Michel Foucault’nun Cinselliğin Tarihi adlı çalışmasının dördüncü cildi, Les aveux de la chair (Tenin veya Bedenin İtirafları şeklinde çevrilebilir) geçen günlerde Gallimard Yayınları’ndan çıktı.[1] Foucault’nun College de France dersleri ve toplu eserlerinin de editörlüğünü yapan Frederic Gros’nun uzun bir mesaisinin ürünü. Bu kitabın çıkıp çıkmayacağı bir süredir tartışma konusuydu. Foucault ölümünün ardından tamamlanmamış hiçbir çalışmasının yayımlanmasını istemediğine dair bir not bırakmıştı. Bu son cilt tahmin ediyorum, bütünüyle olmasa bile büyük ölçüde tamamlanmış bir haldeydi ve biraz titizlik gerektiren bir editörlük faaliyetiyle yayına hazırlanabildi. Kitabın girişi vs. yok, sadece editörünün yazdığı, “Cinselliğin Tarihi” projesinin gidişatını anlatan bir önsöz var. Bu cilt dosdoğru “aphrodisia” kavramının işlevi üzerine bir paragrafla açılıyor; kitabın sonuna eklenen dört “ek bölüm”ünden ilki tamamlandığı halde bu cildin giriş kısmı olabilirmiş izlenimi veriyor, demek ki bu cilt yayına hazırlanırken kitap büyük ölçüde “manüskri” halinde tutulmuş.
Foucault’ya özellikle İngilizce konuşulan dünyada son on-yirmi yıldır, Fransa’da gördüğünden katbekat büyük bir ilgi var. Bu kitap da İngilizceye çevrildiğinde daha çok yaygara koparacaktır. Böyle bir ilgi var ama şahsi düşüncem İngilizce konuşan dünyanın tartıştığı Foucault’yla Fransız Foucault arasında da önemli farklar olduğu. Foucault’nun çalışmaları nihayetinde “felsefi” çalışmalar, yani felsefi bir sorunsal etrafında dolanıyorlar. Tarih, bilim, siyaset, tıp, kriminoloji, edebiyat vs.’den epey yararlanıyor olması Foucault’nun çalışmalarının farklı disiplinler tarafından türlü şekillerde yorumlanmasına yol açıyor. Anglofon dünya, büyük ölçüde Amerikan akademileri, sık sık Foucault’nun etrafında dolandığı temel felsefi sorunsalı unutup dolanırken değindiği öbür mevzularla ilgileniyor gibi geliyor bana. Bu da İngilizce Foucault yorumlarının çoğunda bir bütünlük eksikliğine sebep oluyor. Yani, düşünürün eserleri bir bütün olarak değerlendirilip farklı alanlarda yaptığı araştırmalarında ortak noktalar bulmaya çalışmaktansa herkes kendi alanında, disiplininde kendine faydalı ne koparabilirse onu alıyor. Kayda değer istisnalar elbette var, ama Foucault’ya ilişkin literatürün bir bütünlükten yoksun olduğu da inkâr edilecek gibi değil. Bu tabii, her düşürün başına gelmesi kaçınılmaz bir sorun. Marx ve benzerleri için de aynı durumdan yakınılabilir. Bu bütünlük sorunu, Türkçe literatürde de fark ediliyor. Herhangi türden bir argümanı Foucault’nun sivri dilinden bir alıntıyla süslemek epey “moda”. Bu yeni cilt de, yakın bir gelecekte Türkçeye de çevrilir diye tahmin ediyorum, o yüzden bu yazıda Foucault’nun projesini genel hatlarıyla düşünmeyi mümkün kılacak türden kısa bir özet vermeye çalışacağım.
***
Foucault’nun eserlerini üç ana başlık veya eksen altında incelemek mümkün. Kabaca ilk dönemini kapsayan bir “arkeoloji” evresi vardır, burada incelenen büyük ölçüde özne ve söylemsel pratikler arasındaki ilişkilerdir. Ardından “genealoji” evresi gelir, bunu da en popüler yapıtı Gözetleme ve Cezalandırma ve Cinselliğin Tarihi’nin ilk cildi meydana getirir, burada irdelenen de özne ve iktidar arasındaki ilişkilerdir. Sonuncu evre de bir “sorunsallaştırma” dönemidir, Cinselliğin Tarihi’nin son iki -tabii artık üç demek gerekli- cildi, 80’den sonraki College de France dersleri de buraya girer. Foucault’nun derdi burada öznenin kendini nasıl kavradığı, hangi biçimlerde sorunsallaştırdığıdır. İlk evrenin kurucu kavramı söylem veya bilgi, ikincisinin iktidar, bu sonuncusununsa kendiliktir. Tabii, burada düşünmeyi kolaylaştırmak adına böyle bir şemaya başvuruyorum. Hemen hemen bütün eserlerinde bu üç eksen daima mevcuttur, birinde başka biri ağırlık kazanır, öbüründe diğeri vb. Bir bütün olarak bu üç eksen öznenin kurulumunun tarihsel bir analizini sunar, bundan ötürü Foucault’nun neredeyse tüm eserleri ismen bir şeyin “tarihi”dirler –bu da Foucault’nun özne anlayışının tamamen “tarihsel” olduğunu gösterir.
Cinselliğin Tarihi’nin ilk cildinin yayım tarihi 1976’dır. Hapishane üzerine eserinden hemen bir yıl sonra. İkinci cilt ise birinciden ancak yedi yıl sonra yayımlanır. Bunun sebebi Foucault’nun Cinselliğin Tarihi projesi için ilk tasarladığı planı terk etmesi ve projeyi yeniden düşünmesidir -Frederic Gros, dördüncü cilde yazdığı önsözde epey detaylı anlatıyor bu süreci. Hıristiyanlığın erken döneminde kendilik sorununu irdeleyen Les aveux de la chair’ın esasında projedeki ikinci kitap olması tasarlanırken Foucault, erken Hıristiyanlığa ait birçok temanın Antik dünyada da var olduğunu fark eder; böylece planı değiştirerek ikinci ve üçüncü cildi Eski Yunan ve Roma’ya adar. Dördüncüyle beraber bu ciltler açıkçası ne ilk cilt ne de Foucault’nun önceki eserleri gibi günümüz dünyasıyla ilişki kurması kolay türden değildirler. Epey titiz bir metin-tarih incelemesi olmalarından ötürü, sözünü ettikleri meseleleri bütünüyle kavramak için hem Klasik literatüre hem de bu literatürü ortaya çıkaran tarihi süreçlere hakim olmak gerekir. O yüzden bu ciltleri okumanın herhalde en akla yatkın yolu, tekabül ettikleri College de France derslerini bulup yan yana okumaktır.
Foucault’nun ilk eserleri retorik bakımından çok güçlüdür, neredeyse edebî-şiirsel bir dili vardır. Bu son ciltlerdeyse dil güzelliği gitgide azalarak yerini daha derin düşüncelere, uzun tefekkürlere bırakır. Bu analiz ettiği düşünce dünyasının bizimkine epey uzak olmasıyla da alakalı. Ne Klasik dünya, ne de erken Hıristiyanlığın dünyası bugünün bakış açısıyla kolayca kavranabilir değiller. Foucault yine de sabredebilenler için bu iki dünyayı da, aralarındaki ilişkiyi de nüfuz edilebilir kılmayı başarıyor. Bunu yaparken, öznenin kurulumuna ilişkin genel düşüncesinin izlerini tarihte nasıl sürdüğünü de görebiliyoruz.
Dördüncü cildin içeriğine gelirsek; Foucault ilk ve en uzun bölümde Klasik dünyanın “aphrodisia” kavramından Hıristiyanlığın “ten” veya “tensellik” deneyimine geçişin bir analizini sunuyor. Foucault’nun analizine göre erken Hıristiyanlığın Kilise Babaları’nın metinlerinde bulunan cinsellik deneyimi Pagan dünyanınkine neredeyse özdeş -bunu göstermek için büyük ölçüde İskenderiyeli Klement’in Pedagog metnine dayanıyor. Kilise Babaları’nın metinleri erken Hıristiyanlığın ahlaksızlık ve benzeri gibi suçlamalara karşı geç Pagan dünyasının “hazlar rejmini” devam ettirmeyi seçtiğini gösteriyor. Yani, içerik bakımından geç Paganlar ve erken Hıristiyanlar arasında bir tür devamlılık var. İçerik değiştirilmese de, bir yerden sonra farklı deneyimlenmeye başlanıyor. Bakirlik üzerine ikinci bölümün meselesi de bu. Foucault’ya göre üçüncü yüzyıldan sonra yazılan teolojik metinlerde bakirliğin kutsallaştırılması, Batı’da cinsellik deneyimini kuran en önemli öğelerden biri haline geliyor. Milanlı Aziz Aurelius ve Hippolu Aziz Augustinus’un metinlerinde bakirlik “mistik” bir nitelik kazanıyor, erkek ereksiyonu örneğin Tanrıya itaatsizliğin bir işareti olarak görülüyor. Üçüncü bölümde yine benzer yazarların metinlerinden yola çıkarak bu sefer evliliğin yarattığı paradoksu inceliyor. Kilise Babaları bakirliğe ve bekârlığa önem veriyorlar ama evliliğin de kutsallığına inanıyorlar. Evlilik dolayısıyla cinselliğin yaşandığı bir kurum olmaktan çıkıp bakirliğin korunduğu bir kurum olarak yeniden düşünülüyor.
Foucault’nun Hıristiyanlığın erken dönemlerine yaptığı bu inceleme onun çalışmalarının kalanıyla da bir uyum içerisinde. “Bakirlik” veya “evlilik” deneyimi Kilise yazarlarının ürettiği bir tür söylem veya bilgi sayesinde mümkün oluyor. Sözü geçen aziz-düşünürler ürettikleri doktrinlerle yalnızca entelektüel bilgi üretmiyorlar, yazdıkları ve söyledikleriyle bir “hayat biçimi” veya “iyi yaşam” anlayışı da icat etmiş oluyorlar. Böylece, bir deneyim ve o deneyim üzerinden bir öznenin nasıl kurulması gerektiğinin de sınırlarını belirliyorlar. Bu açıdan Foucault’nun bu kitabı konu bakımından, Klasik Çağ’a odaklanan hapishane, akıl hastanesi ve klinik üzerine çalışmalarından ayrı gibi dursa da onlarla bir bütün oluşturuyor. Foucault o çalışmalarında nasıl “suçluluk”, “delilik” ve “hastalık” gibi deneyimlerin kurulduğunu ve bunların modern toplumlardaki yerini analiz ettiyse, burada da “bekâret”, “evlilik” gibi deneyimlerin erken Hıristiyan dünyadaki işlevlerini analiz ediyor.
***
Frederic Gros bu son cildi yayımlama kararını verirken cinselliği merkezine alan toplumsal hareketlerin yeniden yükselişinden söz etmiş. Foucault bu kitapları yazmaya giriştiğinde “cinsel özgürlük” modaydı. Şimdiyse cinsel özgürlüğün sınırları tartışılıyor. Bu açıdan Foucault’nun erken Hıristiyanlıkta bakirlik, evlilik ve benzeri tartışmaları günümüzün cinsellik tartışmalarından ayrıymış gibi gözükse de, cinselliğin günümüzde algılanma ve pratik edilme biçimlerinin tarihini ışık tutması bakımından onlara bir şekilde dahil oluyor; 19. yüzyılı inceleyen ilk cildin döneminin tartışmalarına dahil olması gibi. 1976’da yayımlanan ilk cildin meselesi cinselliğin kendi tarihinden çok, cinsellik üzerine neden düşünüldüğünün tarihiydi. Üzerine düşünmeyi pek bırakmadığımız Amerika ve Fransa’daki hareketlerin koparttığı tartışmalardan belli; Foucault’nun “son” kitabı, bu açıdan hem onun düşüncesiyle bir bütün olarak ilgilenenlere hem de cinselliği merkezine alan toplumsal hareketlerin güncel haline ilgi duyanlara yönelik kayda değer, aktüel şeyler söylüyor.
[1] Bkz. Michel Foucault, Histoire de la sexualité IV: Les aveux de la chair, ed. Frederic Gros, Paris: Gallimard, 2018.