Merkez Sağ Paralize Olurken, Alman Siyasetinde İşler Artık Soldan Soruluyor
Thüringen ve Hamburg seçimleri üzerinden bir okuma

Federal Almanya'da Hristiyan ve sosyal demokratların al gülüm ver gülüm domine ettikleri iki merkez partili (CDU/SPD) sıkıcı tahterevalli yılları biterken, her yeni seçim yeni bir siyasal depreme denk geliyor. Federal meclis (Bundestag) seçimleri, yerel seçimler ve Avrupa parlamentosu seçimlerinin yanısıra, Federasyon'u oluşturan 16 devletin her biri kendi anayasası uyarınca farklı tarih ve periyodlarla ve farklı seçim yöntemleri ile kendi parlamentolarını yeniliyor. Yakın tarihli Thüringen Memleket Meclisi (“Thüringer Landtag”) ve Hamburg Ayan Meclisi (Hamburger Bürgerschaft) seçimleri ortamı hayli hareketlendirdi.

Ekim 2019'daki Thüringen Devlet Meclisi seçimleri sonrası sembolik açıdan anahtar önemde bir siyasal kriz patlamıştı. Anayasayı koruma kurulunca gözetim altında bulundurulan, tüm partilerin topluca cüzzamlı muamelesi yaptığı, populist sağ ile radikal sağ arası ince çizgide danseden “Almanya için Alternatif” (AfD) partisi, Thüringen başbakanlığı için yapılan gizli oylamanın üçüncü turunda kendi adayı dururken topluca Hür Demokrat (FDP) adaya oy verip seçilmesini sağlamış, ve onun da görevi sözde-naiflikten kabul etmesi ile düzen partileri kulübüne adımını atayazmıştı.

Liberal aday Kemmerich ancak ertesi sabah tüm Almanya ve Avrupa ayağa kalkınca duruma aymış ve ikiletmeden görevi iade etmiş, ancak artık olan olmuş, Faşistler “başbakan seçtirmiş parti” konumuna bir kez yerleşmişti. Aylar süren pazarlıklar sonucu kriz, 21 Şubat 2020de aşıldı ve dört parti (Sol , Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Hristiyan Demokratlar (CDU) ) Nisan 2021de erken seçim ve seçimlere kadar mevcut başbakan Bodo Ramelow'un (Sol) önderliğinde üç sol partinin Hristiyan Demokrat destekli azınlık hükümeti formülünde uzlaştı. 4 Mart günü yapılan yeni başbakan seçimi ile model hayata geçti.

Thüringen krizinde kabak, görünürde sürekli yalpalayan, ve kriz yönetiminde berbat performans gösteren CDU'nun tepesinde birden fazla kez patladı: Seçmen bu partiden hıncını geçtiğimiz pazar günü yapılan Hamburg Ayan Meclisi seçimlerinde dibe vurdurarak aldı. CDU daha 2004'de 121 koltuktan 63'ünü elde ederek tek başına iktidar olduğu Hamburg'da, pazar günü 123 koltuktan 15'ine razı geldi. Angela Merkel'in yerini elcağzı ile emanet ettiği veliaht prensesi Annegret Kramp Karrenbauer, ya da kısaca AKK, bu hezimeti yaşayacak kadar bile tutunamayıp, genel başkanlıktan Thüringen olaylarının orta yerinde sinir krizleri içinde istifa etmişti. Partisi, başsız tavuk misali yalpalıyor, ama geriye kalan gövdenin de tek parça olduğu su götürür. Tarihsel tahterevalli eşleri Sosyal Demokratlar, SPD, durumdan kazanç sağlayacak halde değil, onlar an itibari ile belki daha da sert düşüşte. Bildiğimiz merkez, antartika buzulları hızıyla eriyor.

İki seçimde CDU toplam 16,5, SPD toplam 10,6, ikisi birlikte ortalama 13,5 puan kaybetmiş. Kazananlar populist/radikal sağ AfD, Yeşiller ve Sol. İlkinin kazancı ile son ikisinin kazancı aynı anlama gelmiyor. Yorum denemesi en sonda.

***

Thüringen ve Hamburg Almanya siyasetinin iki atipik ve belki de uç görünümünü temsil ediyor. Sosyo-ekonomik koşullar, dolayısı ile siyasal aktörlerin dizilimi birbirinden çok farklı. Eski Doğu'nun merkezindeki Thüringen radikal sağ AfD nin kalesi ve başbakan seçiminde yaptığı oylama manevrası ile, CDU ve Liberallerin (FDP) şiddetli siyasal basiretsizliğini kullanarak demokratik düzeni ters köşeye yatırdı. Savaş sonrası tarihin en sembolik krizini yaratmayı becerdi, düzene çok tehlikeli bir gol attı. Tepki 4 ay sonra kuzeyden, Atlantik kıyısından gelmekte gecikmedi: Hamburg seçimlerinde üç sol parti toplam 94 koltuk ile tulum çıkarırken, üç sağ parti AfD, CDU FDP, parti ise 27'de kaldı.

Önce Thüringen'e bakalım. Buranın iki büyüğü, oylarını her dönem istikrarla arttırarak federal devleti üç dönemdir yöneten Sol ile son seçimde oyunu %12,8 arttırarak ikiye katlayan AfD. Her ikisini de ulusal düzeyde tanınan karizmatik liderler taşıyor. AfDnin lideri Björn Höcke, etrafında yarattığı kişi kültü ile, “biz aslında kentsoylu cici bir merkez partisiyiz, radikallikle işimiz olmaz, sadece sizin işinize gelmeyen şeyleri söylüyoruz” tezini işleyen partisi “Almanya için Alternatif” açısından bile ciddi rahatsızlık kaynağı. Kendisine tapınan Höcke Gençliği, almanca kısaltması ile HJ üzerinden gayet net bir referans veriyor. 90 koltuktan 22'sini aldı, ikinci parti oldu. Seçim gecesi tüm Almanya şokta idi. Bunun sadece başlangıç olduğu kısa sürede anlaşılacaktı.

29 koltukla Thüringen'in en büyük parlamento fraksiyonu olan Sol'un lideri Bodo Ramelow çok köklü, tarihte teologlar, biliminsanları ve girişimciler yetiştirmiş protestan bir familya olan Fresenius'lardan geliyor. Savaşta yoksullaşan ailesine bakmak için bir büyük mağazada tezgahtarlık yapıyor, ticaret lisesi bitiriyor, sendikacı olarak kariyer yapıyor ve Almanyaların birleşmesinden sonra herkesin tersine batıdan doğuya göçüyor. Burda eski devlet partisi, post-reel-sosyalist PDS'den siyasete giriyor. PDS'in WASG ile birleşerek Sol'u kurması, böylece ülkenin batısına adım atması, tabiri caizse “almanyalılaşması” politikasında başat rol oynuyor. Kültürel kodları ile merkez sağ seçmene de hitap eden pragmatist bir karakter; ideolog değil. Ateistlerin domine ettiği Sol içinde müminlerin lobisi oluyor, parti din işlerini ona danışıyor, 'genlerindeki protestanlığı' gururla vurguluyor. Sol'un çıkardığı şimdilik ilk ve tek başbakan. Akranlarına kolay nasip olmayacak şekilde ulusal ölçekte popülerliğe sahip bir yerel siyasetçi. aktif başbakanlığın ardından oylarını %2,8 arttırdı ancak koalisyon ortağı Sosyal Demokratların %4,2 oy kaybetmesi ile “o da yenilmiş sayıldı”. Güncel kamuoyu araştırmaları, bugün seçim yapılsa oyunu 5 ila 8 puan daha arttıracağını söylüyor.

Almanya'nın orta Anadolu'sunda “yükselen yeşil hareket” gibi fantazilere yer yok: Yeşiller burda %0.2 oy kaybı ile %5'lik barajı ucu ucuna tutturabilmişti. Art arda ikinci seçimdir, cüz'i de olsa, oy kaybetmiş oldular. Sonuçta üçlü sol itifak mecliste 90da 42 koltuk elde ederken heyetin dengesi kılpayı sol çoğunluktan kılpayı sağ çoğunluğa geçmiş oldu. Ancak yeni Almanya'nın siyasal amentüsü 'AfD ile işbirliği yapmama, ve istikrarla görmezden gelme' gereğince bir sağ koalisyon ihtimali tartışılmadı bile. Sol'un Hristiyan Demokratlar ile koalisyon yapması sayısal açıdan mümkün. Bu, hem tarihsel bir ilk, hem de düğümü çözecek sihirli formül olabilir idi; CDU'nun memleket örgütü buna ilk an sıcak da baktı, ama basit matematik hesabı yapmaktan aciz şaşkın genel başkan AKK partinin 2018dan kalma bir kararını hatırlatarak “Sol ile çalışmıyoruz, bunlar AfD ile aynıdır !” diye zılgıtı çekince sindiler. CDU için Hamburg'da perçinlenen düşüşün başlangıcı bu sözde-tespit oldu. Anayasal düzene bağlılıkları konusunda aralarında fersah mesafe bulunan sol ile AfD'nin aynı kefeye konmasını özgürlükçü aydınlanmış liman kenti Hamburg seçmeni daha sonra CDU'nun oylarını %22'den %16'ya çekerek ağır cezalandıracaktı. Kamuoyu araştırmaları CDU'yu Thüringen günahı yüzünden cezalandırma eğiliminin Almanya çapında yaygın olduğunu ortaya koyuyor.

Thüringen parlamentosu sonuçsuz koalisyon görüşmeleri ardından 5 Şubat günü anayasa gereği başbakan seçimine geçti. 3'lü azınlık sol koalisyon, CDU veya FDP'den gelecek 4 vicdanlı ödünç oya bakıyordu, bütün Almanya nefesini tutup bekledi, ancak o 4 oy gelmedi. Bu noktada Almanya'da bir Güneş Motel bulunmadığını, parlamenter siyasal kültürün 3 oya 3 bakanlık verecek inceliği henüz yakalayamadığını, 3 vicdanlı gizli oysahibi dışında bir çözümün akıl edilemediğini hatırlatalım. Sistem teamüllerin esiri olurken, AfD kendi adayını çıkardı ve ilk iki turda 22 oyunu verdi, Merkez sağ, Hristiyanlar (CDU) ve Liberaller (FDP) bu turları pas geçti. Sadece basit çoğunluk aranan 3. tura FDP (5 koltukla en küçük fraksiyon) 'şan olsun diye' aday çıkardı, CDU'nun sembolik desteği de çantada keklikti. Bu son turda 3 aday yarıştı. Sol blok, merkez sağ, ve aşırı sağ kendi adayları ile girdi. En çok koltuğa sahip olan sol blok adayı Bodo Ramelow 42 oyla başbakan seçilecekti. AfD grubu beklenmedik stratejik golü tam burda attı: Kendi adayı yerine topluca FDP'nin adayına oy verince liberal Thomas Kemmerich Hristiyan Demokratların ve AfD'nin de desteği ile 45 oyla seçilmiş oldu. AfD kendi adayına sıfır çektirdi. Sorun Kemmerich'in seçilmesi değil, AfDyi meşrulaştıracak böyle bir seçim sonucunda görevi kabul etmesi oldu. Faşist olarak adlandırılması mahkeme kararı ile serbest olan Höcke'nin kendisini tebrik eden fotoğrafı ertesi gün manşetlerde idi: yanında Hitler'in Hindenburg'un elini sıktığı fotoğraf ile birlikte. Merkez sağ taşra siyasetinin uyanamadığını, ne Almanya ne Avrupa yemedi. Bütün Almanya ayağa kalkmakla kalmadı, “böyle bir seçim sonucu verilen görev nasıl kabul edilir” diye uluslararası tepkiler de yağmur gibi yağdı. Kemmerich sokakta, medyada ve parlamentoda güçlü yuh tezahüratları altında hemen ertesi gün ikiletmeden istifa ettirildi, siyasi çözüm bulunana kadar bakansız hükümeti geçmiş sol hükümetin atadığı müsteşarlarla kayyum olarak yürütecek.

Hristiyan demokratlar bu gelişmelere paralel, tuz buz olup dağıldı. Daha önce tıkaçlık etmiş olan AKK bu kez demokrasi kahramanlığına soyundu: taşra örgütünü ablukaya aldı, ne sonuç verirse versin, seçimler derhal yenilenecek, partinin demokratik itibarı kurtulacaktı. Örgütüne ikinci kez söz geçiremedi, yerel siyasetin dengeleri bambaşka idi: Tüm kamuoyu yoklamaları bir acil erken seçimde CDUya yeni bir çakılma ve Bodo'ya 5 ile 8 ilave artı puan veriyordu. Kös kös Berlin'e döndü ve oracıkta bıraktı başkanlığı. Siyasi kariyerine Angie'nin kanatları altında federal bakan olarak devam edecek. Sonrası, şimdilik umutsuz. Partisi ise döndü dolaştı, tükürdüğünü güzelce yaladı. Siyasi kriz 3 ayın sonunda 3lü sol azınlık hükümetine dışardan CDU desteği formülü ile çözüldü. Erken seçim de olacak, ama bir yıl sonra. Herkes bir derin nefes aldı. Bu görüşmelere FDP çağrılmadı bile.

Pandoranın kutusu açılmayagörsün, “eğlenceli şeyler” de oldu: AfD eş-başkanı Meuthen önce 4 martta kendi örgütüne de Bodo'ya güven oyu vermesini tavsiye etti: 'Bakalım bu arkadaş da, biz seçtik diye görevi kabul etmeyecek mi ?” Yanıtı kendi taşra örgütünden almakta gecikmedi: FDP adayına verilen destek siyasi imiş, Sol ile böyle bir şey tasavvur etmek mümkün değilmiş. Ramelow ise, AfDnin demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü bu önerme ile kanıtladığını savunurken, Höcke'ye faşist demenin mahkeme kararı ile serbest olduğunu hatırlattı. Ve topu tekrar CDUya attı: Bu seçim kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde demokratik partilerin oyları ile sonuçlandırılmalıdır. Buralarda Akdeniz güneşi parlamıyor, bu iklimin seçmeni de siyasetçisi de bu kadar yalpalamayı kaldırmıyor.

Hristiyan demokratlar 4 Mart günü Sol başbakan Bodo Ramelow önderliğindeki azınlık koalisyonuna -sınırlı ve tanımlı süre için de olsa - kerhen desteklerini resmileştirdiler. Ramelow'a yine oy vermediler, ancak üçüncü turda da çekimser kalarak 42 oyla seçilmesini mümkün kıldılar. Bir yıl bonra gerçekleşecek erken seçimlere kadar azınlık hükümetine iş bazında destek verecekler.
Büyük hayal kırıkığına uğrayan FDP 4 mart seçimlerini boykot etti, Afd Bu sefer kendi adayı Höcke'ye verdi.

Böylelike CDU tarihte ilk kez, çok zayıf bir sinyal ile de olsa Sol ile faşist partiyi aynı görmediğini kamuoyuna resmen ilen etmiş oldu. 4 mart 2020 Thüringen Başbakan seçimi Almanya siyaseti açısından tarihsel bir kırılma anı sayılabilir. İki Almanya'nın hukuki birleşmelerinden otuz yıl sonra Hristiyan Demokratların aşırı sağ'ı engellemk adına Sol'a verdiği pasif destek ile iki ülkenin birleşme süreci belki de ilk kez manen ve siyaseten de başlıyor olacak. Hristiyan demokratlar bu ana dek, simdiye dek SED'den türemiş tüm partilerin anayasal meşruiyetini şiddet ile sorgulamış, böylelikle de özellikle doğu almanyada yaşayan ciddi bir seçmen kitlesini ötekileştirmişti. Merkez sağın bu tavrının kırılmasında Bodo Ramelow'un sıradışı biyografisi ve siyasal yol haritasının rolü ne kadar vurgulansa az.

CDU aynı adımı atmayı bundan 4 ay önce sessiz sedasız ve fiilen becermiş olsa, demokrasinin faşistlerce ti'ye alınmasına mahal vermeyebilirdi. Kendi imajınıbu kadar aşınmasına ve merkez sağ pozisyonunbu kadar erimesine izin vermeyebilirdi. Sonuçta herşey gecikmeli, ama sahne ışıkları altında oynanmış oldu. Partinin Thüringen örgütü içinde bir kanat ise AfD ile yakınlığını açık etti, onların da kopması ve radikal sağı daha da büyütmeleri an meselesi.

Thüringen tartışmaları, ve Hanau'daki ırkçı saldırı, liberal liman, ve şehir devleti Hamburg seçim kampanyalarına denk geldi ve derinden yankı buldu. Kuzeyli seçmen AfD'yi de onu meşrulaştıran CDU ve FDP'yi de affetmedi. 2020 seçimlerinde SPD %39'un üstünde oyla hâlâ birinci parti, ancak 2011'den beri süregiden eriyişi durduramıyor, 4 koltuk daha kaybettiler. Ülkesel ölçekten bakınca, Hamburg hala az sayıda kalan kalelerinden biri. Yeşiller %24,2 ile oylarını ikiye katladı ve merkez konuma oturdu. Sol ise %9,1 ile Hamburgdaki en iyi tarihsel sonucunu elde etti, çıkışları yavaş ve istikrarlı. Thüringen sabıkalılarının durumu hiç iyi değil: Hristiyan demokratlar %11,2 ile sadece Hamburg'da değil tarihsel olarak en kötü sonuçlarını aldılar. AfD ve FDP seçim akşamı ciddi baraj (%5) korkusu yaşadı. AfDkılpayı geçti FDP kılpayı altında kaldı. Ancak liberaller bireysel oylar üzerinden kendi seçim çevresinde en yüksek oyu alan bir adayını bağımsız olarak sokabildi.

Yeşil listeden meclise giren 33 milletvekilinin 22'si kadın, tümünün yaş ortalaması 41. Vekillerin 3'ü Türkiyeli (Filiz Demirel, Sina Demirhan, Yusuf Uzundag) olmak üzere en az 4'ü (muhtemelen 6 sı) göçmen kökenli. Hükümeti muhtemelen yine SPD ile Yeşiller 'rahat rahat' kuracak. Ancak sayısal olarak Hristiyan Demokratların oyu da koalisyona yeterli olduğundan, SPD onlarla da görüşeceklerini bildirdi.

Yeşillerin yükselişinden sözederken, Hamburg çerçevesinde iki değinme daha yapmak zorunlu: Hamburg aynı zamanda Almanya'nın iklim krizi merkezi. Tam seçim öncesinde 10-12 şubatta şehir merkezi “Sabine fırtınası” ile taşan Atlantik okyanusu ile Elbe nehrinin 2,5 metre kadar altında kalmıştı. İklim krizinin burda görünür şekilde kapının önünde olması ve suların her an şehri yutacakmış gibi tehditkar hali, yeşillere kulak verdiriyor. Sadece seçmen değil, siyasal partiler de duyarlı: İklim inkarcısı FDP ve AfD hariç tutulursa, diğer dört parti, bir anayasa değişikliği yaparak, “iklim krizi ile mücadele”yi federal devletin anayasal görevi haline getirmek konusunda uzlaştılar, ve böylece Hamburg, bu adımı atmış ilk memleket olmuş oldu.

***

Almanya siyasetinde savaş sonrası oluşmuş ve iki Cumhuriyetin birleşmesini de taşımış olan iki devlet partisinin algülüm vergülüm rejiminin son perdelerine şahit oluyoruz. Bu değerlendirme artık abartı sayılmıyor. Thüringen krizinde kabak, görünürde Hristiyan demokratların, özünde rejimin tepesinde patladı. AfD oy verdiği Başbakan adayının görevi kabul etmesi skandalı ile ayağını kapının arasına koymuş oldu. Buna karşın CDU, 4 aylık nazlanma ve siyasi bedel karşılığında Sol'un siyasal itibarını teslim etmek zorunda kaldı. Resmi adı yeniden-birleşme, ancak özünde bir kolonizasyon projesi olan 30 yıllık sürecin müellif-mimarı Hristiyan Demokratların Sol'a doğru attığı bu ilk ürkek adım, iki Almanyanın manen ve siyaseten birleşme sürecini de tetikleme potansiyeli taşıyor.

Geleneksel merkez siyasetin taşıyıcıları olan, Sosyal ve Hristiyan Demokratlar birlikte tepetaklak giderken, merkez sol siyaseti temsil edecek yeni güçler belirginleşiyor: Geçmişten çıkıp gelmiş bir bürokratlar ve sendikacılar kulübü görüntüsü veren, kendini kömürcü politikalardan kurtaramayan SPD erirken, öncelikle Yeşiller, ama uygun ortamı ve uygun adayı bulduğunda, pekala Sol da, merkez sol seçmen nezdinde SPDnin yerini doldurabilir görünüyor. Hamburg'da oyunu ikiye katlayarak %24e oturan Yeşiller'in bu rolünü artık kanıksadık. Thüringen'de ise merkez solu temsil rolü Sol'a düştü. Bu özgün hikayeyi başka yerlerde tekrarlama ihtimalleri şimdilik çok muhtemel olmasa da, rüştlerini ispat ederek, güvenilir kilit parti, olası koalisyon ortağı, devlet emanet edilir parti,... imajlarını netleştirdiler. Bagajlarında bir devlet partisi geleneği de olduğunu unutmamak lazım.

Almanya'da ciddiye alınabilir bir merkez sağ ise, an itibari ile artık neredeyse yok sayılır. Hristiyan demokratlar görünürde yeni başkan seçmen derdinde, ama bunun partinin erimesini durduracağı garanti değil. FDP/Hür demokratlar siyasal liberalizmle ilişkisini tümden kesmiş bir patronlar lobisi görüntüsü veriyor. Eriyen CDU şimdilik kendi konumunun emanetçi kayyumu gibi duruyor. Göçmen krizi esnasında CDU içinden çıkan, ama radikal sağla da zaman geçirmeden flörtleşmeye başlayan AfD, işte tam da o pozisyona, merkez sağa nafile hamleler ediyor. Türkiye'de Amerika'da, Macaristan'da olmuş olanı, aşırı sağ söylemleri merkez politikada tedavüle sokmayı zorluyor. Tehdit ciddi: Ancak, yoğurttan ağzı ciddi yanmış Almanlar, takdir etmek lazım, sütü çok dikkatle üflüyor. Radikal sağ pozisyonların başka yerlerde olduğu gibi ana akımlaşmasına karşı, bu ülkede ciddi direniş var.

Bir ülkede merkez sağın mutlaka bağımsızca varolması şart mıdır ? Bugün, çoğu ülkede merkez pozisyona sağ, hatta popülist ve radikal sağ çöreklenmiş durumda, solun esamesi okunmuyor. Almanya'da ise yakın gelecek için bunun tersi bir senaryo muhtemel görünüyor: üç alternatifli sol siyasetin merkez politikaları bundan sonra bir dönem domine etmesi. Merkez sağ kanatta CDU ve FDP' nin durduğu yerde bir boşluk oluşması, daha uzunca bir süre fetret döneminden çıkamamaları, kendi sağ kanatlarını popülizme kaptırmaları, geriye kalan gövdenin ise küçülüp etkisizleşmesi. Hatırı sayılır irilikte bir popülist/radikal sağın merkezi tırmalaması, ama erişim sağlayamaması...

Taşların yeniden yerine oturmasına daha zaman var. Bağlarken, federalizmin nimetlerinden hisse çıkarmak farz oluyor: Farklı anlarda farklı periyodlarla seçilen 16 ayrı memleket meclisi, federal meclisin dışında da çok farklı yerel siyasi koalisyonları test etme imkanı sağlamakla, siyasi aktörleri esnekliğe, sürekli değişen koşullarda dinamik diyaloğa zorluyor. En sert siyasi krizleri bile taşıyacak, yumuşatacak tampon zaman aralıklarını ve siyasal zeminleri açıyor. Her siyasal sorunu yeniden farklı zamansal ve mekansal bağlamlarda yeniden düşünme imkanı sağlıyor. Tüm ülkeyi tek kasabaya indirgeyip, politikasını da kasabanın delisinin keyfine bağlayan rejimlere kıyasla sayısız faydası su götürmez.