Boris Johnson “İngiliz Trump” mı?

 

Ekranların sevilen dizisi Brexit’in yeni sezonu başlıyor! Yeni oyuncular! Favorileriniz! Herkes burada! (Yine de, eleştirmenler ratinglerin Washington’da geçen öbür komedi dizisi kadar yüksek olmayacağı konusunda uyarılarda bulunuyorlar). Muhafazakâr Parti’nin yeni bir lideri, Birleşik Krallık’ın da yeni bir başbakanı var. Boris Johnson bu pozisyona gelebilmek için uzun süredir uğraşıyordu. Partisindeki Brexit militanlarının desteği sayesinde nihayet 10 Downing Street’in fare dolu koridorlarında “Churchill olma” hayalini gerçekleştirebilecek. Muhafazakâr Parti ilginç bir fenomen, çünkü bu partiye katılıp siyaset yapmaya başlayanlar toplumsal hayat şartlarını iyileştirmektense ilkokul (özel bir ilkokul tabii ki, yatılı da olabilir) tiyatro müsameresinde III. Richard rolünü başkalarına kaptırmanın acısını çıkarmak için siyasete atılmış gibiler. Güç sahibi karizmatik kişiler olma fantezileri yüzünden sefalet sınırında yasayan insanlar evlerini kaybediyorlar, mesela. Büyük çoğunluğu ya Churchill, ya da Margaret Thatcher olmak ister. Amatör bir tarihçiden çok her şeyi bildiğini ve her konuda en iyi olduğunu düşünen bir yatılı okul çocuğunun yazdığı Churchill biyografisine bir bakin: “Eğlenmesini bilirdi”, “solcu-liberal bir gaz kaçıran değildi”, “yıkılmaz bir neşesi vardı”, “kısa Anglosakson sözcüklerle konuşurdu”.[1] Ah Boris, sen olmasan ne yapardık. Yine de bu Churchill mitosu veya “Dunkirk ruhu” çağırma seansı birilerine mutlaka cazip geliyor. Express’in, Mail’in, The Sun’ın “JOHNSON SAVAŞ KABİNESİ HAZIRLIYOR” duyurusunun başka ne açıklaması olabilir?

Boş zamanlarını şarap kutularından maket otobüs yaparak (onları kırmızıya boyayıp çift katlı otobüs maketi yapıyor ve pencerelere “mutlu yolcular” çiziyor) ve kadınları bastan çıkararak geçiriyor. Böyle şeylere çok önem atfetmek gerekiyormuş gibi konuşmak istemem, fakat Google’ın dehlizlerinde bile Johnson'ın kaç çocuğu olduğu konusunda kesin bir cevap bulamayabilirsiniz. Bisiklete binmeyi sevdiğini biliyor muydunuz? O zaman Londra belediye başkanı seçilmesinin ardından selefi ve rakibi Ken Livingstone’un bisiklet projesini çalarak “Boris-bisikletleri” adi altında uygulamaya koymasını duyunca şaşıracaksınız. Şovdan ve sadakatten çok hoşlanır. Belediye başkanıyken 2012 Olimpiyatları’nı kendi meselesi haline getirmenin ve bu fırsatı dönemin başbakanı David Cameron’ı gölgelemek için kullanmanın kariyeri için ne kadar iyi olacağını ânında görmüştü. Referandum basit bir atlama tahtasıydı. Her zaman en ayrıcalıklılar, aynı zamanda en fırsatçı olanlar olmak zorunda mıdır? Johnson başbakan olduğuna göre bu Cameron-Johnson saykodraması (aynı okul, aynı üniversite, aynı özel klüpler, aynı sosyal çevreler, aynı partide ve aynı hükümette süren uzun ve hepimizin izlemek zorunda olduğu bir yastık kavgası!) bitebilir mi artık? Yoksa bunların hepsi Cameron, Oxford’dan birincilikle, Johnson’sa ikincilikle mezun olduğu için mi oluyor?   

Kariyerine aslında gazetecilik yaparak başlamıştı. The Daily Telegraph’ın Brüksel temsilcisiydi, AB hakkında yaptığı abartılı ve sansasyonel haberlerle ünlendi. The Times’tan yalan haber yaptığı için atıldı. Bir şekilde (kontaklar!) Muhafazakâr Parti’nin Pravda’sı The Spectator’ın editöru oldu. The Spectator’ın sahibine siyasete atılmayacağına dair söz verdi, iki yıl sonra milletvekili oldu. Daily Telegraph gazetesinde yazdığı haftalık köşe yazısı için yılda 250.000 pound aldığı ortaya çıkınca partisinde ufak bir rahatsızlık olmuştu; fakat kısa sürede sindi, çünkü Muhafazakâr Parti’de çoğu kişinin bu tür “yan geliri” vardır. Sahi Daily Telegraph yazılarının birkaçına bakmak Boris’in hayal dünyasına sizi bir anlığına sokabilir (fakat kâbusunda kendinizi gazete kâğıdına sarılmış fish-and-chips yerken bulabilirsiniz): “AB’den çıkmak için 1960’lar Amerıkası’nın ‘can-do’ ruhuna ihtiyacımız var”, “Sevgili Yokoluş İsyanı pembe geminizi de alıp Çin’e gidin lütfen”, “(AB’ye) Musa’nın Firavun’a Dediği gibi ‘Halkımı Özgür Bırak!”, “Winston Churchill gerçek bir işçi sınıfı kahramanıydı” -evet, sonuncusunda Churchill’in Tonypandy’de kömür isçilerinin grevini bastırmak için silahlı güç kullanmasını savunuyor. Kötü elbette, ta ki Boer Savaşı’nda toplama kampı kullanılmasını savunana kadar, veya Müslüman kadınları “posta kutularına” benzetmesine, siyahlara “karpuz suratlılar” , eşcinsellere “atletli nanoşlar” demesine, ve bütün bu dediklerini “insanlar onlara doğrudan konuşan bir siyasetçi istiyorlar” diyerek savunmasına.

Jeremy Corbyn, bildiginiz gibi gizli bir Çek-Sovyet ajanı, aynı zamanda İran gizli servisiyle çalışıyor, aynı zamanda gizli bir antisemit, hatta Stalin, hatta Mao, hatta Hitler, Johnson’a karşı bir seçime önemli bir fırsat olarak bakıyor. İlk vaadi üst gelirlilerin vergilerini kesmek olan, “kimse yokken 2008’de bankacıları ben savundum” diye böbürlenen birine karşı Corbyn’in projeleri ekonominin daha adil dağıtımını sağlamak, kemer sıkmanın sert vurduğu yerlere yatırım, su ve ulaşımın özelleştirilmesine son verilip üzerlerinde demokratik kontrolün sağlanması ilk günkü kadar aciliyetlerini koruyorlar. Percy Shelley’nin şiirdindeki “seçkinler” yeni bir bedene büründü, ve İngiltere’nin yeşil diyarlarını midesine indirip kendi imajında kusmaya hazırlanıyor. O sıralarda, Roma yanarken bir tepeden tweet atıp yangını izleyen imparator: “Boris harika olacak, ona İngiliz Trump diyorlar” -dikkatli ol, seni seviyor olabilirler, ama seni bana benzediğin için seviyorlar, ben olmadan sen bir hiçsin-, “beni orada çok seviyorlar”. Belki de Sanders, Amerikalı Corbyn’dir.



[1] “‘One man who made history’ by another who seems just to make it up: Boris on Churchill”, https://www.newstatesman.com/books/2014/11/one-man-who-made-history-another-who-seems-just-make-it-boris-churchill