İşsizler, eşcinseller, engelliler ve diğer farklı azınlıklar iktidarın oluşturduğu baskın kültürün dili karşısında günden güne yeraltına itilmekte; lanetliler olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Ötekilik, her ne kadar bir özgürlük, özgünlük yolu olarak görülse de çoğu zaman iktidar dilinin saldırganca tutumundan geriye kalan söylemsel bir fazla, bir tür artıktır. Öteki olanın, iktidar olandan aldığı reaksiyon onu bir tür alt kültüre dönüştürür. İktidar da kendi varlığına ilişkin kimi özelliklerini bu söylemsel artıklar üzerinden şekillendirir.
Serkan Çalışkan’ın Blogspot’ta1 gerçekleştirdiği “Anxiety Zone” sergisi hayatı çepeçevre saran baskıcı iktidar dilinin tıpkı nükleer bir felaket gibi bireylerin kimyasını nasıl bozduğu, yaraladığı ve deforme ettiğini simgeselci bir anlatıya yaslanarak teşhir etmektedir.
İktidarın baskın dili karşında kendini ifade edemeyen ya da etmekten çekinenler simgesel anlatım yoluna giderler. Bunun en eski örneklerinden biri Medusa’nın hikâyesidir. Medusa’nın mitosunu bilmeyen yok gibidir, ama bu mitosun nasıl bir gerçeklikten esinlendiği hâlâ tartışma götürür cinstendir.
Medusa mitosu, kısaca, çok güzel olduğu söylenen bir kadının, denizler tanrısı Poseidon’un saldırısına uğrayıp tecavüz edilmesi ile başlar. Bir mabette saldırıya uğrayan Medusa, yetmezmiş gibi barış tanrıçası Athena, ki kendisi tapınağın sahibidir, tarafından bir gorgona dönüştürülüp gece vakti bir mağaraya hapsedilir. Ne var ki, bu cezaya rağmen Athena’nın kini geçmemiştir. Perseus’a yardım ederek Medusa’nın başını kestirir. Medusa’nın kesilen başından Pegasus ve Chrysar doğar. Tabii olaylar bunlarla sınırlı değil. Athena, Medusa’nın yılan derisini yüzerek Aegis markası yapar ve göğsüne asar. Tecavüzle başlayan hikâye farklı tecavüz hikâyeleri ile devam eder. Tabii barış ve savaşın tanrıçası Athena da bundan nasibini alır; Hephaistos’un saldırısına uğrayarak gebe kalır ve bu gebelikten bütün Atina’yı yöneten Erechtheus doğar.
Medusa mitosu, iktidar olanın bireyi nasıl da korkunç bir şekilde dönüştürdüğü ile ilgilidir. İktidar olanın ataerkil yönüne gönderme yapılırken onun heteronormatif yönü genellikle ihmal edilir. Medusa’nın herkesten gizlediği intersex kimliği ilk cinsel deneyiminde erkek ya da kadın arkadaşı tarafından keşfedilir ve korkunç bir dedikodunun parçası haline getirilir bu. İsmi değiştirilerek falluslu Medusa olur. Fallus sahibi Medusa lanetlenmiştir; kendini ne zaman aynada görse, insanların korkunç hakaretler için kullandığı sözcüklerin yansımalarını görür. Medusa kendini toplumdan izole ederek yaşamaya çalışır ama artık bunun da bir anlamı ve faydası kalmamıştır. Medusa, nasıl bir cinsel kimliğe sahip olası gerektiğini belirleme cüretini kendinde gören bir grubun saldırısına uğrar ve cinsel organı kesilerek ölüme terk edilir. Ölmeyip de yaşamak zorunda kalan modern Medusalar ise hastanelerde müdahale edilerek kadın olarak yaşarlar.
***
Serken Çalışkan’ın “Anxiety Zone” sergisi bize günlük hayatın nasıl korkunç anlatılar ürettiğine dair örnekler sunar. Görme, algıya dair en önemli göstergedir ve sanatçı, resimlerinde bu gösterge üzerinden hareket etmeyi tercih eder. Resimlerinde karşımıza ilk çıkan, bir gerçekliğe ya da mitosa dönüşemeyen insanların ucubeleşmiş halleridir. Mitolojik bir yaratığa dönüşemeyen, insan formunu da koruyamayan bu portreler neredeyse şekillenmeden ya da yaradılışları tamamlanmadan tuvale aktarılmıştır. İnsan bakışının ya da yargılarının bir kimlik yaratamadığı ama değiştirip kimliksizleştiği bu figürler salt bir bekleme hali içindedir.
Dolaba kapatılan ve karanlıkta bir canavara dönüşmeyi bekleyen ama bir türlü canavara dönüşemeyen bu anti-bireyler, gözbebekleri karanlıkta, en ufak bir ayrıntıyı bile görecek kadar büyümüş ve mekanik bir nitelik kazanmıştır. Onu bu bakışa hapseden insana dair hiçbir şey barındırmamaktadır. O istediği kişi olamamıştır ama istenilen karaktere de bürünememiştir. Bu asimetrik dönüşüm onun yüzünü şekillendirmektedir. Lanetlenenin kendine ait olmayan bu bakışı artık kendine has olmayan bir karaktere kavuşmuştur. Neredeyse insan-dışı bir dönüşüm olarak tanımlanabilecek bu değişim, “ben olmayan” melez bir oluşumdur. Melezliğin en önemli özelliği saldırganca bir tutuma sahip olmaması ve kendinden sonra bir yaşam oluşturma çabasına girmemesidir.
Çoğu zaman gördükten sonra bir yargıya varabiliriz. Görme, bu açıdan gerçekliği yansıttığı gibi insanın bilinçaltını da yansıtan bir öğedir. Serkan Çalışkan’ın resimlerine bu açıdan bakıldığında “gerçekliğin bir formu” olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun resimleri kendini görünür olarak düşünen insanın yansımasını aktarır. Gözler, gözkapaklarından bağımsız olarak sürekli bu gerçekliği yansıtmaktadır ve kapanma özelliğini yitirmiş, körelip yok olmuşlardır. Bir projeksiyona dönüşen gözler ona bakan herkes için aynı şeyleri anlatmaktadır.
***
İçinde yaşadığımız dünyanın en büyük kusuru, “kendi gerçekliğimiz”in olmamasıdır.
1 Blogspot, Balıkesir’de kâr amacı gütmeyen bağımsız bir sanat mekânı. Duygu Sabancılar’ın kuruculuğunu ve yürütücülüğünü yaptığı mekân, İstanbul’un sanat oligarşisi olarak adlandırılabilecek ortamının dışında da sanat pratiklerinin icra edilebilir olduğunu ortaya koymaktadır.