Sosyologların Durkheim’den bu yana sorduğu en temel soru şudur: toplumu ayıran değil de, bir arada tutan nedir? Yani aynı toplumda hem farklı kalarak, hem de bir arada nasıl yaşayacağız? (Göle, 2003: 89) Bugün de aynı soru cazibesini korumakta ve gündelik hayatın dönüşüm/değişimleri; yeni toplumsal hareketlerle daha da çoğalan toplumsal aktör sayısındaki artışlar vb. beraberinde birlikte yaşamanın yol haritalarını nasıl oluşturacağımız sorusuna üreteceğimiz cevabı daha da karmaşık hale getirmektedir.
Aslında tarihsel olarak baktığımızda görürüz ki toplumun bir üyesi olan birey(ler) ile yine toplumun içinden çıkan iktidarın örgütlü biçimi olan devlet arasındaki geniş toplumsal alanda kimin hakim olacağı ya da denetleyip etkinlik yürüteceği sorunu hep tartışılagelmiştir. Bu soruya kim ve nasıl noktasında verilen cevaplar siyasal sosyoloji ve siyasal felsefenin kuramlarını ve yaşanılan tarihsel-toplumsal pratiği belirlemiştir.
Yeni toplumsal hareketlerle birlikte, toplum içindeki farklılık arayışları ve bir arada yaşamanın mümkün halinin ne/nasıl olacağı sorusuna verilecek cevaplar aynı zamanda kamusal alanın tanımlanması ve çerçevesi/sınırlarıyla iç içedir.
Şöyle ki; kamusal alan kavramı tarihsel yapılarla insan etkinliği ve öznellik arasında ilişki kurmayı ve eylemlerin olayların tarihsel analizini yaparken, bunları sadece kültürel ve ideolojik biçimlerle değil, aynı zamanda toplumsal yapılarla ilişkilendirmemizi de sağlayan bütünlüklü bir çerçeve kurmamızı sağlar.
“Kamusal alan, modern toplum kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavramdır,” diyen Habermas, her türlü çıkardan arınmış, devlet otoritesinin baskısı ve buyruklarından, sermaye egemenliğinden bağımsız bir alan tanımlar (Güney, 2007: 244).
J. Habermas Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı eserine yazdığı önsözde de şöyle demektedir:
Öncelikle konunun karmaşıklığı tek bir uzmanlık alanının özgül yöntem tarzlarına bağlı kalınmasını men eder. Kamusallık kategorisi daha çok, bir vakitler geleneksel politika biliminin görüş açısını belirleyen o geniş sahada araştırılmalıdır. Yoksa kendi başına alınacak olursa toplum bilimleri disiplinlerinin her biri içinde araştırma nesnemiz dağılıp gidecektir. Sosyoloji ve ekonomiye, kamu hukuku ve siyaset bilimine, toplumsal tarih ve düşünce tarihine ilişkin bakış açılarının nasıl bütünleştirileceğinin çözülmemiş bir mesele olduğu ortadadır; toplum bilimlerinin verili ayrışma ve uzmanlaşma durumunda, bu disiplinlerin birkaçına -nerede kaldı ki hepsine- hakim olabilecek pek fazla kimse yoktur (Habermas, 2003: 9).
Buradan hareketle kavramın tartışmaya fazlasıyla elverişli akademik arka planını göz ardı ederek; Türkiye özelinde kamusal alanın inşasına otoriter devlet anlayışının müdahil olması üzerinde odaklanacak ve son dönem AK Parti yönetim anlayışındaki giderek otoriterlikten totoliterliğe doğru devam eden süreç içerisinde paternalist zihniyeti tartışmaya çalışılacağım.
Türkiye’de kamusal alan kavramı, kamusal-özel alan ayrımı ve ilişkili meseleler 1990’ların başından beri çeşitli akademik ve entelektüel çevrelerde tartışılırken; kavramın akademi dışında tartışılmaya başlaması ve gündem oluşturması ise daha çok, 2002 ‘de Cumhurbaşkanı Sezer’in dönemin TBMM Başkanı Arınç’ın başörtülü eşinin protokole dahil olmasına karşı olan tavrı nedeniyle olmuştur. Buradan yola çıkarak daha çok türban üzerinden yürütülen tartışmalar genellikle kamusal alanın neresi olduğu, devlete mi, topluma mı ait olduğu, işlevsel mi yoksa mekânsal bir kavram mı olduğu; kamu hizmeti verenler ve alanlar vs. üzerinden yürütülmüştür.
Oysa tartışmanın arka planının Cumhuriyet projesinin makbul vatandaş yetiştirme anlayışı ile ilintisi çok daha önemlidir. Böylelikle kamusal alan kamusal alan olmaktan çıkıp bir tür terbiye alanı, vatandaşların belirli biçimde eğitilmelerinin devam ettiği yer olmaktadır (G. Bacık, 2003: 27). Geçmişten bugüne miras olarak devreden otoriter ve merkeziyetçi devlet geleneği nedeniyledir ki; devletin hassasiyetleri ile toplumun değişim hızı arasındaki farklar kamusal alan tartışmasının çözümünü zorlaştırmaktadır. Ne kadar kontrol altında tutulmaya çalışılsa da devletin ideolojik refleksleri yanında toplumsal kültür kamusal alanı beslemektedir.
Özetle söylemek gerekirse kamusal alan Batılı kavrayışla “halkın yeri” anlamına gelirken, Türkiye’de türban, sigara yasağı vs. tartışmaları üzerinden konuşulup tartışıldığı için “resmî alan” olarak düşünülerek kavramsallaştırılmaktadır. Buna tek başına kamusal alan diyemeyiz, çünkü kamusal alan halkın iletişim ve eylem içerisinde olduğu tüm yerler, gündelik hayatın yaşayan ve devingen bir parçasıdır. Kamusal alan resmî alan olmadığı gibi coğrafi yer ve politikanın hüküm sürdüğü alan anlamına da gelmez. Ve devletin ve hükümetin hassasiyetleri üzerinden de şekillendirilemez.
Son yıllarda AK Parti iktidarı rüştünü ispatlayıp muktedir olma yolunda mesafe aldıkça, otoriterlikten totoliterleşmeye doğru yaklaşan hükümet etme tarzının uzantısı olarak birçok konuda olduğu gibi kamusal alanda nasıl terbiye edileceğimiz üzerine de çıkışlarını sürdürmektedir. Burada paternalist bir zihinsel arka planın uzantılarının olduğunu söylemek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında şekillenen paternalist kültürel algı siyaseten tavır alışlarda simgesel boyutun ötesinde müdahil olmalar getirmektedir.
Paternalist bakış açısı ülkeyi büyük bir aile, ülke yönetiminin başındaki kişiye de ailenin reisi/baba rolünü uygun görmektedir. Baştaki baba figürü aile reisinden beklentilere benzer beklentilerle şekillenirken, ailenin reisi de devleti bir aileyi yönetir gibi yönetmektedir. Cumhuriyet tarihinde paternalist yaklaşımla hükümet etme geleneği ilk kez uygulanan yeni bir şey değildir. Fakat muhafazakâr ve dinsel hassasiyetleri daha yoğun olduğunu söyleyebileceğimiz bugünkü iktidar özelinde, muhafazakârlıktan kaynaklı aile ilişkilerinin daha sıkı olduğunu ve otoriterliğin daha az sorgulanmasının, babaya itaat etmenin daha önemli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada baba olarak iktidarın başında bulunmak eldeki imkânların nasıl dağıtılacağı, kimin neyi, ne kadar hak ettiği kararını vermeyi ya da tersinden kimlerin mahrum bırakılacağı kararının baba tarafından alınmasının normal karşılanması söz konusudur. Bazı vatandaşların itaatleri karşılığında ihalelerde önünün açılması, devlet kadrolarında öncelik tanınması vs. olağanlaşan süreçlerdir. Muhalefet eden ve babanın yapıp eylediklerini eleştirme cüretini gösterenler ise tersine olarak itaatsizliğin sonuçlarına katlanacaklardır. Sonuçta aile reisinin aldığı kararlar doğrudur ve sorgulanmamalıdır. Zaten baba gecesini gündüzüne katarak çok çalışmakta, ülkesi ve milleti için en doğru kararı almak için tüm dünyayı karşısına alarak mücadele etmektedir. Bu kadar fedakâr bir şekilde vatandaşlarının iyiliği için her şeylerine koşturan aile reisini sorgulamak ailenin diğer bireylerinin hadlerine değildir. Kendini bu aileden saymayan toplumun diğer üyeleriyle müzakere etmek ise görülmüş şey değildir, yapılacak olanlar her şeye rağmen yapılacaktır.
AK Parti iktidarının son dönemde hükümet etme şekliyle sınırlı kalmayıp kamusal alanın tamamında sergilemeye başladığı paternalist zihniyet nedeniyle gündelik hayatımızdaki tavır alışlarımıza da müdahil olan bir dil üretmeye başladığını söyleyebiliriz. Makbul vatandaşın tanımının yeniden oluşturulmaya başlandığı, militarist söylem üzerinden şekillenmekte olan ve sorun çözmek için müzakere etmek yerine düşmanlaştırma/düşmanı imha etmenin uygulamaya geçildiği bu dönemin Türkiye tarihinin klasiği “devletin bekası” söyleminin, yeni uygulayıcılarının elinde yeniden şekillendiğini görmekteyiz. Devlet–millet özdeşliği üzerinden kurgulanan yeni düzende muhalefet etmenin bedeli kutsala olan saldırı ile özdeşleştirilmekte, görev ve sorumluluklarının bilincinden uzaklaşmış kitleler olarak ötekileştirilmektir. Öteki ise makbul olmayan vatandaştır ve itaatsizliğinin bedelini ödemelidir.
Muhtar toplantılarından, vakit yettiğince iştirak edilmeye çalışılan her türlü açılış, temel atma, yıldönümü, mezuniyet vb. yerlerde kaç çocuk yapılması gerektiğinden savcı ve hâkimleri göreve çağırmaya, futbol milli takımındaki sorunlardan gezideki mağdurları düşmanlaştırmaya kadar varan bir dil üzerinden tüm toplumsal/bireysel alana ayar vermeye çalışan paternalist zihniyetin uygulamalarıdır söz konusu olan.
SONUÇ
Kamusal alan kültürel gözlükle baktığımızda toplumsal tecrübelerimizin (zihniyetlerimizin) ufuklarını belirten bir kavram; politik gözlükle baktığımızda ise özgürlük ve adalet mücadelesinin yapıldığı söylem ve eylemlerin alanıdır (Özbek, 2010: 54).
Toplumbilimsel temelleri ve politik felsefeleri ne olursa olsun, kamusal alan yaklaşımlarının her birinin kamusalın 18. yüzyıl Batılı aydınlanma döneminden ve felsefesinden kaynaklanan (kökleri Antik Yunan demokrasisine kadar götürülse de) modern bir fenomen ve kurgu olduğu üzerindeki anlaşma ile kamusal söylem ve toplumsal katılım üzerindeki vurguları ortaktır. Özetle tüm yaklaşımlar “Bütün ayrılmışlarına rağmen ya da bunları ortaya çıkaran yapısal engelleri ortadan kaldırarak eşit ve özgür bir ortak yaşamı; adil ve çoğul bir üst kimliği ya da kolektif tecrübeyi nasıl mümkün kılarız?” ortak sorusu üzerinde durmaktadır (Özbek, 2010: 43). Kamusal alan önceden sınırları çizilmiş bir alan olarak değil, farklı kamular arasında mücadelenin sürdüğü bir alan olarak kavramlaştırılabilir. Ayrıca kamusal alanlar sadece birtakım söylemlerin oluşturulduğu yerler olmayıp toplumsal kimliğin edinilmesiyle de ilişkilidir. Toplumsal kimliklerin ortaya çıkışı ve hayata geçirilmesi de bu alanlarda gerçekleşir (Kömeçoğlu, 2003: 10).
Günümüzde demokrasi teorisi, demokrasinin “halkın iktidarı” şeklindeki klasik tanımından uzaklaşarak yeni bir yön kazanmıştır. Bu yön “öznelerin çoğulculuğu”na dair önemli bir vurguya işaret etmektedir. Güncel demokratik mücadele, ekonomik ve politik alan ile sınırlandırılmış bir iktidar mücadelesinden çok, kadınlardan eşcinsellere, bölgelerden etnik azınlıklara uzanan birçok yeni hakların tanımlanmasını ve talep edilmesini içerir (Sarıbay, 2000: 1). Bu çoğul demokrasi anlayışını karşılayan kamusal alan söylemi de öznelerin çoğulculuğu esasını dikkate alarak öznelerin eşitlik ve özgürlüğüne dayanmalıdır.
Bugün paternalist hassasiyetler üzerinden makbul vatandaşın tanımı yeniden şekillendirilirken, Althusseryen deyişle devletin ideolojik aygıtları da dönüştürülmekte ve Yeni Türkiye ruhunun devlet-millet özdeşliği üzerinden inşasına çalışılmaktadır. Yeni makbul vatandaşlar olarak belirlenenler, geçmişin rövanşını alma psikolojisinin de eklemlenmesiyle yeni bir kamusal alan inşasının tek başına kendi hakları olduğunu düşünmektedirler.
Bizce de doğrudur; yeni çoğulcu (çoğunlukçu değil!) demokrasi ve kamusal alan tartışmalarının yapılması elzemdir. Ancak bunun paternalist reflekslerle hareket eden bir lider algısı ve iyi/kötü, dindar/dinsiz, ahlâklı/ahlâksız, yandaş/muhalif vs. dikotomileri üzerinden ötekileştirmeler yapılarak değil, öznelerin çoğulculuğunun esas alınarak yapılması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
-AKTAŞ, Cihan (2000); ‘‘Kamusal Alanda İslamcı Kadın ve Erkeklerinin Değişimi Üzerine: Bacıdan Bayana’’, Birikim, 2000/137:36-47.
-ARENDT, Hannah (2009), İnsanlık Durumu (İstanbul: İletişim Yayınları) (Çev. Bahadır Sina Şener).
-BACIK, Gökhan (2003), ‘‘Devlet ve Birey Aşınırken Kamusal Alanı Düşünmek’’, Sivil Toplum, 2003/2:25-29.
-BENHABİB, Seyla (1996), ‘‘Kamu Alanı Modelleri’’, Cogito, 8: 238-258.
-ÇAHA, Ömer (1998), ‘‘İdeolojik Kamusalın Sivil Kamusala Dönüşümü’’, Doğu Batı, 1998/5: 73-94.
-ÇAHA, Ömer (1998), ‘‘Mahrem Kamusal Alan’’, Sivil Toplum, 2003/2: 79-88.
-ÇİĞDEM, Ahmet (2010), ‘‘Kamusal Alan, Kamusal Din ve Kamusal Akıl’’, Özbek Meral (der.), Kamusal Alan, ( İstanbul: Hil Yayınları): 501-514.
-Diken, Bülent (1997); ‘‘Kamusal Yaşam ve Kent’’, Birikim,1997/97:70-78.
-ERDEM, Fazıl Hüsnü (2007), ‘‘Müdahale, Mücadele ve Müzakere Mekanı Olarak Kamusal Alan’’, Köprü, 2007/99.
-GÖLE, Nilüfer (2003),’’Kamusal Alan ve Sivil Toplum Üzerine Söyleşi’’, Sivil Toplum, 2003/2: 99-107.
-GÖLE, Nilüfer (1992), Modern Mahrem, (İstanbul: Metis Yayınları, Üçüncü basım).
-Güney, Zeynep (2007), “Kamusal Alan, Kamusal Mekan’’, Almanak, 25 Ekim 2007: 244.
-HABERMAS, Jürgen (2003), Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, (İstanbul: İletişim Yayınları), (Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar).
-HABERMAS, Jürgen (1995), ‘‘Kamusal Alan: Ansiklopedik Bir Makale’’, Birikim, 1995/70: 62-64, (Çev. N.Erol).
-HASDEMİR, Tuba Asra K. & COŞKUN, Mustafa Kemal (2008),‘‘Kamusal Alan ve Toplumsal Hareketler’’, A.Ü.S.B.F. Dergisi, 63/1: 121-151.
-KAHRAMAN, H. Bülent & KEYMAN, Fuat & SARIBAY, A. Yaşar & TEKELİ, İlhan (1998), Katılımcı Demokrasi, Kamusal Alan ve Yerel Yönetim, (İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi, WALD Yayını).
-KARADAĞ, Ahmet (2003), ‘‘ Kamusal Alan Modelleri: Çoğulcu Perspektiften Bir Değerlendirme’’, A.Ü.S.B.F. Dergisi, 58/3: 171-197.
-KESKİN, Ferda (1998), ‘‘Kamusal Alan ve Yalın Yaşam’’, Doğu Batı,1998/5: 95-100.
-KEYMAN, Fuat (1998), ‘‘Kamusal Alan ve Cumhuriyetçi Liberalizm: Türkiye’de Demokrasi Sorunu’’, Doğu Batı, 1998/5: 57-72.
-KÖMEÇOĞLU, Uğur (2003), ‘‘Kamusal Alan Kavramlaştırmasında Bazı Teorik Sorunlar’’, Sivil Toplum, 2003/2: 7-16.
-ÖZBEK, Meral (2010), ‘‘Giriş: Kamusal Alanın Sınırları’’, ÖZBEK, Meral (der.), Kamusal Alan, (İstanbul: Hil Yayınları) 19-90.
-SARIBAY, Ali Yaşar (2000), Kamusal Alan, Diyalojik Demokrasi ve Sivil İtiraz, (İstanbul Alfa Yayınları).
-ÜSTEL, Füsun (1997), ‘‘Devlet,Kamusal Alan ve Yurttaşlık’’, Birikim, 1997/93: 127-135.
-YELKEN, Ramazan (2003), ‘‘Kamusal Alan Kim(ler)in Alanı?’’, Sivil Toplum, 2003/2: 45-51.