“Görünmeyen emek” kavramıyla başlayalım isterseniz. Siz “karşılıksız emek” diye ifade ediyorsunuz? Nedir bu görünmeyen emek?
Görünmeyen emek derken, kadınların aile içinde, yakınları ile ilişki içinde, yakın erkeklerle ilişkilerinde harcadığı emek kast ediliyor. Neden görünmüyor bu emek? Her şeyden önce ücret karşılığı bir emek olmadığı için, mübadele değeri taşımadığı için emek olduğu gözden kaçıyor. İkincisi kadınların yakınlarıyla ilişkileri içinde harcadığı bir emek türü bu ve aile içinde bu emek sevgi ilişkileriyle sarmalanmış, peçelenmiş durumda. Dolayısıyla da burada harcanan emek, emek olarak kabul edilmiyor. Daha çok bir sevgi ifadesi, kadınların yakınları için doğal olarak yaptıkları şeyler gibi duruyor çeşitli emek harcama biçimleri: Şefkat göstermek kadının doğal güdüsüdür, çocuk büyütmek doğal becerisidir, kadınların bu türden doğal yatkınlıkları vardır vs. Kadınların harcadığı emeğin doğallaştırılması söz konusu burada. Bunun da ötesinde, ev içinde, ev işlerindeki çalışma tarzı da bu emeği görünmez kılıyor. Bu işler iç içe girmiş bir şekilde yapılıyor. Modern istihdam ilkelerine uymayacak bir biçimde, başı sonu olmayan, iç içe girmiş işler bunlar. Başı sonu olmaması, mesaisinin olmaması çok önemli bir özelliği bu emek türünün. İş dışı/iş ayrımı ya da dinlenme, boş zaman/çalışma zamanı gibi ayrımları yok. Yaşamla iç içe geçmiş, dolayısıyla da bir emek harcama olduğu ortaya çıkmıyor. Görünmeyen emek vurgusundan, karşılıksız emek vurgusuna doğru ilerleyecek olursak; bu işler çok devasa bir emek zamanına denk düşüyor. Harcanan emek çok çeşitli: kocaların, yaşlıların, hastaların, çocukların bakımı; bütün evin işi; kocaların, çocukların duygusal ihtiyaçlarının karşılanması; yer yer -eğer kocanın işi buna uygunsa, yani bir aile işletmesi söz konusuysa ya da koca serbest çalışıyorsa ve bürosu eve yakınsa- onun yardımcılığını, sekreterliğini yapmak gibi. Bütün bunlar ölçüldüğünde, ki ölçülüyor artık, devasa bir emek zamanı çıkıyor ortaya. İşte bu emek karşılıksız emek.
Kadınlar ev dışında ayrıca ücret karşılığında çalışıyorlarsa, evdeki emeklerinin karşılıksız olduğunu insanların kabul etmesi daha kolay oluyor. Ama ev dışında çalışmıyorlarsa o zaman şöyle deniyor: Koca dışarıda çalışıyor, bir emek harcıyor; kadın da doğal olarak evde çalışıyor ve bu da doğal bir işbölümü oluyor.
Evet dolayısıyla da evde yaptığı işin karşılığını alıyor aslında. Çünkü kocanın gelirinden onun da geçimi sağlanıyor. Oysa geçiminin sağlanması, kadının emeğinin karşılığını aldığı anlamına gelmiyor. Kocanın gelir düzeyine göre belirleniyor kadının yaşam standardı. Bu çok önemli bir nokta, bir karşılıklılık söz konusu değil; çünkü kadının harcadığı emeğe göre bir değerlendirme söz konusu değil. Bir işçi emeğinin tam karşılığını almasa da –ki artık değer böyle birşey- yine de bir nesnel standarda göre saptanır ücreti. Kabaca, işçinin yeniden üretimi için gerekli malların toplamının içerdiği emek miktarına göre. Kadının yaşam standardı ise, son derece öznel bir biçimde kocanın kararına bağlı ve burada bir karşılıktan söz etmek mümkün değil. Çünkü dediğim gibi devasa bir emek zamanı söz konusu. Nitekim bunun karşılıksız emek olduğu boşanma sırasında itiraf ediliyor bir anlamda. Nafaka veriliyor kadına ve bu da yine kocanın gelir düzeyine göre saptanıyor.
“Karşılıksız emek” kavramı birtakım sosyolojik gözlemlere dayanan bir kavram, bir betimleme aslında; “artık değer” gibi teorik ve analitik bir kategori değil denebilir. Ama zaten benim karşılıksız emek kavramını kullanırken kastım da bu gerçeği ortaya koyabilmek. Ondan sonrası kolektif bir iş olabilir ancak; bu emeğin teorik olarak tahlil edilmesi ve belli kategorilerle açıklanması. Bunun hâlâ gerçekleştirilmemiş bir proje olarak önümüzde durduğunu düşünüyorum.
Bir de çalışan kadın açısından da ev içindeki emeğin yine kadına ait olması sorunu var. Çalışan kadınlarda eve ayrılan zaman ve evde harcanan emek sürecinde değişim gözlenebiliyor mu?
Kaçınılmaz olarak çok az bir azalma var ama kadının harcadığı toplam emek zamanı artıyor. Hem dışarıda çalışıyor, hem evin içinde çalışıyor. İş yükünün dağılımında, cinsiyetçi iş bölümünde, kadının dışarıda ücret karşılığı çalışması hiçbir değişime neden olmuyor. Değişim ancak koca tamamen işsiz ve kadın ailenin geçimini sağlıyorsa, bir ölçüde –o da batıda bazı koşullarda- gerçekleşiyor. Bizde ise o kalıpların yıkılması çok daha zor.
Emeğin karşılıksızlığını ortadan kaldırmak için, ev içi emek sürecinde üretilenlerin ölçülmesine yönelik birtakım yöntemler tartışılıyor. Örneğin asgari ücret hesaplanırken, kadının ev içindeki emeğinin de dahil edilmesi önermesi var. Ancak ev içi emeği ücretlendirmenin bu işlerin kadına ait işler sayılması sonucunu doğuracağı da tartışılıyor bir yandan…
Doğrusu ev işlerinin ücretlendirilmesinden yana değilim, tam da dediğiniz gibi, bu ev işlerinin kadınların işleri olduğunun iyice tescil edilmesi anlamına gelecektir. Ama yine de harcadıkları emek o kadar devasa ve önemli ki, kadınların ev kadınları olmaktan kaynaklanan emeklilik hakları, sosyal güvenlik hakları olmalı. Ama ücretlendirme biçiminde değil, sosyal güvenlik kapsamında düşünülmeli kadınların ödüllendirilmesi.
Ev içi emeğin Marksizmde tarif edilen biçimi; örneğin “ev işi köleliktir” deniyor ve Marx ile Engels’in yazılarında buna ilişkin bazı tanımlamalar var, sizce bu yeterli mi? Bu tanımlamalar kadının kadın olmaktan kaynaklı yaşadığı problemleri, toplumsal pozisyonunu yeterince tarif edebiliyor mu?
Hiç değil. Marx’ın kapitalizm tahlilinin cinsiyet körü olduğunu düşünüyorum. Bunu biraz açmaya çalışayım. Marx’ın büyük başarısı aslında kapitalist toplumdaki ilişki biçimlerini ve burjuvazinin hukuksal ve felsefi kategorilerini doğallıklarından arındırmasındadır. Kapitalizmle birlikte piyasadaki ilişki biçimleri doğal gibi sunulur ve bunları düzenleyen hukuksal, felsefi kavramlar ve bunların üzerinde gelişen ahlak kavramları doğallaştırılmış kavramlar ve kategorilerdir. Sanki şeylerin doğası buymuşçasına konuşulur. Marx’ın çok önemli, belki de en belirgin katkısı, bu kategorileri doğallıklarından arındırmak, fetişleştirilmiş bu kategorileri tarihselleştirmektir. Yani Marx der ki, bunlar insanın doğasından kaynaklanan ilişki biçimleri değildir, kapitalizmin tarihsel olarak özgül, toplumsal ilişki biçimleridir. Bütün bir üretim alanı için yapmış bunu Marx. Fakat emek gücünün ve soyun yeniden üretimine gelindiğinde, yani görünmeyen emek alanına gelindiğinde, bu eleştirisini, bu tarihselleştirici bakış açısını, bu doğallıktan arındırma çabasını göstermemiştir. Bu alana doğallık alanı olarak bakmakta bir beis görmemiştir. Marx Kapital’de, emek gücünün yeniden üretimi için, sermaye ilişkisinin bir varsayımı, sermaye ilişkisinin ön gerektirdiği bir şey diyor. Fakat sonra dönüp, kapitalist bunu işçinin doğal üreme güdülerine bırakabilir diyor. Kapitalizmde emek gücünün yeniden üretimiyle, üretim ayrışmış alanlar. Bunu hep biliyoruz, ev/iş yeri ayrımı ve emek gücünün yeniden üretiminin sermayenin sorumluluğunda olmaması, bu anlama geliyor. Bu doğru ama bunu işçinin doğal üreme güdüleri biçiminde ifade ederek, emek gücünün yeniden üretiminde harcanan emeği görünmez kılıyor Marx. Cinsiyet körlüğü de bu noktada ortaya çıkıyor.
Sizin “Marksizmin feminist eleştirisi” derken kasdettiğiniz de bu sanırım?
Marksizme yöneltilmesi gereken feminist eleştiri derken kasdettiğim şey de, emek gücünün ve soyun yeniden üretimi alanının tarihselleştirilmesi, içerdiği karmaşıklığın ortaya çıkarılması ve sosyal teorinin konusu haline getirilmesidir. Bu yapılmadıkça, bırakın kadınların harcadığı karşılıksız emeği görünmez kılmayı, kapitalizm tahlili de eksik kalıyor diye düşünüyorum. Kadınların emeğinin özgüllüğünü konu etmeden, artık değerin üretilmesi mekanizmasını açıklayabilirsiniz. Fakat bu bir soyutlamadır ve bu soyutlama düzeyinde sadece bu mekanizmayı açıklayabilirsiniz. Kapitalizmi bir bütün olarak açıklamaya çalıştığınızda kadın emeğinin özgüllüğünü göz önüne almak zorundasınız. Mesela bugün iş gücü piyasasına baktığımızda, giderek artan biçimde kadınların esnek üretim biçimlerine, enformel işlere yöneltildiğini görüyoruz. Hizmet sektörüne yöneltildiğini görüyoruz. Kadınların işçi sınıfı içinde işgal ettikleri konumu anlamak için gerçekten de kadın emeğinin özgüllüğünü anlamak gerekli. Kadınların burada harcadıkları emeğin neden niteliksiz emek sayıldığını anlamak için, kadınların görünmeyen emeğini anlamak gerekiyor. Hizmet sektöründe, enformel işlerde, ev eksenli üretimde kadınların emeği nitelikli emek sayılmıyor. Çünkü bu emek kadınların bakım için harcadıkları emeğin bir uzantısı gibi, kadınların doğal yatkınlıkları, doğal becerileri olarak görülüyor. Enformel işlerde, ev eksenli üretimde, yapılan iş el becerisine dayanan dikiş/nakış türü bir iş ise, bunlara zaten kadınların doğal yatkınlıkları olarak bakılıyor. Öte yandan hizmet sektöründe ilişkisellik ve iletişim kapasitesi de kadınların doğal özellikleri olarak görülüyor. Kadınlar doğal olarak eğiticidir, doğal olarak bakıcıdır vb. Dolayısıyla emeklerinin nitelikleri görünmez kılınıyor, emekleri vasıfsızlaştırılıyor. Çünkü formel eğitim kanallarından geçerek değil, aile içinde bakım işleri sayesinde edinilmiş beceriler bunlar. Ama bu da bir öğrenme süreci, bu da bir eğitim süreci, o yüzden de nitelikli emek kavramının yeniden tanımlanması gerekiyor. İşçi sınıfı içindeki bu bölünmelerin gerçekten kavranması için bakım emeğinin özgüllüğünün kavranması gerekiyor. Kadın emeğinin vasfının tarif edilmesi, faal nüfus/faal olmayan nüfus ikiliğinin yeniden tanımlanması gerekiyor.
Sanırım sorun biraz da tartışmanın, kapitalizmde artık değer ve mübadele değeri var mı yok mu üzerinden bir bakış açısıyla sınırlı olarak yapılmasıyla ilgili?
Evet bu doğru. Mesele, ev emeği artık değer üretiyor mu üretmiyor mu tartışmasından çıkarılmalı. Daha somuta indiğimizde, işçi sınıfına bütün tarihsel karmaşıklığı içinde baktığımızda, emek gücü piyasasının bu sözünü ettiğim faktörlerini de işin içine katmak gerekiyor. Ayrıca Marx emek sürecini sadece maddi ürünleri olan bir süreç olarak tarif ediyor. Yapıtının bazı bölümlerinde zihinsel emeğe de gönderme yapıyor. Ama esas parametresini, çerçevesini maddi ürünler üreten emek oluşturuyor. Oysa kadınların bakım için harcadıkları emek duygusal, zihinsel boyutları olan bir emek; bu emeğin anlaşılması için, kamusal alandaki hizmet sektörünün doğru dürüst tahlil edilebilmesi için “duygusal/manevi emek” kavramının da ciddiye alınması gerekir diye düşünüyorum.
Feministler için aslında genellikle marjinal, postmodern kimlik siyaseti yapan, halkın içerisindeki “gerçek” kadınların gerçek sorunlarına çok da değmeyen, daha aydın ve kentli bir hareket eleştirisi yapılıyor. Dünyada da yapılıyor ama Türkiye’de bu daha da fazla. Özellikle tam olarak kentli bir toplum olamamanın ve elbette sosyalizm anlayışlarının etkisiyle. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Feminizm tabii ki kentli bir hareket olarak başladı. Ama Marksizm ve sosyalizm de köylerden başlamadı doğrusu. Feminizmin yaygınlaşmasını, diyelim ki işçi hareketinin yaygınlaşmasıyla aynı ölçütleri uygulayarak değerlendirmemek lazım. Feministler sokakları, geceleri talep ederken, cinsel şiddeti, evlilik içi tecavüzü açık eder ve bunlara karşı çıkarken de yanlarında her zaman çok büyük kalabalıklar olmayabilir ve bundan da gocunmamak gerekir. Feminizmin halka halka genişleyen bir etkisi var. Biz ilk kez dayağa karşı dayanışma kampanyasıyla ortaya çıktığımızda; ne faşizanlığımız kaldı, ne dayaktan gözü morarmış erkekler edebiyatı kaldı. Çok radikal göründük, çok üstü kapanmış bir şeyin üstünü açıyor göründük. Cinsel taciz kampanyasında da öyle: Ne giydiğimizin, nasıl davrandığımızın cinsel tacize maruz kalmamızla hiçbir bağlantısı olmadığını ilk dile getirdiğimizde küçümsemeyle karşılandı bunlar, hem erkekler hem de kimi kadınlar tarafından. Bugün bakın “evlilik içi tecavüz” yasal düzenleme konusu olarak tartışılıyor. Bir sürü kadın, hiç de marjinal ve elit olmayan kadınlar bu konuya dair bir farkındalık edindi. Tabi ki bu halka halka yaygınlaşarak etkiliyor insanları. Ama feminizmin dert edindiği sorunların gündeme getirilmesi için biraz radikal olmak lazım, belki de biraz marjinal olmak - ne demekse marjinal, yani insanın etinde kemiğinde yaşadığı acının dile getirilmesi neden marjinal oluyor? Tabii ki bu bir soru işareti ama öyleyse de öyle olmak gerekiyor.
Feministler köylere gidip köylü kadınları örgütlüyorlar mı diye konuşulduğunda tabii ki meselenin özü görünmez hale geliyor. Bir sol örgütün halk sınıflarıyla, emekçi sınıflarla kurduğu ilişkiyle, feminist yapıların kadınlar arasında giderek yaygınlaşmasının biçimleri çok farklı olacaktır. Feminist örgütlenme ancak çok daha ufak ölçeklerde ve bir zincirin birbirlerine eklenen halkaları biçiminde olabilir. Bu yüzden de o perspektiften bakıp marjinallik, elitlik suçlamaları yapmak bana en hafif deyimiyle kötü niyetli geliyor. Çünkü bu bütün kadınların sorunu, hakikaten sırf “biz” (marjinaller, elitler?) yaşamıyoruz sokakta cinsel tacizi, evde tecavüzü, şiddeti, dayağı, bütün kadınlar yaşıyor. Tabii ki bunların dile getirilmesi belli bir farkındalığı gerektiriyor. Ama hep gördüğümüz gibi, kadınlar süreç içinde çok daha yaygın olarak benimsiyor bu öfkeleri ve talepleri.
Bir söyleşide “feminizm kısmi bir projedir, bütünlenmesi için sosyalizme ihtiyaç var” diyorsunuz. “Çünkü kadınlar için bir üretim modeli önermez.” Kendinizi de “sosyalist feminist” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanım ve kimlik üzerinden neler söylersiniz?
Feminizm bütün kadınların paylaştıkları bir karşı çıkış ve isyan. Her sınıftan, toplumsal kesimden kadının kendi özgül sorunlarını başka kadınların yaşadıkları sorunlarla eşit ağırlıkta ve öncelikte görebileceği bir mücadele süreci. Mülk sahibi sınıflardan kadınlarla emekçi sınıflardan kadınların maruz kaldıkları baskı, ezilme sömürü biçimleri aynı olmasa da birbiriyle bağlantılı, birbirini besleyen, pekiştiren şeyler. Kimi kadının bedeni üzerindeki erkek denetimi kâra dönüşüyorsa, kimilerinin bedenini, emeğini evde mutlak olarak kendi denetiminde tutuyor patriarka ve bu iki süreç birbirini besliyor. Feminizm bütün kadınların isyanı. Ama bütün kadınların birden ortak bir gelecek projesi olabilir mi? Bu mümkün mü? Ve sadece kadınlara hitap edebilir mi bir gelecek perspektifi? Nasıl bir dünya önereceğiz kadınlara, toplumsal kaynaklarının paylaşımı, üretimin ve yeniden üretimin örgütlenmesi nasıl olacak? Kaynakların kâr ilkesine göre değil de, ihtiyaçlara göre dağıtıldığı, yeniden üretimin (yani bakımın) önceliklerinin görünür hale geldiği, bu alanda gerekli olan emeğin kadınlar ve erkekler arasında eşit olarak paylaşıldığı, bu ihtiyaçların bir bölümünün toplumca karşılandığı bir toplum tasavvuru bugün kadınların hepsine aynı derecede çekici gelebilir mi? Sosyalist feminizm sözündeki sosyalizm ibaresini, kadınların çok büyük bir çoğunluğunun kendi geleceklerini özgürce kurabilmeleri yolunda bir gelecek perspektif olarak kullanıyorum. Bunun kendi başına bir güvence olmadığını, kadınların kendi politik sözlerin söyleyebilecekleri ve bunun toplumsal örgütlenmede ağırlık taşıyacağı bir toplum tasavvurunu kasdettiğimi de bir kez daha belirteyim.
Özellikle sosyalistlerde mücadele ederken bir kurtulmuşluk ön kabulüyle hareket etme var. Hem erkelerde hem de kadınlarda. Sanırım sosyalizm geldiğinde zaten düzenleyecek gibi bir bakış açısı var. Ama reel pratik bunu göstermedi. Sosyalizmin önermesi de “bütün ev işleri kamulaştırılacak ve bu iş böylece halledilmiş olacak”…
Kadınlar tarafından da dile getirilmiş olsa da, bunun evlerde yapılan işlerden bihaber bir erkek bakış açısını ifade ettiğini çok söyledik. Evdeki işlerin tümü hiçbir zaman kamulaştırılamaz. Ayrıca bakım işleri denen şeyler mübadele değeri taşımasalar da dünyanın en değerli işleridir. Niçin insanlar arasındaki, farklı kuşaklar arasındaki ilişkiler sınırlansın? Bunun paylaşılmasıdır esas doğal olan. Tabii ki çocukların, hastaların, yaşlıların bakımı kamusal olarak desteklenmeli. Ama iş burada bitmez. Bunun kamusal, kolektif, özel çeşitli biçimleri olmalı diye düşünüyorum. Bir kısmı yerel düzeyde insanların işbirliğine dayalı yöntemlerle çözülecektir, bir kısmı daha yakın ilişkiler içinde. Ama bunun her halükârda cinsiyetçi işbirliğinin aşıldığı bir noktada olması gerekir.
Bu emeğin kadın üzerinde kalmasının önlenmesi için önerilen yöntemler tek başına sorunu çözebilecek gibi de görünmüyor zaten. Kadınların kamusal alandaki pozisyonlarının, oradaki varlıklarının güçlendirilmesi gerektiği de çok açık. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tabii bu çok önemli bir şey fakat bu ev içindeki iş bölümünü, cinsiyetçi iş bölümünü çözmüyor. Bu iş bölümünün dönüşmesi için çok daha fazlası gerekiyor. Kadınların kamusal alana çıkmaları sadece bir ilk adım; bunun ötesinde kamusal alan dediğimiz çalışma hayatında, politikada cinsiyetçi yapılar olduğu gibi ayakta durduğu müddetçe kadınların bu alanda güçlenmesi mümkün değil. Evde erkeğin işi paylaşmaya yanaşması için, ya dediğim gibi erkeğin işsiz, ya da kadının evin geçimini sağlıyor konumda olması gerekiyor. Meslek sahibi kadınlar bunu daha kolay talep edebiliyorlar. Mevcut patriarkal kapitalizm çerçevesinde, kadınların büyük bölümü için kamusal alanda ücret karşılığı çalışmak kendi başına bu işi hiçbir şekilde dönüştürmüyor. Bu noktada feministlerin eğitime, çalışma hayatına, politikaya ilişkin talepleri gündeme geliyor.
Türkiye’deki feminist harekete baktığımızda bunun “ön saflarında yer alan kadınların” daha çok sol hareket kökenli olduğu ve 1980 öncesi sol örgütlerin içerisinde yer aldıkları anlaşılıyor. Feminist hareketin ortaya çıkışının özellikle 1980 öncesi pratiğin bir eleştirisi olduğu değerlendirmesi var. Ama bugünkü sol örgütlere baktığımızda bu süreçten sonra çok ciddi bir ilerleme varmış gibi gözükmüyor. Sanki bir yerde durdu gibi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, sol örgütler içindeki kadınların durumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O dönemde sol hareketlerden gelen kadınlar geçmişlerini başka bir gözle değerlendirdiler ve feminist söz bu değerlendirmelerle iç içe gelişti. Ama daha sonra, soldan gelmeyen kadınların da katılımıyla sürdü feminizmin yaygınlaşması. Şimdi bugünkü sosyalist örgütlere bakacak ve feminizme en çok kendini açmış örgütleri -ÖDP, SDP, Toplumsal Özgürlük gibi yapıları sayabiliriz bunlar arasında- değerlendirecek olursak şunları söyleyebiliriz: Programlarında feminizmin katkısı görülüyor, erkek egemenliğinden söz ediliyor, cinsiyetçi sistemden söz ediliyor. Erkek egemenliğinin sınıf egemenliğinin bir parçası olmadığı, daha ayrı bir şey olduğu izlenimini verecek şekilde dile getiriliyor bunlar. Bu örgütlerin tüzüklerinde pozitif ayrımcı önlemler var. Örgüt yapısında kadın birimlerinin görece özerk konumları var. Erkek şiddeti disiplin suçu sayılıyor. Dolayısıyla da bir fark var ve bu çok önemli bir fark. Ama sorunlar hâlâ sürüyor: Birincisi bu örgütlerin kadın birimleri çok gelişkin, çok ayrıntılı metinler ve tahliller üretiyorlar. Buna karşılık, parti programlarında erkek egemenliği, cinsiyetçilik belli paragraflara sıkıştırılmış bir biçimde yer alıyor, yani tahliller ve politik çözümler patriarkal kapitalizm gerçeğini bu karmaşıklığı içinde kavrayıp geliştirmemiş. Aslında belli oluyor ki feministlerin ya da feminizme yakın kadınların dayatmasıyla araya girmiş onlar. Erkek egemenliği, cinsiyetçilik ne güncel politikaların üretiminde kaale alınıyor, ne de programdaki biçimi güncelleştiriliyor. Güncel konjonktür tahlillerinde ortada eğer tesadüfen kadınlar/feministler yoksa, sanki cinsiyetçilik söz konusu değilmiş gibi politikalar üretiliyor. Programda kabul edilmiş ve kapitalizmin de artık organik bir parçası olmuş olan patriarka göz ardı ediliyor. Bunun yanı sıra örgütsel olarak kadınların belli kazanımları var. Kadınların tüzük düzeyinde belli kazanımları var, özellikle kotalar, işte konuşma süreleri, konuşma öncelikleri vb. Ama bu pozitif ayrımcı önlemler kendilerini zaman içinde gereksiz kılacak biçimde dönüştürücü bir etkiye sahip olamıyorlar. Yani pozitif ayrımcılık getirilmiş, kotalar var ama bunlar hep gerekli olacakmış gibi yaşanıyor. Kotaların gerçekten dönüştürücü olması birtakım ek önlemlere bağlı. Neye bağlı? Kadınları yönetime oturtmak yetmiyor. Toplantı saatlerinin, toplantı mekanlarının, toplantı sürelerinin kadınlar göz önüne alınarak saptanması gerekiyor. Çocuk bakımı hiçbir şekilde ciddiye alınmıyor. Dolayısıyla da pozitif ayrımcılık sadece oraya gelebilecek kadınları getiriyor. Böyle olduğu sürece de hep pozitif ayrımcı önlemler gerekli kılınmış oluyor. Halbuki biz bunu geçici bir süre için, bir dönüştürücü politika olarak tasarlamıştık. Bunun koşulu da ek önlemlerdi. Bütün bunların ötesinde cinsiyetçiliğin, patriarkanın kişisel politika düzeyindeki uzantılarını erkekler hiçbir şekilde ciddiye almıyorlar. Cinsiyetçi, baskıcı söylemler kadınları yıldırır. Bu hiçbir şekilde göz önüne alınmıyor. Yine kişisel politika düzleminde, bakım işlerinin paylaşılmasına hiçbir şekilde yanaşmıyor erkekler. Dolayısıyla programda ve tüzükte bir eklenti olarak feminizme, feminist ilkelere yer açılıyor. Ama sadece yer açılıyor. Bu tahliller partinin; parti politikalarının organik ve dönüştürücü bir bileşkesi olarak görülmüyor. Buna şaşırmamak lazım: Örgütlerde genel eğitim ve bilgilendirme yapılmıyor bu konularda. Böyle olduğu için de, bir konjonktür analizi yaparken erkekler patriarkanın nasıl ortaya çıktığını falan görmüyorlar, göremiyorlar. Erkekler şu feminist mesajı yeterince içselleştiremiyorlar. Erkek egemenliği bizim saflarımızda da var. Bizim saflarımızda da erkeklerin dönüşmesi gerekiyor. İktidarlarını bırakmaya razı olmaları gerekiyor ve bunun için özel bir çaba göstermeleri gerekiyor. Bu ciddiye alınmıyor diye düşünüyorum. Kazanımlar var ama bu kritik bir noktada ve marjinal bir konuma sıkıştırılıyor kadınlar ve feminizm diye düşünüyorum.
Sanki öyle kanıksanmış, rutin bir şey bu kazanımlar. En çok verilen örnek şu: Bir kadın, erkeğe göre 2 dakika fazla –pozitif ayrımcılık ilkesine göre- konuşurken, erkekler o zaman dilimini telefonla konuşma, mola zamanı olarak değerlendiriliyor. Pek çok insanda bir içselleştirme problemi mevcut.
Erkeklerin kendi üstünlüklerinden vazgeçme iradesini göstermeleri gerekiyor. Hem evde hem partide cinsiyetçi iş bölümünü gündemlerine almaları, hem de o güne kadar onların üstünlüklerinin bir aracı olmuş saldırgan, rekabetçi, sindirici, bastırıcı yöntemlerinden vazgeçmeleri gerekiyor. Bunu da kendiliklerinden yapmayacakları artık hepimiz için açık olmalı: Kadınların sözlerinin sosyalist örgütlerde ağırlık taşıması için de bağımsız, özerk feminist yapılara gerek olduğu her örnekte ortaya çıkıyor.
İktidarı yok etme ve iktidarsızlaştırma iradesini göstermek gerekiyor. Bu zaten sosyalist tahayyül için de baştan olmazsa olmaz olan bir şey belki. Feminizm o yüzden bunu kolaylaştırıcı bir şey olarak algılanmaya çalışılsa, sadece kadınlara ait karşı konulacak bir şey olarak algılanmasa hayatlarımız daha kolay olacak.
Erkeklerin kendi iktidarlarına, üstünlüklerine sahip çıkma refleksleri doğal olarak ortaya çıkıyor. Nihayetinde onların bugünkü çıkarlarını tehdit ediyor feminizm,
Gelecek, Şubat 2006, sayı: 29