İngiltere, geçtiğimiz perşembe günü referanduma giderek Avrupa Birliği’yle yıllardır süren aşk-nefret ilişkisini sonlandırma kararı aldı. Oyların %51,8’inin ayrılma yanlısı olduğu bu referandumda kimileri için kararın kendisinden daha şaşırtıcı olansa radikal-sağ Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) bu süreçte gösterdiği başarıydı. Özellikle 2008’den bu yana hızlı bir yükselişe geçen, 2009 Avrupa Parlamentosu Seçimleri’ndeki %16,5’lik oy oranını 2014 yılında %27,5’e çıkartarak 24 koltukla İngiltere’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki en geniş temsile sahip siyasi partisi olan UKIP’i ve parti lideri Nigel Farage’ı uzun süre siyaset sahnesinde göreceğimiz bir süredir belliydi. Düşük katılım oranları nedeniyle bu seçimler UKIP’in temsil gücünü göstermekte tek başına yeterli olmasa da onları takip eden 2015 Genel Seçimleri UKIP’in giderek genişleyen bir oy kitlesine sahip olduğunun altını çizen gelişme oldu. UKIP, dar bölge seçim sistemi nedeniyle Avam Kamarası’nda yalnızca bir koltuk kazanabildi ancak bir önceki seçimlerde %3,1 olan oy oranını neredeyse dörde katlayarak %12,6’ya çıkarttı ve seçimleri üçüncü parti olarak tamamladı. Seçimlerin hemen ardından başlayan “Brexit” tartışmaları ve Şubat 2016’da gelen referandum kararı ise hem “Ayrılma” hem “Kalma” yanlıları için kampanyaların hız kazanması sonucunu doğurdu. Bu dönem özellikle Nigel Farage’ın ve UKIP’in -başlarda parodi ve iğnelemeler aracılığıyla da olsa- görünürlüklerinin giderek artmasını beraberinde getirdi. Peki Farage’ın ve temsil ettiği UKIP’in Avrupa Birliği’yle olan temel problemi neydi?
UKIP ve AB
UKIP’in son yıllarda yayımlamış olduğu seçim manifestolarına, basın bültenlerine, sosyal medya paylaşımlarına ve parti lideri Nigel Farage’ın konuşmalarına bakarak partinin son birkaç seçimdir yürüttüğü kampanyaların odağında AB’nin 2008’den bu yana karşı karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik krizler dizisinin olduğu söylenebilir. Yukarıda sıralanan parti dökümanları içerisinde en az ele alınan konudan en çoğa doğru gitmek gerekirse, UKIP “Avrupa Parlamentosu’nda yer alan İngiliz milletvekillerinin (MEP) yasa yapmada ve düzenlemede yeterli yetkilerinin olmamasını”, “Avrupa Birliği giderek büyürken AB kurumlarında İngiltere’nin oy oranının ve haliyle etkisinin azalmasını”, “İngiltere’yi ilgilendiren yasaların %75’inin Brüksel’de yapılmasını” ve “İngiltere’nin, resmî kayıtların başladığı yıl olan 1996’dan bu yana hiçbir AB mevzuatını geri çevirememiş olmasını” sert bir dille eleştiriyor. “İngiliz vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini korumak”, “demokratik haklarını kullanarak kanun yapımında aktif olarak yer almalarını sağlamak” ve “doğrudan demokrasinin gereği olan katılım ve izlenebilirlik ilkelerinin gerçekleştiğinden emin olmak” içinse “İngiliz yasalarının bütünlüğünü yeniden sağlamanın”, “yasama yetkilerini yeniden ulusal düzeye çekmenin” ve “paralel ve hatta bazen çelişen ikili yasama sistemlerini sonlandırmanın” gerekliliği üzerinde duruyor.
UKIP’in, bu metinlerde özellikle göç konusunun kültürel etkilerine de sık sık yer verdiği görülüyor. Nigel Farage, “açık-kapı politikasının muazzam sayıda insanın AB ülkelerine akın etmesine yol açmasından” ve “Londra’da bazı bölgelerde, çoğunluğun İngilizce konuşamadığı okulların görülmeye başlamasından” şikâyet ederek “meselenin sadece nicelik değil nitelik de olduğunu ve gelen kişileri seçme şansları olması gerektiği” savını öne sürüyor. UKIP’in politikaları bu noktada çözüm olarak “Açık-kapı politikasının hemen sonlandırılmasını”, “Göç Kontrol Komisyonu’nun kurulmasını” ve İngiltere’ye sadece “iş sahibi ve topluma entegre olabilecek göçmenlerin alınmasını” öngörüyor. Buna göre alınacak önlemler İngilizlerin “Suç kültürünü beraberlerinde getiren Romanyalılar”, “mültecilerle birlikte artan taciz ve tecavüz tehditleri” ya da “Güney ve Doğu Avrupa’dan gelen tüberküloz” gibi “göçün karanlık tarafları”ndan korunmuş olmaları için hayati önem arz ediyor. Farage, “IŞİD’le savaş halindeki Kürtleri bombalayan” ve “IŞİD’le yakın ilişkiler içerisinde olduğu açık olan” Türkiye’yle entegrasyon fikrinin “aptalca ve tehlikeli” olduğunu söyleyerek bu kapıyı da yeniden açılmamak üzere kapatıyor. Konu Suriyeli mültecilere geldiğinde de Farage yine sert bir üslupla “bu krizin AB’nin yanlış politikalarının bir sonucu olduğunu”, dolayısıyla “bu meseleyle İngiliz halkının değil Angela Merkel ve François Hollande’ın uğraşması gerektiğini” belirtiyor. Farage’a göre “İngiliz halkı gerçekten zor durumda olan mültecileri ağırlamaya hazır” ancak Suriyeli mülteci akımlarıyla birlikte İngiltere’ye gelen ve “bir mülteciden beklenmeyecek şekilde agresif tavırlara sahip, genç, erkek ekonomik göçmenler” toplum için ciddi tehlikeler arz ediyor.
Ekonomiye gelindiğindeyse temel problemler “AB bütçesine yapılan ve günlük 55 milyon sterline ulaşan yardımlar”, “serbest dolaşım ilkesiyle İngiltere’ye gelen niteliksiz işçilerin sebep olduğu düşük maaşlar ve işsizlik”, “vergilendirme politikalarındaki adaletsizlikler” ve “artan nüfusla birlikte sekteye uğrayan sosyal hizmetler olarak” sıralanıyor. UKIP bu problemlere karşı “gayrisafi milli hasılayı yükseltmeyi”, “yeni yatırımlarla işsizlik oranını düşürmeyi”, “vergilendirmede reforma gitmeyi”, “ikili anlaşmalarla ticari ilişkileri geliştirmeyi” ve “daha önce AB’ye gönderilen yardımlarla Ulusal Sağlık Hizmetleri’ne (NHS) yatırımlar yaparak sosyal hizmetleri iyileştirmeyi” vaat ediyor. Bu sayede UKIP “özellikle işçileri ve küçük işletmeleri ağır mali yüklerden kurtarmayı”, “tüm İngilizlerin yaşam standartlarını yükseltmeyi”, “yoksulluğu ortadan kaldırmayı” ve “ekonominin kontrolünü monopol şirketlerin ve onları koşulsuzca destekleyen hükümetin elinden almayı” amaçlıyor.
Sözkonusu metinlerde en çok yer verilen konu ise politika. Nigel Farage “Ukrayna’da seçimle başa gelmiş bir lideri deviren, silahlanma ve genişleme yanlısı AB politikalarının barışa bir tehdit olduğunu ve bu politikalarda yer almak istemediğini” söyleyerek İngiltere’nin “Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir vilayeti haline gelmekten kaçınıp, ulus-devlet olmaya dönmesini” salık veriyor. Farage, “Kendi marşı, bayrağı, pasaportu olan bu militarist süper-güçten kurtularak İngiliz ulusunun haysiyetini geri kazanmak” ve “ülkenin geleceğiyle ilgili alınacak kararlarda kontrolü geri almak” içinse “AB’den kesin olarak ayrılma” çözümünü ortaya atıyor. Kendisi de bir Almanla evli olan Farage, bu söylemleriyle ilgili olarak ikiyüzlülükle, İslâmofobiyle ve yabancı düşmanlığıyla itham edildiğindeyse “parti içerisinde nefret söylemiyle ya da bununla ilişkilendirilen organizasyonlarla anılan hiçbir yetkiliye izin verilmediğini, bu kişilerin parti üyeliğine dahi kabul edilmediğini” söyleyerek kendisinin “Avrupa entegasyonuna değil, İngiltere’nin bu entegrasyon içerisinde bulunmasına karşı çıktığını” iddia ediyor. Farage’a göre AB, “1950’lerde Fransa ve Almanya’yı aynı masaya oturtmak ve barışı sağlamak için bir araya gelen bağımsız ulus devletlerin eşit şartlarda ortaklığıyken” bugün yozlaşarak “Almanya hegemonyasında sürdürülmeye çalışılan bir oluşum” halini almış durumda. Sonuç olarak Farage UKIP’i “baskıcı ve demokratik olmayan bir rejimle” kontrol altına alınmış İngiliz halkını koruyan; onların çıkarlarına ters düşen bir şekilde “liberal metropolitan elitlerle” ve “Avrupa çapında homojenizasyonu savunan sözde uzmanlarla” işbirliği yapıp, “Gümrük Birliği adı altında büyük bir kartel yürüten” Avrupa Birliği’ne karşı kitleleri savunan bir kahraman olarak lanse ediyor.
UKIP’in yaptığı bu tespitlerde haklılık payı olup olmadığı tartışmaya açılabilir. Tartışmasız olansa yukarıdakilere benzer ifadelerin Avrupa’ya yayılmış radikal sağ partilerin söylemlerinde de sık sık görüldüğü. Bu partilerin sayıları 1990’ların sonlarından bu yana sürekli artış içerisinde. Avrupa vatandaşlarından aldıkları destek ise -özellikle 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde görülebileceği üzere- tehlikeli boyutlara varmış durumda. Hollanda’da Özgürlük Partisi, Fransa’da Ulusal Cephe, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi ve Macaristan’da Daha İyi Bir Macaristan Hareketi bu süreçte öne çıkan örneklerden sadece birkaçı.
Peki Şimdi Ne Olacak?
Son yıllarda Avrobarometre anketlerinde AB kurumlarına olan güvenin, Avrupa entegrasyonunun derinleşmesine olan desteğin ve AB’nin geleceğine ilişkin iyimserliğin düşüşte olması kamuoyunda AB’ye karşı şüpheciliğin arttığını gösteriyor. Yine aynı anketlerde endişeye sebep olan konuların başında göç, terör ve ekonomik durumun gelmesi de ana akım partilerin mevcut politikalarının Avrupalıları tatmin etmeye yeterli olmadığına işaret ediyor. Perşembe günü yoğun yağış, fırtına ve hatta yer yer sele rağmen sandığa giderek katılım oranını yüzde 75’lere çıkartan İngilizlerin AB’yle ilintili bu endişelerini gündemlerinin üst sıralarında tuttukları ve hatta bazen ulusal meselelerinin önüne koydukları sonucunu çıkartmak mümkün. Zira bundan önce yapılan dört genel seçimde katılım oranı %66,1’i geçmiş değil.
UKIP’in seçmenlerin endişelerini ne kadar azaltabileceği, kampanya vaatlerinin ne kadarını gerçekleştirebileceği ya da referandumda yakaladığı bu başarıyı devam ettirip ettiremeyeceği şu an için bir muamma. Nigel Farage’ın referandumu izleyen gün verdiği röportajda kampanya esnasında vaat edilen NHS yatırımlarının büyük bir hata olduğunu itiraf etmesiyle medya eleştiri oklarını UKIP’e yöneltti bile. Buna rağmen genel kanı, Farage’ın bu referandumda hem Muhafazakâr Parti’deki hem de İşçi Partisi’ndeki liderlere büyük bir zarar verdiği yönünde. Hal böyleyken, UKIP’in “Brexit” konusundaki başarısının diğer radikal sağ partilerin AB karşıtı söylemlerini körükleyeceği ve hatta AB’den çıkma tartışmalarının artmasına zemin hazırlayacağı söylenebilir. Nigel Farage, 23 Haziran’ı İngiltere’nin “Bağımsızlık Günü” ilan edip “diğer ulusların kendilerini izleyeceklerini düşündüğünü" söylerek bu yönde ilk adımı attı. Önümüzdeki sene Fransa’da ve Hollanda’da yapılacak seçimler için “Frexit” ve “Nexit” iddiaları da şimdiden onu izlemiş durumda.
Sonuç Yerine
Brexit’e zemin hazırlayan sadece dışlanmış, alt gelir grubuna mensup, milliyetçi işçi sınıfının oyları değil. Bahsedilen bu grup referandum sonucunu tek başına etkileyebilecek kadar büyük de değil. Hem İngiltere’de hem de diğer AB üye ülkelerinde toplumun geniş kesimine yayılmış büyük bir memnuniyetsizlik hali mevcut. Brexit tartışmalarıyla paralel giden “Lexit”, yani Sol’un belirlediği koşullarla AB’den ayrılma hali üzerine yapılan tartışmalar da bu memnuniyetsizliğin sadece sağ görüşe sahip kitlelere has olmadığının en büyük göstergesi. AB’nin Eurozone Krizi, Suriyeli mültecilerle hız kazanan göç krizi, IŞİD tehdidi, Kırım’daki çatışmalar, Grexit ve Brexit konularını yönetmedeki başarısızlığı Avrupalı seçmenleri ana akım partilerden uzaklaştırarak radikal partilerin kucağına itiyor. Sonuç olarak, yakın zamanda Avrupa’ya yayılmış “fobi”lerle dolu hükümetler görmememiz adına, hem Avrupa Birliği kurumlarının hem de iktidardaki partilerin acilen Brexit’ten ders çıkarmaları ve atacakları bir sonraki adımda siyasi arenada yaşanan bu kırılmayı göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Keza bu konuyu göz ardı ederek inşa ettikleri her politika başarısızlığa uğramaya mahkûm olacak gibi görünüyor.