“Benim Güzel Kurultayım”: CHP’nin Arayışı

I.

24 Haziran seçimlerinden sonra CHP’de bir kez daha kurultay sesleri duyulmaya başladı. Muharrem İnce taraftarları imza toplama telaşında. Genel merkez ise olağanüstü kurultay için gereken imza sayısına ulaşılamayacağı inancında. Malum, söz konusu olan CHP ise kurultay arayışı hiç şaşırtıcı değil. Zira CHP tarihi bir kurultaylar tarihi aynı zamanda. CHP kurultaylarında Muharrem İnce daha önce iki kez Kılıçdaroğlu’na rakip olmuş, ikisinde de kaybetmişti. Eğer İnce’nin takipçileri gereken imza sayısına ulaşırlarsa bu üçüncü müsabaka olacak. Üstelik bu kez İnce’nin kazanma ihtimali diğer girişimlerine oranla nispeten yüksek.

II.

Peki CHP’deki tüm bu kurultay tartışmalarının altında yatan şey ne? Bu sorunun cevabı tek sözcükte gizli: kriz. İsterseniz bu sözcüğü basitçe başarısızlık olarak da okuyabilirsiniz. Seçim mağlubiyetinin açtığı yaralara kurultayın merhem olabileceği fikri yeni bir fikir değil. Bugün de söz konusu olan kurultay çağrısı, aslında yeni bir lider arayışı. Bu lider arayışı, CHP’nin seçim kazanamamayı kendisi için bir mukadderat haline getiren politik performansı ile bağlantılı. Dolayısıyla CHP ve bitmek bilmeyen kurultay arzusu arasındaki ilişkiyi anlamak için basit bir soru sormak gerekiyor: CHP neden kazanamıyor? Bu sorunun cevabı tek sözcükte gizli değil. Pek çok neden var şüphesiz ama en gözden kaçırılan nedeni hemen söyleyelim: CHP kazanamıyor, çünkü kaybetmeyi beceremiyor.

Kaybetmeyi beceremeyenler, kazanamazlar. Kaybetmek, galibiyet yolunda yabana atılmaması gereken bir beceridir. Kaybederken öğrenmek, kaybederken toplumsal aidiyet denkliğini muhafaza etmek, kaybederken teveccüh görmek, kaybederken umut vermek göründüğünden de zor ve karmaşık bir şeydir. Bu kısa yazıyı uzatmaya niyetim yok. O yüzden 24 Haziran seçimlerinde olan biteni hatırlatmakla yetineceğim. Seçim sonuçları açıklanmaya başlamışken seçimin ikinci tura kaldığını söyleyen bir parti sözcüsü, gazeteci arkadaşına mesaj atan başkan adayı, aldığı %22’lik oyu neredeyse bir başarı vesikası olarak sunan parti genel merkezi, başkan adayları sessiz kalınca ilk ve en güçlü ihtimal olarak akıllarına müstakbel başkanlarının eşinin kaçırılmış olabileceği gelen bir kitle. Bu tablo bize sağlıklı ve öğretici bir kaybetme deneyiminden çok Guy Ritchie filmlerinden (örneğin Lock, Stock and Two Smoking Barrels) aşina olduğumuz keşmekeşi anımsatıyor.

III.

İşte kurultay arayışı da bu keşmekeşi sona erdirecek bir çözüm olarak lider değişikliği talebiyle ilgili. Peki çare gerçekten de lider değişikliği mi? Çare deyince aklınıza Mustafa Sarıgül geliyorsa, haklısınız. Zira 2005’teki her ânı aksiyon dolu fantastik CHP kurultayında kendisi, Deniz Baykal’a karşı aday olmuş ve kaybetmişti. Dolayısıyla hikâye yeni değil. Eski usullerle çare bulunacak bir dert de değil CHP’ninki. Lider önemli ancak CHP’nin mevcut durumunda lider değişikliğinden bağımsız olarak bir dizi yapısal sorun söz konusu.

CHP’nin bu sorunları çözebilecek kurumsal bir aklı var mı? Sorun çözebilmek için önce ortada bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. CHP’de mevcut parti yönetiminin en büyük sıkıntısı bu bana kalırsa. Her CHP eleştirisine “köklü tarihi olan, Atatürk’ün partisi CHP” anlatısı üzerinden bir cevap vermek çare değil. Bu anlatı, CHP’nin çok temel bir zayıflığına işaret ediyor. CHP uzunca bir süredir bir tür parti narsisizminden muzdarip. Erich Fromm’un hastalıklı topluluk narsisizmi dediği şey ışığında düşünülebilecek bir vaziyet bu. Fromm, nesnesi ürettiği ya da başardığı bir şey olan tehlikesiz narsisizm ile yapılan ya da üretilen bir şeye değil de “sahip olunan bir şeye” atıfta bulunan hastalıklı narsisizm arasında bir ayrım yaparken; yaratıcı bir dinamiği olmayan, “topluluğun kendisi, görkemliliği, geçmişteki başarıları”na odaklanan hastalıklı topluluk narsisizmin doğasına ışık tutar.[1]

Bu çerçevede CHP’nin krizi, bu ruh halinden hiçbir zaman tam olarak çıkamamasında saklı. İşlevsel bir siyasal akıl, sadece şimdiye değil, geleceğe de bakmak ister. CHP mazi ve şimdi arasındaki gerilimle o kadar meşgul ki kafasını geleceğe hiç çevirmiyor. Bu yüzden sorunlar için bulduğu çözüm de lider değişiminden başka bir şey değil. Gemisinin nerelerden su aldığını bilmeyen birinin, daha hünerli bir kaptan ile yolculuğunu tamamlayabileceğini zannetmesine benzer bir yanılgı içinde CHP. Kasti bir abartı payıyla soralım: Bırakalım İnce’yi, Kılıçdaroğlu’nu, bizatihi Atatürk şu anda genel başkanı olsa mevcut haliyle CHP’nin sorunları bir anda çözülecek mi? Spekülasyonu uzatmamak için buradan devam etmeyeceğim. Ama şu kadarını söyleyeyim: Bu mümkün değil, zira -her şey bir tarafa- basın toplantıları ve cenaze namazları arasında ömür tüketen “parti kurmayları”nın genel eğilimlerinin ışığında Atatürk’ün adaylığına izin bile çıkmayabilir. Bunu Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında sözünü ettiği Le Grand Pacha (“Herkes gibi ben de hemen senin O olduğunu anladım”) hikâyesi gibi düşünün.[2] Ya da Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’ndeki Büyük Engizisyoncu (“Niçin geldin, işlerimize engel oluyorsun?”) gibi.[3]

IV.

CHP’de olağanüstü kurultay toplanacak mı bilmiyorum. Ama tekrar eden her olağanüstülüğün olağanlaşması gibi artık bıkkınlık veren, “yenildik, başaramadık, kriz içindeyiz, yeni bir kurtarıcı arıyoruz” şeklinde tercüme edilebilecek ve insanda uyandırmak istediği heyecan duygusundan çok derin bir sıkıntı yaratan bu kurultay çağrılarının CHP’nin olağan bir alışkanlığına dönüştüğü açık. Malum olduğu üzere alışkanlıklar, bize çok şey anlatırlar. Bu kurultay çağrılarının, olası bir kurultayın, belki bir genel başkan değişikliğinin ve bu doğrultuda CHP’nin bitmek bilmeyen arayışının da bize anlattığı çok şey var. Ama kurultay gürültüleri içinde bunların ne kadarı duyulur, ne kadarı anlaşılır emin değilim. Teşhiste kati olmakta fayda var: CHP’nin dertlerinin dermanı için bir olağanüstü kurultaydan ve yeni bir liderden çok daha fazlası gerekiyor.



[1] Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, çev. Y. Selman ve N. İçten, İstanbul: Payel, 2016, s. 69-71.

[2] Orhan Pamuk, Kara Kitap-25 Yaşında, İstanbul: YKY, 2018, s. 169.

[3] Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, çev. E. Altay, İstanbul: Can, 1991, s. 264.