“Arap Baharı”nın ateşi Suriye’ye yaklaştığında, Türkiye’de Ortadoğu’ya dair daha farklı bir perspektif söz konusuydu. Stratejik Derinlik’te yol alınırken, barış zamanlarındaki bol diplomasili görüntüler, Suriye’de savaşın başlamasıyla fabrika ayarlarına, yani Metal Fırtına moduna geri döndü. Bunun en büyük sebebi, kuşkusuz ki, devletin kurucu ideolojisinin tarihsel Kürt korkusudur. Evet, bugün Türkiye’nin kendi kendine, özelde Kilis’i ve genel anlamda neredeyse bütün güney sınırlarını yaşanmaz hale getirmesinin altındaki temel faktör bu. Diğer korkular ve bu korkulardan kaynaklı yanlış politika ve uygulamalar temelde buna dayanıyor, onun için diğer bütün politikalar tali kalıyor. Bu tespiti apriori bir veri olarak sürekli akılda tutmak gerekiyor. Çünkü pek çok karmaşık gibi görünen politikanın ideolojik bilinçaltında bu var. Zira zaman zaman, Türkiye’deki muktedirlerin sözlerine yansıyan politik lapsuslara bakmak bile yeterli olur.
Bu korkunun her daim akılda tutulduğu gelişmeler ve politikalar da hız kesmeden devam etti. Türkiye ve hükümet, çok kısa sürede biteceğine emin olduğu Suriye’deki savaşın “Esad sonrası en büyük kazananı” olmak için ilk başta mülteciliği teşvik edici bir yaklaşım geliştirdi. Çünkü Türkiye’nin müstakbel politikaları ve hedefleri için bu mülteciler, savaştan sonra Suriye içinde oldukça güçlü bir dayanak teşkil edebilirdi ki hükümetin bu husustaki yaklaşımı büyük oranda doğru da çıkabilirdi. Ama diğer taraftan, hesabın ve matematiğin genelde işlemediği ve ucube sonuçlar ortaya çıkardığı saha da toplumsal mühendislikti. Bunu bizatihi, yaşayarak tecrübe ediyoruz. Yani sizin milimetrik hesapladığınız siyasi ve diplomatik manevralar işleri içinden çıkılmaz hale getirebilir; şimdi Kilis’te ve genel anlamda Suriye’de olduğu gibi.
Gelen mülteci dalgası 1 milyona yaklaşırken bile Türkiye, oyunun başındaki hesaplarında ısrarcıydı. Çünkü Türkiye için bir temel/değiştirilemez/vazgeçilemez şey, Kürtlerdi. Esad ve Suriye’deki rejim meselesi siyasi hususlardı, müzakere edilebilirdi ki son aylarda Türkiye-İran-Mısır-Cezayir-Suudi ilişkileri bu tezi doğruluyor. Ama deyim yerindeyse, Kürt meselesi Türkiye’nin Suriye’deki bütün politikalarının bel kemiğini oluşturmaya devam ediyor. Şu an Türkiye Suriye’de siyasetten diplomasiye dönme çabası içerisinde. Eski bakanların, muhalefet taklidi yapan parti liderlerinin Esad’a aracı olarak gönderilmesi ve İran’la sağlanan yeni Kürt mutabakatı bunu doğruluyor. Yani son tahlilde, eğer kendine yakın gruplara yaptıramayacaksa, Esad’ın Azez-Jerablus hattına yerleşmesi kabul edilebilir ki gelişmeler de bu yönde; zaten ABD ve Rusya’nın da canına minnet! Ortadoğu’daki yüz yıllık müesses nizamın kurucusu İngiltere ve Fransa’nın da buna dair bir sorunu yok. Görüldüğü kadarıyla, Türkiye de, Hatay’daki hassas dengelerden dolayı, Suriye’ye dair planlarının büyük bir kısmını Kilis ve Gaziantep üzerinden hem İran hem de Suudilerin desteğini alarak gerçekleştirmek istiyor. Yani teoride “hava ve saha şartları müsait” görünüyor!
İlk başta, kent merkezine ve sınırın sıfır noktasındaki kamplara yerleştirilen Suriyeli sığınmacılar, Kilis için de ciddi ekonomik fırsatlar yarattı. Ucuz işgücü, çok olmasa da beraber getirilen sıcak para ve girdiler, ulusal ve uluslararası kuruluşların sığınmacılara aktardığı kaynaklar gıda, tekstil ve inşaat başta olmak üzere bazı sektörlerde kârlılığı artırdı. Konut ve kira fiyatlarında fahiş artışlar oldu (pek tabii, bu kârlı kaynağın bölüşümündeki yerel ve politik ilişkileri şimdilik göz ardı ederek bunları söylüyoruz). Evet, maalesef, daha medyatik ele alınan, Suriyeli ikinci ya da üçüncü eşler meselesi, aslında savaşın yeniden zincirlerinden boşandırdığı kadın ve çocuk istismarı olgusunun bu yeni ortamla herhangi bir probleminin olmadığını, tam tersine bu vahşi çarkı yeniden hızlandırarak döndürdüğünü ortaya çıkardı.
Diğer taraftan, son yıllarda Türkiye’nin bütün ihraç kalemlerinde ciddi durgunluk yaşanırken, TÜİK verilerinde, Kilis’in ihracatı yüzde yüz veya üstünde oranlarda artıyordu. Bu tuhaflık pek az kimsenin dikkatini çekti. İhracatın artışı tabii ki sevindirici bir şey ama Kilis bu savaş koşullarında ne üretiyor, ne satıyor ve daha önemlisi kime ihracat yapıyordu da bu kayıtlı rakamlar böyle yüksek çıkıyordu? Üstelik Suriye’yle bütün diplomatik bağlantılar kopmuş, merkezî Şam yönetimi Suriye’nin kuzeyinde yokken ve Türkiye-Suriye sınırının büyük kısmını kontrol eden PYD ile her türlü alışveriş kesilmişken, sınır kapıları kapatılmışken!
Tam da bu süreçte, Suriye’nin bütün ekonomik, sanayi, tarımsal ve arkeolojik zenginliğinin Türkiye üzerinden talan edildiğine dair pek çok rapor bulunuyor. Ama Kilis’i ilgilendirdiği için not edelim: Mesela, Halep’ten sökülüp yok pahasına satılan fabrika parçaları, muhaliflere gönderilen ama içinde ne olduğuna dair pek az kimsenin bilgi sahibi olduğu(!) sayısı binlerle ifade edilen yardım tırları ve Halep’in kuzeyinde etrafı Türkiye’nin desteklediği muhaliflerce çevrilen ve Türkiye tarafından da hiçbir kapı açmasına müsaade edilmeyen Afrin’deki köylülerden savaş lordları, muhalifler veya aracılar (çoğu kez tek aktörde toplanır bu hasletler) tarafından 1 (bir) liraya alınıp yarım saat sonra Kilis’te 6 (altı) liraya satılan zeytinyağları, tarihî eserler… Bunların hepsi susturucu, sağırlaştırıcı ve körleştirici etkilere sahip tatlı kârlardı ve bugün Kilis’e musallat olan yanlış süreçler tarafından var ediliyordu.
Suriye’de merkezî hükümet ülkenin kuzeyinde etkisini kaybederken, Kilis’i ilgilendiren iki önemli gelişme yaşandı. Kilis’in hemen güneybatı sınırından İslâhiye, Hassa, Kırıkhan ve Hatay istikametine doğru Kürtlerin/PYD’nin oluşturduğu Afrin kantonu şekillendi. Yine Kilis’in doğu yönünde Elbeyli ve Karkamış bandından Minbiç, Mare, Dabık, Rai hattında çok farklı, kimin kim olduğu pek belli olmayan ama Suudi-Katar ve Türkiye destekli silahlı gruplar denetim sağladı. Ve iki-üç yıl, son derece rahat ve gerçekten kârlı zamanlar yaşadı Kilis (diğer kentlerle birlikte). Hatta Cerablus-Mare hattının IŞİD’in eline geçmesi bile bu kârlılığı ve kurulan ilişkileri değiştirmedi. Çünkü yüksek risk, yüksek kâr demekti hâlâ! IŞİD’in Batılı ülkelerin yurttaşlarına yönelik eylemleri, Fransa ve Belçika’daki katliamları, birdenbire o güne kadar IŞİD’e ses çıkarmayan çevreleri harekete geçirdi. Ve gözleri Karkamış-Kilis arasındaki bölgeye çevirdi. Projektörlerin buraya çevrilmesi, ne kadar saklanmaya çalışılsa da, pek çok devletin bildiği ama kamuoylarının pek bilmediği gerçekleri de göz önüne serdi. Çünkü gerçekten karanlık ve tuhaf şeyler oluyordu.
Kilis sınırında ve Suriye içinde Halep’e kadar, PYD dışındaki Suriye muhalefetinin elinde olan bölgede hükümetin insani yardım kurumları da faaliyetlerini artırdılar. Türkiye, bir yandan Suriye’de rejim değişikliğine odaklanıp ve kendine yakın muhalifleri silahlandırırken (ABD-Suudiler-Katar’la beraber) diğer yandan hem Suriye içinde Azez’e yakın yerde kurulan kamplarda kalmak zorunda bırakılan (bu da ayrı bir yazı konusu) hem de Kilis’teki kamplarda kalan sığınmacıları uluslararası koza dönüştürme siyaseti güttü. Doğrusu, bu konuda çok başarılı olduğunu teslim etmek gerek. Türkiye’nin Suriye’deki politikalarının sarsılmaz destekçisi İngiltere’nin ve yine Merkel’in aylık Türkiye temasları çerçevesinde Gaziantep sığınmacı kampını ziyareti sonrasındaki “Suriye’de güvenli bölge olmalı” beyanatları bu başarının göstergesi.
Kilis denince akla sınır geliyor ama bu da bir büyük yanılgı. Kilis’teki sınır da, Akçakale’deki, Karkamış’taki, Suruç’taki, Nusaybin’deki, Reyhanlı’daki, Altınözü ya da Yayladağı’ndaki sınırlar da adamına göre işler. Sınır devriyesi, kontrolü ve geçişler de (kaçak geçişten söz ediyoruz) adamına, bölgesine ve hatta aynı kentin değişik yerlerine göre değişir. Burada kıstas Kürtlerdir. Lafı dolaştırmaya gerek yok bu hususta. Mesela, Kürtlerin yönettiği Afrin bölgesindeki sınır geçişlerinde mayınlar ve beton duvarlara ek olarak çok ciddi silahlı müdahaleler söz konusu. Son zamanlara kadar Kilis-Karkamış-Elbeyli arasında herkes (IŞİD de) sınır devriyelerine hiç takılmadan geçebiliyordu, gün ortasında bile! Diğer cihatçı gruplara ve muhaliflere her türlü lojistiğin yanında, zaten mihmandarlık, eskortluk yapıldığı, hatta mesela, Altınözü’nden Kilis üstünden Azez’e ya da geçen sene olduğu gibi Karkamış’tan Akçakale’ye otobüs konvoyları yapıldığı basında yer alıyordu (Kilis’teki hastanenin son dört yıllık hasta profili bile başlı başına bir inceleme konusu olsa gerek). Elbeyli ya da Karkamış’tan, eski günlerdeki gibi geçmeye çalışan IŞİD militanları intihar yelekleriyle sağ yakalanırken sınırda ve mayınlı arazide, Kilis’in batısındaki Afrin köylüleri sınıra yakın tarlalarına bile gelemez durumda. Onlarca kişiye bu şekilde ateş açıldı, öldürüldü. Çarpıcı bir olayla örneklendirelim: Martavan Köyü’nden Türkiye vatandaşı 32 yaşındaki Mehmet Şaşoğlu sigara kaçakçılığı için geçtiği Afrin’den, Türkiye’nin son obüs saldırılarından korkup tekrar Türkiye’ye eli boş dönmeye karar veriyor. 24 Mart günü, gündüz saat 14.00 sularında Mehmet Şaşoğlu Çerçili sınır karakolunda nöbet tutan askerlere gelip gerçek ismini, TC kimlik numarasını ve sınıra iki kilometredeki köyünün adını (Martavan) vererek Türkiye’ye geçmek istediğini söylüyor. Ama Elbeyli’de intihar yeleğiyle IŞİD militanlarını sağ yakalayan aynı devlet, Afrin’den geçmeye çalışan kendi Kürt yurttaşını kurşun yağmuruna tutuyor. Saatlerce yaralı halde mayınlı arazide kan kaybederek ölümü bekleyen Mehmet Şaşoğlu, mayınlı bölgeye sıfır noktasındaki Bulamaçlı ve Çerçili köylülerinin silah seslerine ve yalvarışlara/bağırışlara gelmesiyle, zorla mayınlı bölgeden alınarak Kilis’teki hastaneye yetiştirilmeye çalışılıyor ama kurtarılamıyor. Buna benzer onlarca olay söz konusu son birkaç yılda.
Kilis, eski düzen sınır kaçakçılığından Suriye savaşındaki her türlü ikmalin alt-merkezi olma konumuna yükselmesinin bedelleri veya sonuçlarıyla daha yeni karşılaşıyor. Gaziantep, politik, demografik, ekonomik açıdan daha belirleyici ama Kilis’in sınıra yakınlığı onu daha önde tutuyor. Çünkü Kilis’in merkez seçilerek uygulanmaya konulan siyasi, askerî, insani ve diplomatik bütün oyunların gerçekten bir sınırı ve kapasitesi var ve olmalı da! Bu sınır olmazsa, Türkiye’yi ama özellikle de Kilis başta olmak üzere bütün sınır kentlerini hiç de parlak bir gelecek beklemiyor ne yazık ki!
Kilis, şu anda, Türkiye-Suudi-Katar ortaklığının alenen, ABD ve AB’nin de zımnen üzerinde tepiştiği Halep’in kuzeyi (Şehba) için bütün müdahalelerin merkezine dönüşmüş gibi görünüyor maalesef! Önceleri ÖSO ile başlayan muhalif güzellemeleri, bu grupların sonsuz bölünme becerileriyle sonradan eklenen kandaş/soydaş/mezheptaş isimlerle çoğaldıkça çoğaldı. Her türlü silah ve mühimmata sahip bu grupların cihatçılarla iç içe geçen karmaşık ilişkileri gittikçe daha da garip süreçler doğurdu. IŞİD son zamanlardaki baskılarla düşman statüsü kazanırken Nusra, Ahrar, İslami Cephe gibi nüanslar “ılımlı muhalife” evrildi, bir kısmı Cenevre görüşmelerine davet edilerek taltif edildi. Fakat bütün hedefi, ontolojisi Halep bölgesindeki Kürt siyasi oluşumunu engellemek olan Türkiye’nin politikaları sahada kolay uygulanamayınca çok daha şiddet yüklü dönemler doğurdu. Geçtiğimiz haftalarda, Kilis üzerinden Azez’e aktarılan ve CIA’in, Türkiye-Suudi-Katar’ın son derece gelişmiş silahlar ve istihbaratla donattığı onlarca faklı silahlı grup ve binlerce militan, eski iyi komşu IŞİD’e saldırdı. El-Rayi gibi büyük bir kasabanın yanı sıra onlarca köy de, Türkiye’nin son bir yıldır işlediği Azez-Cerablus hattında ele geçirildi. Tam Türkiye-Suudi-Katar, AB ve CIA kumpanyası, Pentagon’a “Kürtlere ve müttefiklerine gerek kalmadan IŞİD’i bu bölgeden “ılımlılar”(!) çıkartabilir” tezini işliyordu ki, Halep bölgesinde küçük çaplı bir yeni “Musul” faciası yaşandı: IŞİD, “ılımlılar” denilen, başta Nusra, Ahrar, İslami Cephe ve envaiçeşit küçük grubun oluşturduğu muhalifleri, çok sert bir karşı saldırıyla püskürttü, kaybettiği yerlerden fazlasını da geri aldı. Azez’e dayandı ve daha önemlisi, yüklü miktarda cephane ve gelişmiş silah IŞİD’ın eline geçti. Ve Kilis’e “düşen” roketler de IŞİD’e yapılan bu teslimatlardan sonra daha da artmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki bu bir tür askerî sarkaç olarak ileri geri çalıştırılacak. Pek tabii, sarkacın ucu ve etkisi nerelere varır, bunu kestirmek şimdilik zor. Daha net bir ifadeyle, Kilis’in başına musallat olan bu kötü günlerin müsebbipleri aranacaksa, zamanında IŞİD’i her şekilde koruyup kollayan, onları “öfkeli, dışlanmış Sünniler” diye tanımlayan ve “gerekirse Türkiye’ye birkaç roket fırlatmalarını isteyecek” kadar onlarla samimi ilişkiler kuranlardan başlanabilir. Ama Kilis için tehlike henüz başlıyor gibi. Türkiye’yi yönetenler Kürt koridorunu engelleme adına Halep’in kuzeyinde tehlikeli ilişkiler kurmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu anlamda, sağduyulu bir akıl aramak da nafile.
Kilis için mesele sadece IŞİD’in düşen roketleri değil. Bölgeyi çok iyi bilen ve izleyen Türkiye’deki çok nadir birkaç kişiden biri olan Aydın Selcen’in vurguladığı gibi, asıl mesele, bu cihatçıların/muhaliflerin “geriye yaslanmalarında” yaşanacak. Yani bu yaşanılanlar, maalesef bir apertura. Uzun süre sessiz kalınıp ekonomik günübirlik yüksek kârlar, temeli fazla güçlü olmayan milli hedef söylemleri karşılığında görmezden gelinen, oluşmasına katkıda bulunulan, istikrarsızlaştırılarak yönetilmek istenen düzenin geriye yansıması ve yaslanmaya başlaması gibi görünüyor. Bu hususta felaket tellallığı yapmak gerekmiyor ama hazır yapılmış örnekler var: Türkiye-Suudi-Katar-ABD ve ABD’nin Kilis ve Halep’in kuzeyindeki yerlerde yapmak istediğinin hazır yapılmış maketi için Pakistan’a, İran bloğunun hedeflediği örnek içinse Lübnan ve Irak’a bakmak yeterli! ABD için, cihatçılarla geliştirilen ilişki bir tür siyaset etme biçimi ve kendi coğrafyalarından uzaktaki çok tehlikeli bir oyun. Ama Türkiye’nin Kilis’teki son olaylarda görüldüğü gibi ABD kadar cihatçı gruplarla tehlikeli oyun oynama lüksü var mı? Başta Kilisliler olmak üzere, herkes bunun üzerinde düşünmeli.
Yani şu anda Kilis merkezinden başta Gaziantep olmak üzere dışarıya doğru olan göç de Kilis’i kurtaramayabilir. Çünkü Türkiye’deki iktidarın, kendi Kürt meselesinden kaynaklanan perspektif kaymasına, Suriye ve özellikle de Halep-Azez-Minbiç-Afrin hattında akıl tutulmaları eklendikçe, süreç yönetilemez hale gelecek. Çok daha fazla Suriyeli insan Kilis tarafına akmaya başlayacak. Bundan birkaç yıl önce Kilis’teki fısıltı gazetesinde yayılan “Buralara Suriyelileri yerleştirip Kilislileri göç ettirecekler” dedikodusu hayalden gerçeğe doğru emin adımlarla evrilen bir başka hedef gibi duruyor. Kilislileri kimse zorla göç ettirmese de bu işin kibar olmayan, dolaylı, biraz nobran bir yöntemle olacağı aşikâr gibi. Çünkü kentte hayat neredeyse durmuş vaziyette. Sokaklar boş, okullar tatil ve en önemlisi korku ve belirsizlik hakim. Üstelik yetkililerin söylediği gibi sokakta kalabalık halde durmasalar da, roketler düşmeye devam ediyor. Çok daha net bir ifadeyle, yarın IŞİD Kilis’e roket fırlattığı yerlerden gitse, sökülüp atılsa bile, onun yerine oraya (ister, güvenli bölge şemsiyesi altında ister uçuşa yasak bölge adı altında olsun) yerleşecek/yerleştirilecek ılımlı hangi grubun garantisi olacak? Unutulmamalı ki, bu grupların neredeyse tamamının da istediği yönetim biçimi IŞİD’le aynı, sadece seremonilerinde IŞİD kadar propaganda yeteneğine sahip değiller. Bunun dışında ideolojik farkları hiç yok. Askerî açıdan onlarca grubun yerleştirileceği bir alandaki çatışmalar ve bu çatışmaların her şekilde anlık olarak Kilis’e yansımaması için bir sebep yok. Yani Kilis’in başındaki bela ile bu belayı savuşturacağı düşünülenler aynı potansiyele sahipler.
Türkiye’nin PYD yerine kendi desteklediği grupları Azez-Jerablus arasına yerleştirip de facto bir güvenli bölge kurma isteğinin ne kadar gerçekçi olduğu ve uygulanabilirliği bir tarafa, bunun Kilis ve Gaziantep’i ne kadar koruyacağı da meçhul. İnşaatta iyi olmak her şey demek değil. TOKİ paradigmasıyla Suriye politikası yürümeyeceği gibi Kilis’e bir güvenlik şemsiyesi de sağlayamaz. Yapabilecek gücü olmasa da Kilis’in ve Kilislilerin buna itiraz etmesi gerekiyor. Anomik itirazlardan ya da psuedo radikalist söylemlerden ziyade, kentin gerçekçi değerlendirmelere ihtiyacı var. Bu değerlendirme ve itirazların, yerelden politik karar alıcılarına yansıtılması gerekiyor. Ama politik açıdan Kilis’te egemen olan düşünce bizatihi mevcut politika oluşturucunun kendisi! Meclisteki diğer partilerin Kilis’e dair ciddi bir yaklaşımı ve itirazları da olmayınca meydanın da atın da sahibi daha serbest oluyor ister istemez. Yani Kilis’in bir bütün olarak başka ihtimaller üzerinde de düşünmesi zaruri. Çünkü mevcut denenmiş olanlar felaket getirdi ve bu minval pek tekin değil! Ama bulunduğumuz durum, ulaşılan merhale ve kullanılan dil, bunun neredeyse imkânsız olduğunu gösteriyor. Özelde Kilis’in kaderi, maalesef, roket ve mukadderat arasına sıkışıp Ankara’nın kent üzerinden uygulamaya koyduğu politikalardaki hatasını görmesinde takılı kalıyor. Çünkü Ankara’nın perspektifi, yanlışta ısrarın göstergesi. Ve bu yanlış, Türkiye’yi Suriye’de Kürtlere karşı, sonuçları belirsiz her türlü ittifaka, ilişkilere, hareketlere zorluyor. IŞİD’e karşı olmak adına, Nusra, Ahrar veya İslami Cephe başta olmak üzere bütün muhalif etiketli, ellerindeki silahlardan başka yerelde temsil gücü olmayan (özellikle Halep’in kuzeyi için) gruplarla kurulan ilişkiler Kilis için daha büyük belirsizlik ve bilinmeyen tehlikeler demek.
Şimdilerde popüler bir söylem ve politika olarak, ABD dahil olmak üzere herkes en büyük ve tek sorun IŞİD’miş gibi sunuyor Suriye’deki meseleyi ama bu çok tartışmalı bir nokta. Mesela Nusra, Ahrar, İslami Cephe ya da iptidai roketlerin üzerinde Türkçe intikam sözleri yazarak Halep’te sivil mahallelere saldıran irili ufaklı silahlı grupların toplumsal, ideolojik, siyasi tahayyülleri nedir, bilen duyan var mı? Bunların nasıl bir Suriye ve Halep düşündükleri veya tasarladıkları, Kilis’in geleceği için de hayatiyet arz ediyor. Yani bugün Suriye’den Kilis’e saldırılar dursa bile (ki böyle bir ihtimal de olabilir), bundan sonra o bölgede Kilisliler kiminle muhatap olacak? Nasıl ekonomik ve kültürel ilişkiler kuracak? Kilislilerin bunları etraflıca düşünmesi gerekiyor. Sınır kapısına kurulan çimento fabrikaları nereyi, kimin için inşa edecek? Yıllar önce, Resul Osman tarafları dururken, dünyadaki en verimli tarlalarının ortasına ve yüzlerce yıllık zeytin bahçelerinin içine yapılan hastanelerinde kimler tedavi edilecek? Eski dünyanın ve Ortadoğu’nun hiçbir yerinde etnik, dinsel-mezhepsel ve kültürel manada “pure” (saf) yerler, bölgeler, kentler, köyler, coğrafyalar yokken, neden Azez, Afrin, Minbiç ve Mare bölgesinde bundan söz ediliyor?
Ne yazık ki bütün ideolojik, politik ve askerî paradigmayı şekillendiren Kürt saplantısı, Türkiye’yi Suriye’de uyguladığı politikaların yanlışlığında ısrara zorluyor. Ve bundan kısa sürede kurtulacağa da benzemiyor. Az evvel apertura dediğimiz sürecin ilerlemesiyle, Kilis’in bunun asıl ve daha şiddetli sonuçlarını görme ihtimali maalesef yükselmiş olacak. Üstelik Kilis’in çevresindeki karmaşayı daha da çetrefilli hale getirecek aktörler devreye sokulurken, askerî müdahale için bütün oyunlar oynanırken, Kilis için ümitvar olmak için erken… Ne yazık ki!