukun olağan işlemesiyle değil, onun askıya alınmasıyla yönetim kuran bir devlet formuna işaret eder. Bu aynı zamanda, bireyin biyopolitik varlığını da doğrudan düzenleme biçimidir. Agamben[22], Josef K. ‘nın ruh halini yorumlarken başvurduğu ‘’öz iftira’’ kavramıyla aslında, bu biyopolitik düzenleyişin neticesini Josef K. üzerinden serimliyordu. Öz-iftira, hukukun özneyi biçimlendirme tarzına dair daha geniş bir alegoriyi temsil ediyordu. Öyle bir noktaya geliniyordu ki, birey, kendini var olmayan bir suçla suçlayarak, kendine etik/jüridik şiddet uyguluyordu. Sistemin içinde, kimi gerekçelerle ses çıkarmadan devam etmeyi seçen öğretmenlerin, dışarıdan gelecek şiddete karşı dayanıklı olabilmek ve sistemde kalabilmek adına, kendilerine karşı daha yoğun bir psikolojik şiddet uygulayıp uygulamadıkları tabi ki saha araştırması konusu…
Güvenlik Habitusu Olarak Öğretmen Akademileri
2024'te tanıtılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli müfredatı, Türklüğü ve İslam'ı en uygun yaşam biçimleri olarak sunuyor[23]. Tarihsel amnezinin damgasını vurduğu bu dışlayıcı sentez, Türk-Müslüman vatandaşları kültürel iddialar yoluyla ortak bir tarihsel kökene bağlayan milliyetçi bir vizyonu pekiştirmekte. Bu müfredatın uygulanmasını sağlamak için hükümet, sadece öğretmen eğitimini düzenlemekle kalmayan, aynı zamanda öznel performans değerlendirmeleri, güvenlik geçmişi kontrolleri ve sadakat değerlendirmeleri yoluyla ideolojik tarama mekanizmalarını kurumsallaştıran Milli Eğitim Akademisi Kanunu'nu düzenledi[24]. Bu tarama mekanizmaları, mülakat panellerini, öğretmenlerin "başarısını" muğlak kriterlere göre değerlendirme yetkisine sahip müfettiş atamalarını ve mesleki yeterlilik yerine ideolojik uyumluluğa öncelik veren güvenlik süzgeçlerini kapsamakta. Suiistimale açık olan bu kanunun 34. maddesi, öğretmenlerin hem akademi eğitimleri süresince, hem de eğitimin ardından müfettişler tarafından başarısız bulunmaları halinde, genel idari hizmetler kategorisindeki uygun pozisyonlara yeniden atanmalarını öngörüyor.
Böylece eğitim müfettişinin rolü, mesleki gözetimden siyasi yaptırım rolüne doğru dramatik bir şekilde kaymıştır denilebilir. Müfettişlere talep üzerine tüm belgelere, kayıtlara ve gizli bilgilere sınırsız erişim hakkı tanındı[25] ve herhangi bir yasal gerekçe olmaksızın bu belgelere ulaşmak bir gereklilik haline getirildi. Bu bağlamda müfettiş, pedagojik rolünün ötesine geçerek profesyonel bir değerlendiriciden ziyade sorgulayıcı bir yargıç işlevini üstleniyor[26]. Müfettişlerin sosyopolitik geçmişleri ve ait oldukları idarenin yapısal dinamikleri, teftişin doğasını önemli ölçüde şekillendiriyor[27]. Bu çerçevede Öğretmen Akademileri, öğretmenlerin mesleki gelişimini desteklemek için değil, ‘’uyumsuz’’ olanları elemek için tasarlanmış kurumlar olarak ortaya çıkıyor. Bu kurumlar, her türlü sendikal aktivizmden ya da eleştirel bilinçten arındırılmış, sınıfta resmi olarak onaylanmış öğretim materyallerini dağıtacak bireyler üretmeyi amaçlıyor.
Bu anlamda öğretmen akademileri, Bigo'nun[28] ‘’güvenlik habitusu’’ olarak tanımladığı oluşla uyum gösteriyor. Bourdieu'nün sosyolojisinden yola çıkan Bigo, güvenlik habitusu ile, güvenlik(sizlik) alanında çalışan profesyonellerin -sınır muhafızları, istihbarat görevlileri gibi- paylaştığı ve yalnızca açık kurallar aracılığıyla değil, kökleşmiş bir "oyun hissi" aracılığıyla aktive edilen bir dizi algısal şemadan teşekkül etmiş bir oluşu kavramsallaştırıyordu. Ulusal güvenlik alanı tarafından şekillendirilen bu aktörler, verili şemalardan sapmayı potansiyel tehdit olarak çerçeveleyen bir mantığı içselleştiriyorlardı. Akademiler de böyle güdümlü aktörler yetiştirme işlevi üstlenmiş durumdalar.
Tarihsel olarak otoriter rejimler, eğitim ortamını siyasi hedeflerine uygun olarak yeniden şekillendirmeye daima öncelik verdiler. Bu tür rejimlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak üzere gerçekleştirdikleri öncelikli eylemler arasında, okul müfettişlerinin değiştirilmesi ve yeni öğretmen yetiştirme kurumlarının kurulması bulunur. Bunun çarpıcı bir örneği, rejimin çok sayıda okul müfettişini hızla görevden aldığı, yerlerine yeni atamalar yaptığı ve Nasyonal Sosyalist öğretmen okulları kurduğu Nazi Almanyası'nda görülebilir. Katı disiplin ve yoğun ideolojik endoktrinasyon ile karakterize edilen bu kurumlar, devletin ideolojik vizyonunu devam ettirecek eğitimciler yetiştirmeyi amaçlamıştı[29]. Vichy rejiminin de Fransa’daki ilk icraatlarından biri, eğitim müfettişliği için yapılan sınavları kaldırmak, bunların yerine doğrudan hükümet atamalarını getirmek ve öğretmen yetiştirme kurumlarını kapatmak olmuştu. Faşizm bir kez iktidara geldiğinde, öngördüğü "ulusal topluluğu" inşa etmek için eğitim, propaganda ve kitlesel gözetim vasıtalarını hızla harekete geçirir[30]. Ancak günümüz aşırı sağı, açıkça tanımlanmış ideolojik telkinler yerine stratejik bir belirsizliği ve kaosu imler haliyle tarihsel faşizmden elbette ki ayrılıyor[31].
Şartlı Tahliyeler
Belirtmek gerekir ki, Öğretmen Akademileri sadece öğretmenlerin pedagojik yaklaşımlarını şekillendirmekle kalmıyor, aynı zamanda geleceğin eğitimcilerinin geçmişi nasıl hatırlayacaklarını ve daha da önemlisi nasıl hatırlamalarının beklendiğini de imliyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli müfredatı, tarihsel olarak farklı medeniyetler tarafından şekillendirilmiş bir toprak olan Anadolu'yu ebedi ve münhasır bir Türk-Müslüman vatanı olarak yeniden çerçevelendiriyor. Bu müfredat, tarih bilincini yeniden yapılandırmak için Osmanlı nostaljisini Batı karşıtlığıyla birleştiren metapolitik bir strateji kullanıyor. Akademinin gözetim aygıtını, bu minvalde, hafıza mühendisliği işlevinden ayırmak mümkün değil. Akademinin yaklaşımı, aşırı sağın siyasi bir gündeme hizmet etmek için tarihsel hafızayı yeniden inşa etme stratejisiyle yakından paralellik göstermekte[32].
Öğretmen Akademileri özünde, seçici amnezinin sistematik olarak kurumsallaştırıldığı ve tarihsel anlatıların devletin ideolojik zorunluluklarına hizmet edecek şekilde yeniden şekillendirildiği hafıza çukurları olarak işlev görüyorlar. Bu hafıza çukurlarında, otoriteye karşı hissedilen suçluluk hissi önemli bir eşlikçi. Aşırı sağın kaos-siyasalında asla yeterli görülmeyen hükümete sadakat, asla kestirilemeyen bürokratik talepler, bu suçluluk hissinin önemli etmenleri. Josef K.’nın başına bela olan da benzer bir suçluluk hissiydi. Arendt[33], Josef K.’nın boyun eğişini, aslında kimsenin suçsuz olmadığı inancını temel alan bir suçluluk hissine bağlıyordu. Adorno[34] da Josef K.’nın bu duyumsayışını, modern tahakkümün nesneleştirdiği öznelerin ele geçirilmiş iç dünyalarına yoruyordu. Pek yerinde bir tespitle Deleuze ve Guattari[35] ise, Josef K.’nın bu hissinin, hukuki-bürokratik makinalar tarafından üretilen bir mühendislik ürünü olduğunu yazıyorlardı. Avukatlar, katipler, gardiyanlar vb., bu makinenin parçalarıydılar.
Türkiye mevzu bahis olduğunda öğretmenler, aşırı sağın kıskacına girmeden önce özgürler miydi peki? Böyle bir duygulanımdan azade miydiler? Tarihsel olarak Türkiye'de eğitim, özellikle Türk milliyetçiliği bağlamında ulus inşası ve ideolojik oluşum için merkezi bir araç olarak hizmet etti, ki bu araç, öğretmenlerin gözetimi ve denetimi aracılığıyla işlevselleştirilmişti[36]. Sınıf ortamlarında uyandırmaları ya da baskılamaları gereken duygular bizzat merkezi hükümetler tarafından dayatılmış, sıklıkla değiştirilen müfredatlarda bu duygulara ton ve şiddet ayarı verilmişti. Neoliberal eğitim politikalarının müfredatları belirlemeye başladığı 1980ler sonrasında öğretmenlere, ideolojik misyonlarının yanında maliyet-fayda analizinin önemli bir kalemi olma vasfı da yüklenmişti. 2002 yılında AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte öğretmenler, öğrencilerden ücret toplamaktan sorumlu bürokratik figürlere indirgenmişlerdi[37]. Bu dinamik 2010'ların sonlarına doğru daha da gelişti; öğretmenler otorite ve otoriterliği birbirinden ayırt edilemez olarak algılamaya başladılar[38]. Eğitim, AKP'nin ‘’Yeni Türkiye’’ projesinde, özellikle de dindar nesil yetiştirme hedefinin bir parçası olarak, hegemonik mücadelenin ve toplum mühendisliğinin merkezi bir alanı haline geldi[39]. Hafıza çukuru derinleşti.
Eğitim sendikaları ve öğretmenler artık hiçbir yasal dayanağı olmayan soruşturmalara maruz kalıyorlar[40]. Foucault'ya[41] atıfla, bugün Türkiyeli öğretmen ‘’şartlı tahliye edilmiş bir bireye’’ karşılık geliyor; gündelik hayatlarının her alanında sürekli gözetim altında. Her durumda, aileleriyle ilişkilerinde, işlerinde ve sosyal etkileşimlerinde sürekli incelemeye maruz kalıyorlar. Aşırı sağın ‘’ortak çıkarlara’’ hizmet etme kisvesi altında öğretmenleri sistematik olarak devlet kontrolündeki memurlara dönüştürme çabaları[42], bundan sonrası için dikkatli bir inceleme gerektiriyor.
Sonuç Yerine
Aşırı sağcı eğitim politikalarında öğretmenler genellikle belirsizlik, panik ve sürekli bir tehdit duygusunun hâkim olduğu, yönetimin, net politika çerçevelerinden ziyade yarattığı korku ve güvensizlik atmosferiyle şekillendiği bir ortama yerleştirilmekte. Bu bağlamda neyin etkili bir yönetim stratejisi olduğu, korku yaratma ve algılanan tehditleri büyütme kapasitesiyle ölçülüyor.
Ancak, aşırı sağın eğitimi araçsallaştırma girişimlerine direnilebilir. Öğretmenler, sokaktaki bürokratlar olarak sadece devlet ideolojisinin pasif uygulayıcıları değil, aynı zamanda eğitim söyleminin şekillendirilmesinde kilit aktörlerdir. Mesleki kolektifler, sendikalar ve gençlik örgütleri, pedagojik hareketler ve demokratik mücadeleler aracılığıyla aşırı sağın baskı ve manipülasyonlarına karşı harekete geçmelidirler.
Eğitimde aşırı sağ etkiye karşı direniş, öğretmen sendikaları ve meslek örgütlerinin ideolojik manipülasyona karşı tavır aldığı birçok ülkede görülmektedir. Birleşik Krallık'ta NASUWT Öğretmenler Sendikası eğitime aşırı sağın müdahalesini açıkça kınarken, Ulusal Eğitim Sendikası (NEU) öğretmenleri aşırılık yanlısı söylemlere karşı harekete geçirmek için Aşırı Sağa Karşı Eğitimciler girişimini başlattı. Amerika Birleşik Devletleri'nde Amerikan Öğretmenler Federasyonu (AFT), kapsayıcı ve demokratik eğitimi baltalayan Trump dönemi politikalarına aktif bir şekilde direniyor.
Avrupa genelinde de benzer bir direniş ortaya çıktı. Almanya'da Eğitim ve Bilim İşçileri Sendikası (GEW) müfredata sızmaya ve akademik özgürlüğü kısıtlamaya yönelik aşırı sağcı girişimlere karşı güçlü bir savunucu oldu. Fransa'da Fédération Syndicale Unitaire (FSU) ve Genel Emek Konfederasyonu (CGT) gerici eğitim politikalarına sürekli olarak karşı çıktı. Bu arada Polonya'da Związek Nauczycielstwa Polskiego (ZNP), İtalya'da Federazione Lavoratori della Conoscenza CGIL (FLC-CGIL) ve Türkiye'de Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, eğitim sistemleri üzerindeki otoriter ve milliyetçi baskılara direnme konusunda kritik roller oynadı- konferanslara katılmak ve aşırı sağa karşı konuşmak da dâhil olmak üzere[43].
Ulusal direnişin ötesinde, uluslararası kuruluşlar eğitimin bütünlüğünü ve öğretmenlerin mesleki haklarını korumak için daha proaktif bir duruş sergilemeliler. UNESCO ve ILO, öğretmenlerin özgürlük ve çalışma haklarına yönelik ihlalleri takip etmek için izleme mekanizmalarını güçlendirmeli, hükümetleri sorumlu tutan kamuya açık raporlar ve politika tavsiyeleri yayınlamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, eğitimde ideolojik baskılara karşı korumayı güçlendiren yasal emsaller oluşturarak öğretmenlerin siyasi zulümle karşı karşıya kaldığı davaları aktif bir şekilde karara bağlamalıdır. Aynı zamanda, Avrupa Eğitim Sendikası Komitesi (ETUCE) ve Öğretmen Görev Gücü gibi küresel savunuculuk ağları ve meslek örgütleri, aşırı sağ telkinlere direnen eğitimcilerin yasal, kurumsal ve mali destek yoluyla korunmasını sağlayarak baskı vakalarını dile getirmelidir.
Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Kadın Komitesi’nin, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik baskılar ve Eğitim Sen’in sendikal çalışmalarının kriminalize edilmesine ilişkin gönderdiği mektup[44]; Eğitim Enternasyonali’nin (Education International) Türkiye’de Eğitim Sen’e yönelik baskıların sona erdirilmesi ve sendikal demokrasiyi, sendikal hakları savunması için tüm üye örgütlerine yaptığı acil çağrı[45], bu açıdan dikkate değer.
Başka bir yazının konusu fakat, âdem-i merkeziyetçilik, aşırı sağın baskılarına direnmede kritik bir yapısal unsur olarak ortaya çıkıyor. Âdem-i merkeziyetçi politikaların güçlü olduğu ve yerel eğitim otoritelerinin önemli ölçüde özerkliğe sahip olduğu bağlamlarda, aşırı sağın katı ideolojik kontrol uygulama girişimleri önemli engellerle karşılaşıyor. Bu nedenle, eğitim yönetişiminde âdem-i merkeziyetçiliğin sürdürülmesi veya geliştirilmesi, öğretmen özerkliğinin, pedagojik özgürlüğün ve demokratik hesap verebilirliğin korunması için elzem.
Nihayetinde, eğitim özerkliği mücadelesi demokrasinin kendisi için verilen bir mücadeledir. Aşırı sağ kamu kurumları üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmeye devam ettikçe, öğretmenlerin eleştirel düşünceyi koruma, ideolojik tahakküme direnme ve kapsayıcı bir kamusal alanı savunma rolü daha da hayati hale gelecek. Önümüzdeki yıllar, eğitimcilerin demokratik yurttaşlığın temsilcileri olarak kalıp kalmayacaklarını ya da otoriter bir devletin memurları haline gelip gelmeyeceklerini belirleyecek. Bugün yapılan seçimler, geleceğin Josef K.’larını doğuracak sistemleri ya engelleyecek ya da hayat suyu verecek.
[1] Evrensel. (2025). Proje okullarındaki öğretmen sürgünlerine tepkiler büyüyor. https://www.evrensel.net/haber/549673/proje-okullarinda-ogretmen-kiyimi
[2] Detaylı tartışma için: Eğitim Maratonu. (2024). Cumhuriyet Halk Partisi Gölge Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
[3] Örnek olarak bakınız: Prof. Sasha Roseneil. (2025, 28 Mart). The Kafkaesque investigation into our university looks like political scapegoating. https://www.sussex.ac.uk/broadcast/read/67745
[4] Aytürk, İ., & Esen, B. (2021). The far right, labor unions, and the working class in Turkey since the 1960s. The Middle East Journal, 75(4), 511–531. https://muse.jhu.edu/article/849077
[5] Stanley, J. (2024). Erasing history: How fascists rewrite the past to control the future. Simon & Schuster.
[6] Bakınız: Resmî Gazete. (2024, Ekim 18). Kanun No: 7528, Sayı: 32696.
[7] Bakınız: Resmî Gazete. (2021, Nisan 17). Kanun No: 7315, Sayı: 31457.
[8] Bakınız: Resmî Gazete. (2016, Ekim 29). Kanun No: 6749, Sayı: 29872.
[9] Göztepe, E. (2018). The permanency of the state of emergency in Turkey. Zeitschrift für Politikwissenschaft, 28, 521–534. https://doi.org/10.1007/s41358-018-0161-0
[10] Gökarıksel, S., & Türem, Z. U. (2019). The banality of exception? Law and politics in ‘post-coup’ Turkey. The South Atlantic Quarterly, 118(1). https://doi.org/10.1215/00382876-7281684
[11] European Court of Human Rights. (2020). Case of Yüksel Yalçınkaya v. Turkey (Başvuru No. 227636/19).
[12] Truth Justice Memory Center. (2024). The changing law, the unchanging repression: Counterterrorism legislation in Turkey since 1980. Truth Justice Memory Center Publishing.
[13] Açıl, M. (2018). 2017 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri. İstanbul Hukuk Mecmuası, 76(2), 725–756. https://doi.org/10.26650/mecmua.2018.76.2.0024
[14] United Nations Human Rights Council. (2019, Nisan). Civil society submission: Human rights violations suffered by the teachers in Turkey [Universal Periodic Review submission]. https://uprdoc.ohchr.org/uprweb/downloadfile.aspx
[15] Akça, İ., Algül, S., Dinçer, H., Keleşoğlu, E., & Özden, B. A. (2018). The impact of executive decrees on Turkish legislation: The norm. Heinrich Böll Foundation.
[16] Gümüş, İ., Alka, O., Kardaş, A., Albayrak, O., & Giesenberg, F. (2019). Rise of the palace state: Turkey under the state of emergency. Main-Donau Verlag.
[17] Verba, S. (1965). Conclusion: Comparative political culture. L. W. Pye & S. Verba (Ed.), Political culture and political development (sayfa aralığı: 512-561). Princeton University Press.
[18] Türkdoğan, Ö. (2022). Human rights defenders in an iron cage: The Anti-Terrorism Law in Turkey. Human Rights Association Publishing.
[19] Bianet. (2025). Toplumsal cinsiyet dersini veren öğretmen açığa alındı. https://bianet.org/haber/toplumsal-cinsiyet-dersini-veren-ogretmen-aciga-alindi-305987
[20] Wodak, R. (2020). The politics of fear: What right-wing populist discourses mean (2. Basım). SAGE Publications.
[21] Agamben, G. (2004). State of Exception. (K. Attell, Çev.). The University of Chicago Press.
[22] Agamben, G. (2011). “K.” Nudities, D. Kishik ve S. Pedatella, Çev.). (sayfa aralığı: 20–36). Stanford University Press, 2011
[23] Bakınız: Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (2024, Eylül 11). Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Ne Getiriyor? / Bildiri. https://egitimsen. org.tr/turkiye-yuzyili-maarif-modeli-ne-getiriyor-bildiri
[24] Bakınız: Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası. (2024, Haziran 28). Öğretmenlik Mesleği ve Millî Eğitim Akademisi Kanunu Taslağı Üzerine. https://egitimsen. org.tr/ogretmenlik-meslegi-ve-milli-egitim-akademisi-kanunu-taslagi-uzerine/
[25] Bakınız: Millî Eğitim Bakanlığı (2022, Mart 1). Milli Eğitim Müfettişleri Yönetmeliği Yayınlandı. Resmî Gazete No. 31765.
[26] Eğitim fakültelerimizdeki eğitim denetimi derslerinde, öğrencilerin mevcut gidişatı yorumlamalarına olanak tanıyacak denetim teorilerinin anlatılmıyor oluşu dikkate değer. ‘’Yeni’’ denetim mekanizmaları ile alakalı okuma yapmak isteyenler, Damien Page’in çalışmalarını takip edebilirler.
[27] Cushing, I., & Snell, J. (2023). The (white) ears of Ofsted: A raciolinguistic perspective on the listening practices of the schools inspectorate. Language in Society, 52(3), 363–386. https://doi.org/10.1017/S0047404522000094
[28] Bigo, D. (2011). Pierre Bourdieu and international relations: Power of practices, practices of power. International Political Sociology, 5(3), 225–258. https://doi.org/10.1111/j.1749-5687.2011.00132.x
[29] Sass, K. (2022). The politics of comprehensive school reforms: Cleavages and coalitions. Cambridge University Press.
[30] Griffin, E. (1993). The nature of fascism. Routledge.
[31] Davies, P., & Lynch, D. (2002). The Routledge companion to fascism and the far right. Routledge.
[32] Couperus, S., Tortola, P. D., & Rensmann, L. (2023). Memory politics of the far right in Europe. European Politics and Society, 24(4), 435–444. https://doi.org/10.1080/23745118.2022.2058757
[33]Arendt, H. (2007). Reflections on Literature and Culture. Werner Hamacher (Ed.). Stanford University Press.
[34] Adorno, T. W. (1988). Prisms (S. Weber & S. Weber, Çev.). MIT Press.
[35] Deleuze, G & Guattari, F. (1986). Kafka: Toward a Minor Literature. (D. Polan, Çev.). University of Minnesota Press.
[36] Buyruk, H. (2015). Öğretmen Emeğinin Dönüşümü. İletişim Yayınları.
[37] Okçabol, R. (2012). The system of teacher training during AKP rule. K. İnal & G. Akkaymak (Ed.), The AKP and neoliberal-conservative reconstruction in education (sayfa aralığı: 219–231). Springer.
[38] Cakcak, Y. T. (2017). Ideological proletarianization of teacher educators in Turkey. F. Mızıkacı & G. Senese (Ed.), A language of freedom and teacher’s authority: Case comparisons from Turkey and the United States (sayfa aralığı: 82–96). Lexington Books.
[39] Kandiyoti, D., & Emanet, Z. (2017). Education as battleground: The capture of minds in Turkey. Globalizations, 14(6), 869–876. https://doi.org/10.1080/14747731.2017.1325170
[40] İzleyiniz: Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası. (2025, Mart 20). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Sendikamıza Yönelik Soruşturması Hukuki Dayanaktan Yoksundur! https://www.youtube.com/watch?v=gPqPz5fNoUU
[41] Foucault, M. (2021). Alternatives à la prison. DIVERGENCES.
[42] Zembylas, M. (2021). Affect and the rise of right-wing populism: Pedagogies for the renewal of democratic education. Cambridge University Press.
[43] European Trade Union Committee for Education. (2024, Kasım 26–27). Fighting for the future of public education in a social Europe. ETUCE Conference, Budva, Montenegro.
[44] Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası. (2025, Nisan 21). ETUC Kadın Komitesi, Eğitim Sen’e Destek Amacıyla Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e Mektup Gönderdi. https://egitimsen. org.tr/etuc-kadin-komitesi-egitim-sene-destek-amaciyla-milli-egitim-bakani-yusuf-tekine-mektup-gonderdi/
[45] Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası. (2025, Nisan 18). Eğitim Enternasyonali, Eğitim Sen’e Yönelik Baskıların Sona Erdirilmesi İçin Tüm Üye Örgütlerine Acil Çağrı Yaptı. https://egitimsen. org.tr/egitim-enternasyonali-egitim-sene-yonelik-baskilarin-sona-erdirilmesi-icin-tum-uye-orgutlerine-acil-cagri-yapti/