TikTok Ex Machina (I)

Bilimkurgu edebiyat ve sinemasının sevdiği tema sanki en çok şudur: Makineler ya da Büyük Birader gibi bir muktedir dünyayı yönetir. Böyle bir düzende nasıl herkes iktidar meraklısı değilse, bazıları için de özgür iradenin hiç önemi yoktur. Kitleler kapılıp gitmiştir özgürlüğün kölelik, cehaletin metanet olduğunu söyleyen düzene. Yıllarca bunları okuyup, geleceği düşündüğümüzde ürperip durduk. Neyin nereden, ne şekilde ve ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalıştık. Her doğru çıkan kehaneti bir diğerine işaret saydık. Artık bunlar hiç de öyle fersah fersah uzağımızda görünmüyor. Makineler gelmiyor, geldiler; ayrıca gelmeleri o kadar da olumsuz sonuçlanmadı. Dünya onlar sayesinde hiç olmadığı kadar aynı anda ve şekilde değişiyor; daha kolay anlaşılıyor, bazen de tam tersi oluyor; çoğumuza sadece izlemek ve bazen de elimizde akıllı telefon, keyfini çıkartmak kalıyor.

Geçmişte kaldıklarını sandığımız kahramanlarını Disney marifetiyle dirilten son Matrix Resurrections tüm dünyayla “senkronize” izlediğimiz filmlerden biriydi. Film, Deus Machina[i] adlı bir video oyunu şirketinin, aynı isimli oyununu tasarlayan dahi kodcusu, bir önceki filmde öldüğünü sandığımız Neo’yla başlayarak bizlere tekrar, “Yoksa hepsi yalan mıymış, Matrix bir oyundan mı ibaretmiş?” sorusunu sordurttu. Amacım henüz izlemeyenler için sonrasının sürprizlerini bozmak değil, diğerleri gibi aklımızı başımızdan alamayan filmin başlarındaki ilginç bir soruyu buraya alıntılamak: “Umut ve çaresizliğin kodlarının neredeyse aynı olduğunu biliyor muydun?”

Birbirinin zıttı olan bu iki duygu bilgisayar dilinde, yani kodlarda (ya da herhangi bir dilde) nasıl aynı şekilde ifade edilebilir ki? Bilgisayar teknolojisine yakın olmayanlar için bu soruyla bile ne demek istendiğini anlamak uzun süre epeyce zordu, bırakın yanıtını açıklamayı. Oysa bugün çoğu kişi sadece bilgisayar ve akıllı telefonlar gibi onların türevi aletleri bilmiyor, algoritmalara, yazılımlara, hatta kodlama işlemine bile aşina. YouTube’un bize önerdiklerinin aslında sahibi Google’ın verilerine dayandığı, Twitter’ın karşımıza daha önceki ilgilerimiz doğrultusundaki paylaşımları çıkardığı teknolojiden uzak kesimlerin bile fark ettiği bir olgu.[ii]

Ancak yine de şu “kodun aynı olması”nın hâlâ sihirli ve anlaşılmaz bir yanı var. Hangi birler ve sıfırlar birleşiyor da şu iki zıt duygu aynı koda yükleniyor, o algoritmalar oluşuyor; esas o kodlar nasıl bizim neyle ilgilendiğimizi tahmin edebiliyor? Tüm bunlar hâlâ birçok kişi için muamma. Gerçi aletlerle, makinelerle ilişkimiz toprağı eşelediğimiz sabandan itibaren hep bu tür bir gizeme sahip olmadı mı?[iii] Oysa sabanı yapan da insandı, tıpkı kodları yazanlar ve bilgisayarları tasarlayanlar gibi. Ancak şu an durum değişti, sabanı yapanlar artık bizler değiliz: Makineler. Konumuz zaten tam da bu, makinenin nihayet kendini bariz bir şekilde gösterdiği TikTok.

Bu kadar uzun bir girizgâh bile konuya girmek için sanki az. Zaten TikTok hakkında yazmak, oldukça karmaşık bir konuyu, kelimeler yazıldığı an eskidikleri ya da eleştiri addedilip boomer[iv] olma tehlikesine düşüldüğü için hep bin bir ket vurmasına tabi oldu. Örneğin Birikim’de yazılan ilk TikTok yazısı bu. Birikim’in internet sitesinde yayımlanan yazıların sadece üç tanesinde ismi geçmiş, “mention”lanmış. Birikim yazarlarının ve biraz da okurlarının demografik olarak TikTok’a uygun olmamaları ya da bu uygulamayı önemsiz bulmaları değildi sorun. Herkes TikTok’un sürekli değişip büyüdüğünün farkındaydı ama temkinle beklemeyi tercih etti. Bugün Google’dan daha çok ziyaretçi alan ve sosyal medya uygulamaları aktif kullanıcı sıralamasında 1 milyar kişiyle altıncı sıraya yükselen, ortaya çıkarttığı büyüyle, özellikle yirmi beş yaş altındaki akıl almaz sayıdaki bir kitleyi kendine bağlayan, Trump’ın iktidarı sırasında yasaklatmaya çalışıp başaramadığı[v], bugün sendikal hareketlerin yerini tutmaya başlayan[vi], seçimleri dahi etkileyen[vii] TikTok daha da büyüyeceği için belki artık birinin (kendini feda edip) yazma zamanı geldi.

TikTok’u anlayabilmek için öncelikle onun ne tür bir piyasada ve o piyasanın neresinde olduğuna bakalım: Sosyal medyadaki aktif kullanıcı sıralamasında en tepede, ilk uygulama olmanın ve orta yaş üstünü, özellikle “ailecek” bağlamanın zevkini bir süre daha çıkaracak olan üç milyar kişinin ev sahibi Facebook, yeni ismiyle Meta var. Sonra sahibi Google’la büyüyen onun hemen altındaki YouTube ve yediden yetmişe kurulan gruplarla Facebook’la benzer işlevleri de üstlenerek bizleri daha da çok bağlayan üçüncü sıradaki WhatsApp geliyor. Asıl 1,5 milyar aktif kullanıcıyla on beşinci sıradaki Twitter’ın üç katı büyüklükteki ve TikTok’a benzer fonksiyonlu videoları, yani Reels’i geliştirmesiyle popülaritesi artan, tıpkı WhatsApp gibi Meta’ya ait olan Instagram dört numarada. Onun altında da ülkemizde henüz popüler olmayan, TikTok gibi Çin’de geliştirilen ve ülke nüfusu göz önüne alınınca sıralamada üste çıkmasına şaşırmadığımız, TikTok’un hemen önündeki WhatsApp muadili uygulama Weixin/WeChat var. [viii]

Kodlardan algoritmalara, TikTok nasıl benliğimizin küratörü oldu?

Bu soruyu yanıtlamaya, TikTok’un muadili, iki basamak altındaki Douyin’in sahibi Çinli Bytedance’in musical.ly’yi aldığı zamanı anlatarak işe başlayabiliriz. Gerçi bunun önemi ancak lip-sync denen “dudak senkronize” videosu yüklemenin yirmi beş yaş altı için ne kadar popüler olduğunu belirtirsek ortaya çıkar. “Senkronizasyon” eğitim, sağlık gibi birçok konuda önemliydi ama dudakta? Bunun farklı açılardan önemini anlamak için de ta yetmişlere uzanmamız, Japonya’ya gitmemiz ve karaoke’nin ne zaman kullanılmaya başladığını bulmamız gerekiyor.

Sonradan tüm dünyada benimsense de Batı’da ilkin dalga geçilen karaoke, müzik piyasasında ciddi bir devrimdi. Japonların öncülüğünde birçok kişi fantezilerini gerçekleştirip, teknolojinin de yardımıyla değişen platformlarda, fondaki müziğe ve yazılı sözlere eşlik ederek şarkı söyleyebildi uzunca bir süre. Ancak 2005’te YouTube çıktı, bu yetmemeye başladı. İnsanlar şarkılara eşlik etmenin yanı sıra kendilerini farklı şekillerde izlemek de istiyorlardı. Malum, oyun teknoloji yükseldikçe hep el arttıran bir kavramdır.

Bu arada Jacques Attali’yi yine anmadan geçmemek gerek, hemen her konuda olduğu gibi müzik yine öncülük yapmıştı.[ix] Fonda bir şarkı söylenirken, dudakları oynatarak kendi söylüyormuş gibi yapmanın yirmi beş yaş altına ilginç gelişinin canlı örneği musical.ly’ydi. Bytedance, bunun için o uygulamayı satın almıştı. Sonra yine sahibi bulunduğu Çin’deki popüler uygulaması yukarıdaki sıralamada sekiz numaradaki Douyin’i, 2017’de küresel pazarlara, musical.ly kullanıcılarını (veritabanını) temel alarak TikTok adıyla sundu. TikTok’ta oyun ararsak her çeşidi bulunuyordu, hatta yok yoktu. Dudak senkronizasyonuna ek olarak hiç kimsenin tahmin edemediği –oradaki özgürlüğün sunduğu yaratıcılıkla güdümlenen– eğlencenin merkeziydi. Zaten en çok da bunlarla TikTok’un büyüsü kuruldu. Hatta nostaljinin on beşer saniye hüküm sürdüğü vaktiyle popüler olmuş şarkılarla lip-sync yaptırttı, onlara “TikTok Şarkıları” dendi. O şarkılar boş yere popüler olmamışlardı. Güzellerdi, melodiklerdi ve yeni milenyumda doğanlar için ancak tematik partilerde rastlayabilecekleri tozlu raflara kaldırılmışlardı. Bu sabırsız kitle için o şarkıların on beş saniyesini dinlemek yeterli oldu; videoları için o kadarına ihtiyaçları vardı. Sonra bacakları katmadan, ellerle ve kollarla yapılan danslar da eklenerek, farklı bir performans alanı daha ortaya çıktı; buna da “TikTok Dansı” denildi ve herkes bu uygulamayı ilkin eğlencelik bir “mekân” sandı.

Musical.ly’yi almak Bytedance için nereden bakılırsa bakılsın önemli bir yatırımdı. Çin o âna kadar yüksek teknolojiye daha çok hizmet sağlayıcısıydı ya da hammadde üreticisi. Bu sayede, Alibaba ve Tencent gibi daha dolaylı yollardan tüketimi destekleyen şirketleri saymazsak, ilk kez bir tüketici markasıyla küresel piyasada baş gösterebildi. TikTok çok kısa bir sürede, sonsuz akıştaki videolarıyla pandemiye görünmez panzehir olup, sayesinde Black Lives Matter dahil birçok toplumsal hareket ekrandan yürütmeye başlanınca, henüz üç yıl önce on beş yaşındayken TikTok dansı “fenomen”i olup zenginleştikçe kendine yine TikTok’tan koreograflar tutan Charli d’Amelio milyonlarca dolarlık reklam anlaşmaları imzalayınca ya da Beyaz Saray Ukrayna’daki savaş için bile “fenomen”leriyle buluşmaya kalkınca gücü hakkında bir fikrimiz oluştu.

Anlaşıldı ki diğer sosyal medya uygulamalarında “ünlü” olmak için yeterli fırsat yakalayamayıp kendine yer açamayan yirmi beş yaş altı, baş döndürücü bir algoritmayla karşı karşıyaydılar: Ünlü olsun olmasın, herhangi biri on beş saniyelik dudak senkronizeli TikTok şarkılı ya da danslı bir video çektiğinde, diğer sosyal medya platformlarının aksine, binlerce bazen de milyonlarca kişiye izletebiliyordu. Bu ilgi çekmenin önemli olduğu yaşlar için baş döndürücü bir popülariteydi. Oyun ve performans özgürlüğünün popülariteyle birleşmesinin dayanılmaz çekiciliği kısa zamanda kendini gösterdi ve farklı alanlara sirayet etmeye başladı.

TikTok algoritması çoğu kişinin birkaç yıl sonra farkına vardığı bu eğilimi, tabii ki en baştan keşfetmişti. İlgili ve o an için ilgisiz görünen birçok videoyu ardı arkası kesilmeksizin bir diğerine ekleyerek, bilgisayar oyunlarındaki o akıcılığın farklı bir türlüsü sağlayarak bağımlılık yaratmayı bile becerdi. İki bölümlük bu yazının ilk kısmında TikTok’un şöhretinin yapıtaşlarını kısaca özetlemeye çalıştım.

Bir sonraki yazıda kullanıcıları şu video akışına kaptıran duygunun neyin bağımlılığı olduğundan, öngörmenin dayanılmaz çekiciliğinden, genetik algoritmalardan, ilk aktif kullanıcı olan yirmi beş yaş altı demografisinin nasıl “büyüdüğünden” bahsedeceğim ve şunu soracağım: İnsanın “kodu” kırılabilir mı?


[i] Tanrı makinesi. Matrix Revolutions’ta Neo, Deus Ex Machina, yani Makinedeki Tanrı ile karşılaşmıştı.

[ii] Doksanlarda Ritzer toplumların McDonalds’laşmasından yakınıyordu, tüm dünyada her şey öylesine aynılaşacaktı; gıdadan üniversiteye zincirlerle donatılacaktık ve hepsi benzer sistemlere ve illaki insansız teknolojilere dayanacaktı. Yerelliğin başkaldırdığı bazı istisnalar kaideyi bozamadı; haklı çıktı. Bugün Malabou, uzunca bir süredir gelmekte olduğu belli, ancak şimdi iyice barizleşen Uberleşmeden dem vuruyor, kapitalizm farklı bir tabandan ilerliyor. Yüksek teknoloji şirketlerinin kuruluş aşamalarının benzerliğini bir kenara bırakalım, sade vatandaşlar için de çoğu şey artık “DIY” yani kendi işini kendin gör. Kendi işini kendin kur, kendi müzik prodüksiyonunu kendin yap, kendi televizyonunu kendin ortaya çıkart, hatta akıllı telefonun varsa kendi filmini kendin çevir vs.

[iii] Mustafa Arslantunalı, Teknopolis, Akıllı Makineler, Dağınık Zihinler, İletişim Yayınları, 2019.

[iv] Boomer II. Dünya Savaşı’ndan sonra doğanlara atfedilen bir nesil ismi ama TikTok’la birlikte demode ya da eski kafalı her duruma atfedildi.

[v] https://www.forbes.com/sites/abrambrown/2020/08/01/is-this-the-real-reason-why-trump-wants-to-ban-tiktok/?sh=303579af4aed

[vi] https://www.wired.com/story/tiktok-army-union-busters-amazon/

[vii] https://www.9news.com.au/national/federal-election-2022-tiktok-politics-gets-creative-on-social-media/3e8dcf76-ce6b-48a3-84b9-8b26ef59a0ce

[viii] https://www.statista.com/statistics/272014/global-social-networks-ranked-by-number-of-users/

[ix] Taçlı Yazıcıoğlu, “Milliyetsiz Alanlar”, Ne Mutlu Eşitim Diyene: Milliyetçilik Tartışmaları, Kıraathane Kitapları, 2021, s. 339-354.