Çocuk Bayramı, Çocukların Hali ve Oyun Oynama Hakkı Üzerine

Eskiden 23 Nisanların en güzel yanı tatil olan öğleden sonraları olurdu. Genelde merasimler, karton kaldırmalar öğlene doğru biterdi. Öğleden sonraları da sokağa çıkar, ertesi günün tekrar okul olduğunu aklımızdan çıkarmadan top oynar, canımızın çıktığından emin olduktan sonra eve dönerdik. Bir çocuğun gözünden bakıldığında sıradan bir tatildi 23 Nisan ve bayram hafta içine denk gelmişse, akşama doğru ertesi günün okul olduğunu bilmek pazar günü gerginliği getirirdi. Yine de hafta içiyse eğer, okula gidilmeyecek bir gündü 23 Nisan. Gezmek, arkadaşlarınla vakit geçirmek, eğlenmek için fazladan bir gün…

Zaman geçtikçe artık sokaklarda top oynayan çocuklar da gözle görünür bir şekilde azalmaya başladı. Artık o çocukların bir kısmı üniversite, lise sınavları, kurslar içerisinde boğuşurken bir kısmı da tezgâhların, kasaların arkasında, dönercilerde, oto sanayide harçlıklarını çıkarıyorlar ya da ailelerine yardım ediyorlar. Bayramlar bazı çocuklar için tatil yapma günü olmaktan çıkıp fazla mesailere kaldıkları, işlerin yetiştirilmesi gereken günlere dönüşmüş durumda. Çocukların, talepleri gitgide daha az dikkate alınırken, yaşadıkları sorunlar çığ gibi artıyor. Ne kadar sıradanlaştı artık esnafların yanında çalışırken gördüğümüz çocuklar, her dükkâna bir çocuk düşer oldu. Markete girip o çocuklardan alışveriş yapmak ise üzücü olmanın ötesinde. Bu duruma sadece çocuğun gözünden de bakmamalı, bazen vakit geçsin diye, ya da meslek öğrenmek için de çalışmak istedikleri olur. Ama esas kaçırdıklarını yetişkinler olarak dile getirmekten kaçınmamak gerekir.

Tüm o kaçırılanların arasında ise belki de en önemlisi çocukluğun kendisi, askıya alınmış çocukluk. Çocuk olmak ve çocukluk yapmak ise bir işte çırakken ya da kurstayken en son beklenen şey. Yetişkinlerin de serzenişte bulunduğu haldir, çocukluk hali. Çocuklara, gençlere “yapma böyle şeyler, büyü artık, koca adam oldun” derken de çocuk olma, genç olma statüsü elden alınır. Çocukluk kısaldı artık, ağır kaldırabildiğin andan, boyunun serpildiği ergenlikten itibaren kocaman adam olarak görülüyorsun büyükler tarafından. Yetişkinliğin işine geldi bu da, kapsamı genişledi. Çocukların kurumsal bir şekilde yetişkinleştirildiği, ellerinden çocukluğunun alındığı bir dönemde yaşıyoruz, bu yetişkinleştirme durumu onlara daha fazla iş yaptırma, üzerlerine daha fazla sorumluluk yüklemek için önemli bir avantaj sağlıyor tabii ki. Sosyal politikalardaki kısa dönemli stratejiler de madunların ve çocuklarının sırtlarına çok daha ağır yükler bindirmeye ve çalışan gençlerden daha çok işverenin yanında olmaya devam etmekte.

Devlet ideolojisinin ise çocuklarla ilgili tahayyülleri çok daha farklı alanlarda meydana geliyor. İmam hatip okulları açmak, derslerin içeriklerini değiştirmek, yürütülen projeler, gençlik kamplarındaki kız-erkek ayrımı ve çok hızlı bir şekilde artan çocuk işçiliği, ülkede çocukların geleceğinin iyi olacağı konusunda kimseyi ikna etmiyor. Yılmaz, Türkiye’deki çocukların, eğitim ve sosyal olanakları ele alındığında inkâr edilen vatandaş kategorisine girdiğini ifade ediyor.[i] Türkiye’deki genç ve çocukları sadece onlardan beklentilerimizi sıralamamız gerektiğinde bir vatandaş olarak görmekteyiz. Dindar nesil yetiştirmek gerektiğinde, girişimci olmaları gerektiğinde, kendi değerlerinin ve kültürünün farkında olmaları gerektiğinde veya belli bir hedefe güdümlü hale getirildiğinde. Bu durumların dışında kalan hallerde; gençlerin hangi koşullarda büyüdüğü, hangi haklardan mahrum kaldıkları devletin ciddiye aldığı bir sorun değilmiş gibi. Gençlerle yakın çalışan devlet kurumları ise, sorunları çözmek yerine daha da derinleştiriyor.[ii]

Yakın zamanda yapılan birkaç çalışma durumun vahametini net bir şekilde gösteriyor. Türkiye’de gençler, eğitim kalitesinin düşüklüğünden, yoksulluk, sosyal dışlanma, düşük istihdam ve sosyal aktivitelere yetersiz dahil olma gibi birbirini de etkileyen sorunlarla uğraşmakta. Örnek olarak; ziraat alanında çalışan gençlerin yüzde 85’inin ailelerinin yanında ücretsiz işçi olarak çalıştırılmasını[iii] veya toplumsal hayata tüm gençlerin %25’inin, ekonomik yetersizlikler sebebiyle, sosyal aktivitelere katılamadıklarını verebiliriz.[iv] Özellikle Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yürüttüğü gençlik projeleri, çok farklı alanda gençlere hizmet vermeye çalışmakla beraber, mevcut sosyal yapıların sorgulanması, sosyal değişimin sağlanması hususunda oldukça yetersiz.

OECD’nin (2017) eğitim üzerine raporları da, eğitim imkânları ile gençlerin çalışma yaşına gelmesi ile birlikte Türkiye’de çalışma imkânlarının gitgide azaldığını göstermekte. Özellikle genç kızların iş yaşamına katılımı, toplumda aktif olarak yer alma seviyeleri, işte ya da eğitim ortamında bulunma seviyeleri tüm OECD ülkeleri arasında en düşük seviyelerden birini oluşturuyor.[v]

DİSK’in 2016 yılına ait “Türkiye’de Çocuk İşçi Olmak” raporu da, çocuk işçi sayısının 2012’de 601 bin kişiden, 2016’da 709 bine yükseldiğinin altını çiziyor. Diğer taraftan, çocuk işçiliği konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) (2017) raporu, artık yüz çevrilememiş gerçeğin kabulü gibi. 6 ila 14 yaş arasındaki çocuk işçi sayısının 292 bin olduğu belirtiliyor raporda. Bu rakamların raporlarda belirtilenden çok daha yüksek olduğunu gösterecek çok fazla belirti var. Bu korkutucu rakamların hiçbiri kolaylıkla hazmedilecek türden değil, kayıp bir gençlik yetişmekte, yetiştirilmekte. 

Çocuk ve gençlerin ucuz işçi olarak kullanılması dünyanın ortak sorunu haline geldi.[vi] James E. Côté, gençliğin nasıl kendi içerisinde bir sınıfa dönüştüğünden ve buna bağlı olarak esnek ve geçimsiz işlerin büyük etkisiyle genç proletaryasının inşa edildiğini belirtiyor.[vii] Yaşa bağlı eşitsizlikler de gitgide ediyor. Yetişkinliğin boyutları ve sorumlulukları genç ve çocukları da kapsamaya, onların alanlarını daraltmaya devam ediyor. Bu noktada, getirilen çözümlerde yaşa bağlı eşitsizliğin ortadan kaldırılmasından ziyade, “eğitim ve iş” imkânlarında belli iyileştirmeler öne sürmekte. Örneğin, Türkiye’de kamu kuruluşları yürüttükleri politikalarla bir taraftan zanaat kazanmanın veya çıraklık eğitimi almanın önemine vurgu yaparken, diğer taraftan 15-17 yaş altındaki çocukların bu iş alanlarına dahil olup hem sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak imkânlardan mahrum kalmasına, hem de çok düşük ücretlere çıraklık yapmalarının önünü açmakta. Özellikle, okul içerisindeki, meslekî eğitim ve okul programları ile imkânlar açısından daha şanslı olan çocuk ve gençlerin içinde bulundukları sosyal ağların avantajlarından faydalanmaları kolaylaştırılmakta ama ekonomik anlamda daha alt sınıfta yer alan çocuk ve gençler, “eğitimsiz”, “haylaz”, “tembel”, “sorunlu” gibi etiketlerle pazarın tasarladığı güvencesiz işlere hazır hale getirilmektedir. DİSK raporu, çırak işçi sayısının 2016 yılında 1 milyon 170’e çıktığını belirtmekte. Çoğunluğu sanayide çalışan çocuklar/gençler haftanın tek günü izin yapıyor, çok yoğun şartlarda ve şiddetin her türlüsüne maruz kalarak…

Diğer taraftan hükümet seviyesinde özellikle yakın zamanda belirli gelişmeler var. Önce 2017’nin Mart ayında yayımlanan Çocuk İşçiliği ile Mücadele Programı Belgesi ve en son, Şubat 2018’de dokuz bakanlığın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın katılımıyla imzalanan, 2018’in de çocuk işçiliği ile mücadele yılı ilan edildiği, Çocuk İşçiliği ile Mücadele Deklarasyonu, bu sorunun devlet seviyesinde ne kadar yüz çevrilemez bir boyuta ulaştığını ve bir şey söylenmesi gereksinimi doğurduğunu gösteriyor. Özellikle mücadele belgesi detaylı bir analiz ve strateji içermekle birlikte, bunun ne şekilde uygulanacağı ve soruna katkı sağlayıp sağlamayacağını zaman gösterecek. Özellikle bir taraftan mevcut özelleştirme politikaları, özel sektöre sağlanan imtiyazlar ile küçük ve orta ölçekli işletmelere sağlanan kolaylıklardan vazgeçmek gerekiyor, çocuk ve lise çağındaki çocukların işçiliğinin önüne geçmek için. Oto ve tekstil sanayiinde ara eleman ya da çırak olarak binlerce çocuk kullanılmakta, bu sömürüden işletmeler oldukça önemli ekonomik avantajlar elde etmekteler. Bu zamana kadar bu işletmelere karşı oldukça “hoşgörülü” olan hükümetin, seçim yaklaşırken, çocuk ve gençlerin lehine tavır alacaklarını düşünmek pek gerçekçi değil. Yapılan deklarasyon toplantısı ve sunuş şekli, dokuz bakanın aynı anda imza atması ve renkli ışıklar bir sorunun çözümü için harekete geçilecek izleniminden daha çok bir başka temel atma törenini veya konser başlangıcını hatırlatıyor. Emine Erdoğan deklarasyon toplantısının açılışında, çocukların eline kâğıt mendil değil, kalemin yakışacağını söylüyor. Şüphesiz böyle ama çocuklar artık sadece okuldan işe doğrudan geçmiyorlar, ikisini de beraber götürüyorlar. Özellikle dezavantajlı bölgelerde çocuklar hafta sonlarını ve yazlarını çalışmakla geçiriyorlar. Ailelerinin dükkânlarında çalışıyorlar. Belki de kendilerini en çok geliştirebilecekleri, en çok zaman ayırıp kendileri olabilecekleri zamanları çalışarak geçiriyorlar.

Weiss, 90’larda İngiltere’de uygulanan kamu politikalarını eleştirirken, bu tarz programların esas amacının bir programı bitirmek değil, başlatmak olduğundan bahsediyordu.[viii] Ya her şey Weiss’in söylediği gibi başladığı noktada kalırsa diye düşünmeden edemiyor insan. Son on altı yılda gerçekleştirilen sosyal politikaların uzun süreli etkilerinin düşüklüğü de endişeleri artırıyor.

Çocukların sorunları oldukça fazla ve aciliyeti bulunan birçok da problem var. Böyle bir ortamda da, maalesef, çocuk hakları arasında belki de en çok göz ardı edilen haklar çocukların sosyal hakkı ve “oynama hakkı”. Birleşmiş Milletler 1989 yılında yapılan oturumda çocuğun oynama, spor yapma hakkını şu madde ile kabul ediyor: “Her çocuğun rahatlamaya, serbest zaman aktivitelerine katılmaya ve rekreatif etkinliklerde bulunmaya hakkı vardır.” Daha sonraki yıllarda genişletilen bu haklar çocuğun en temel ihtiyaçlarından birinin altını çiziyor: çocukların oyun oynamasına ve spor yapmasına izin verin, olanaklar sağlayın. Oynama ihtiyacı çocuk ve gençler için en temel ihtiyaçlardan bir tanesi ve birçok değeri de etkin bir şekilde öğretmenin yolu.

Oyun hakkının tanınması aynı zamanda oyunun bir lüks değil, bir hak olduğunu hatırlatıyor yetişkinlere.[ix] Birleşmiş Milletler oyun hakları ile ilgili sözleşmesi oyun hakkının tanınmasının da ötesindeki gereklilikleri hatırlatıyor. Oyun hakkı, bu hakkın tanınmasının yanında oyun oynama için uygun çevresel ortamların sağlanması, çocuk ve gençlerin kendileri olmalarını sağlayacak ortamların korunması ve oyun oynama hakkının teşvik edilmesi gibi süreçleri de içeriyor.

Bu yasaları, düzenlemeleri kâğıt üzerinde bırakmayan, hayata geçirmeye çalışan insanlar da çok şükür ki var. Bomovu (Sosyal Güçlendirme için Beden ve Spor Hareketi) Derneği bunlardan biri.[x] Sporun içerisinde bulunan ayrımcılıkla mücadele ederek, her yaştan, bölgeden insana dokunarak, spor ile onlara nefes alma alanı yaratıyorlar. Olumsuzluğa akan yolları bozan, akışın yönünü değiştirmeye yönelik bir çaba. Ahlâkın sefaletini yaşadığımız şu dönemde ihtiyacımız olan bir adım. Spor hareketi kadar bedenin farkına varılmasının önemi üzerinde de duran Bomovu, bedenin anayasal bir hak olduğuna vurgu yapıyor ve kişinin kendi evinden, barkından edilerek zorunlu göçe maruz bırakıldıkları durumları da yine bedeni tanıma üzerinden ele alıyor. Çözümü de, iyileşmeyi de beden hareketi üzerinden tanımlıyor. Göç durumunun dışında, günlük yaşam da bir çatışma haline dönüşmüş durumda. Azımsanmayacak sayıda çocuk ve genç için çalışma şartları, maruz kaldıkları durumlar yıkıcı izler bırakmaya devam ediyor. Çocuk işçiliğine vurgu yapmak, hak savunuculuğu yapmak ve sosyal dönüşümü çocuk ve gençlerin bedenlerini tanıması ve farkına varması üzerinden sağlamaya çalışmak eşine az rastlanır bir özveri. 

Çocuk işçiliğinin köklü sebepleri var, üstesinden gelebilmek için ciddi bir plan ve zaman gerekiyor. Tüm bu sorunlar içerisinde spor yapma, oynama hakkını savunmak garip gelebilir. Buna rağmen oynama hakkı, spor yapma hakkının diğer bütün çocuk hakları gibi savunulması ve bu savunma sürecinde bu maddelerin dolaşıma sokulması gerekir. Patronundan, çalıştığı iş yerinden bıkmış ya da babasının dükkânında beklemekten bunalmış bir çocuğun oynama hakkını bilmesi bir şeydir. Sahip oldukları hakları çocuk ve gençlerin hafızalarına taşımanın değerli olduğunu düşünüyorum. Kendi hakkını arayan bir toplum yaratmanın fazla iyimser ama adil ve samimi bir yolu. Ülkede iyimser olmak için sebeplere ihtiyacımız varken, çocuklarla iletişim halinde kalmaya ve onların oynama hakkının savunulmasına tutunmak gerekir belki de.  Ne de olsa özgür olma isteği biraz da oyun oynama ile başlar.

 


[i] Yılmaz, Volkan. 2017. “Youth welfare policy in Turkey in comparative perspective: a case of ‘Denied Youth Citizenship’”, Southeast European and Black Sea Studies, 17(1), s. 41-55.

[ii] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/611475/30_milyonu_muhtac_hale_getirdiler.html

[iii] Yurttagüler, Laden. 2016. “The Impact of Youth Policies in Turkey”, POWER2YOUTH.

[iv] KONDA. 2014. Türkiye’de Gençlerin Katılımı. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

[v] OECD. 2017. "Education at a glance ", OECD Education Statistics(database), http://www.oecd.org/education/education-at-a-glance-19991487.htm (accessed on 09 April 2018).

[vi] https://www.evrensel.net/yazi/80035/modern-kolelik-ve-cocuk-isciligi

[vii] Côté, James E. 2014. “Towards a New Political Economy of Youth”, Journal of Youth Studies 17(4), Taylor & Francis: s. 527–543.

[viii] Weiss, Carol H. 1993. “Where Politics and Evaluation Meet”, Evaluation Practice 14(1), s. 93–106.

[ix] Dereli, Merve, ve Uludağ, Gonca. 2013. “Bir Hak Olarak ‘Oyun’: Çocukların Oyun Hakkı”, Çoluk Çocuk Anne Baba Eğitimci Dergisi, 100, s. 26-27.

[x] http://bomovu.org/