Haklı bir eleştiri nefrete dönüşüyorsa, orada bir yanlışlık var demektir. Mesut Özil’in tam da seçim arifesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile buluşmasına cık cık edip kafa sallayabilirsiniz. Keyfiliği hukukun yerine koyarak anayasal düzeni askıya alan bir siyasi liderle aynı karede yer almasını ayıplayabilirsiniz. Ama bundan ötesi abesle iştigaldir, tabii amacınız bağcıyı dövmek değilse eğer.
O meşum fotoğraftan dolayı Özil’in bir çarmıha gerilmediği kaldı. Bild gazetesi bir linç azmettiricisi gibi çalıştı durdu. AFD gibi ırkçı partiler meselenin üzerine atladılar. Sosyal medyada ölüm tehditleri, hakaretler yağmur gibi yağdı. Hazırlık maçında İlkay Gündoğan yuhalandı. Hele Almanya’nın dünya kupasından elenmesi bu uluorta nefretin üstüne hepten tüy dikti. Futbol federasyon başkanı Grindel ile milli takım meneceri Bierhoff kendi paçalarını kurtarmak için fotoğraf meselesini temcit pilavı gibi gene sofraya koyarak ateşin üzerine körükle gittiler.
Aslına bakılırsa, ürkütücü olan gürültü patırtının boyutları değil, tam tersine sessizlikti. Özil linç edilirken büyük çoğunluğun kulağının üstüne yatmasıydı. Hele kendi oyuncusunu korumakla görevli federasyonun saldırıları görmemezlikten gelmesi başlı başına bir rezaletti. Oysa Jimmy Durmaz vakasında İsveç futbol federasyonu oyuncusunun arkasında bir kartal gibi durmuştu. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Fakat Almanya’da bu böyle olmadı. Tam tersine Özil günah keçisi ilan edildi. Takım arkadaşlarından bile cılız birkaç sesten başka bir şey duyulmadı.
Sorun neydi? Özil’in kötü futbolu mu? Bir tek o mu kötü oynamıştı yani? Takımın bütün oyuncuları döktürürken bir tek o mu dökülmüştü? Oysa rakamların diline göre, Özil her bakımdan takımın en iyilerinden biriydi. Demek ki, burada nesnel bir bakış hakim değil. Fakat bir taraftardan nesnellik beklemek de safdillik olur. Taraftar dediğin mahluk, faturayı mutlaka gıcık olduğu oyuncuya keser. Mesele bununla kalsa, rahatlıkla evlere dağılabilirdik.
Başta teknik direktör Löw olmak üzere, birçok futbolcu tam bir fecaatti. Ama onlar korunurken Özil aslanların önüne atıldı. “Vay efendim, bir milli futbolcu nasıl bir demokrasi düşmanıyla fotoğraf çektirirmiş!” Böyle bir şey Almanya’nın değerleriyle bağdaşmazmış. Matthäus’un Putin ve Urban ile içli dışlı olması kimseyi rahatsız etmiyor ama. Çifte standardın daniskası. Madem Erdoğan bir diktatör, neden ona silah satılıyor, neden onunla akçeli işler yapılıyor? Hem göçmen politikasında hem de Nato meselelerinde ona muhtaçlar. Ona efelenemeyip Özil’e diş geçirmeye çalışıyorlar. İşte bu, Almanya’nın değerleriyle pek bir bağdaşıyor ama!
Bu vakada ırkçılık, ayrımcılık, çifte standart hep iç içe.
Özil ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabildi. Almanya milli takımını seçtiğinde yemediği küfür kalmamıştı. Kansız herifin tekiydi. Nitekim 2010’da Berlin’deki maçta stadın yarısından fazlasını dolduran ikinci üçüncü nesil göçmenlerden bir araba dolusu hakaret işitmişti. Türkiye’de hakkında yazılıp çizilenlere hiç girmeyelim şimdi burada. O vakitler Özil’e hain diyenler şimdi onu alkışlıyorlar.
Almanya’yı seçtiğinde Türklüğünü kaybetti. Milli takımdan istifa ettiğinde ise Almanlığını. Ama belki de hiç kazanmadığı için kaybetmiş de sayılmazdı pek. Sadece öteki taraf onu dışlandığında beriki taraf onu kabulleniyor. Yani Özil hep bir kavga nesnesi, kendi başına “birisi” değil. Kazanınca Alman, kaybedince göçmen. Burada Almancı, orada Türk. Almanya’da yabancı, Türkiye’de pis Almancı! Ağzınla kuş tutsan bile bu böyle. Hatta dünya kupasını kaldırsan bile. Sen ne yaparsan yap asla bizden biri olmayacaksın. Asla!
Almanya’nın ırkçılıkla, ayrımcılıkla imtihanıydı Özil. Almanya fena çaktı. Entegrasyon dilden düşmeyen sihirli bir kelimedir. Gerçi kimse ne anlama geldiğini tam bilmez, ama gene de cümle içine darı gibi serpiştirilir, ne de olsa her kapıyı açan bir maymuncuktur. Öteden beri söylenegelir, siz göçmenler ne kadar iyi entegre olursanız, o kadar ayrımcılık belasını defedersiniz. Ama şimdi görüldü ki, kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Entegrasyonun şahikası diyebileceğin birine sen bu muameleyi reva görürsen, diğer garibanlara kim bilir neler edersin. Sen dünya kupasını kaldıran oyuncuyu bile itip kakarsan, gençler neden senin formanı giysinler ki? Demek ki entegrasyon da taca çıktı, toplumdaki ayrımcılık da ayyuka.
Özil’in istifasına en çok her iki tarafın milliyetçileri, ırkçıları sevindi. Bir de tabii gene, bizde böyle şeyler olmaz diye ayinler düzenlemek için fırsat kollayanlar. Rıdvan Dilmen sıcağı sıcağına yazdı bile, bizde böyle bir şey olmaz diye. Bunun için de Marco Aurelio örneğini verdi. Pardon Mehmet. Neden adamın adını değiştirdiğimize hiç dikkat çekmeden. İstiklal Marşını bile söyleyemiyor diye azarladığımızı hiç hatırlatmadan. Hele onun rengine pek bir bozulduğumuza hiç değinmeden. Bizde böyle bir şey olmaz. Hakikaten olmaz. Deniz Naki’yi zaten Kürtlüğünden dolayı linç etmedik biz. O bozguncu biri olduğundan hep maraza çıkardı. Statlarda kendi kendine küfür ettirdi. Yetmedi, bir de kendi kendini kurşunlattı.
Son bir şey. Şu fotoğraf meselesi. Herkes şunda hem fikir, zavallı Özil Erdoğan’ın seçim emellerine kurban gitti. Ya peki tam tersiyse? Ya Özil Erdoğan’ı kendi emellerine alet ettiyse? Özil’in sosyal medyada tam 70 milyon takipçisi var. Bunların büyük bir çoğunluğu müslüman ülkelerden. Onlara şirin görünmek istemiş olamaz mı?