Yolçatı
Murat Belge

Koronavirüs denilen illet beklenmedik bir zamanda, beklenmedik bir şekilde vurdu dünyayı. Bunu kendim gibi sıradan insanları düşünerek söylüyorum. Bu gibi ihtimalleri bilerek ve izleyerek yaşayanlar belki tahmin ediyorlardı ama yaygınlaşmış bir bilgi değildi. Onun için genel bir “hazırlıksız yakalanma” durumu oldu. Ama “hazırlıksız olma”nın da dereceleri var. Hani Trump gibi, Johnson gibi dediği dedik “önder”lerde bu “derece” daha yüksek olabiliyor.

Bu darbeyi alınca anlaşılır biçimde, “fütüroloji” çalışmaları hız kazandı. Böyle olması yalnız “darbe”nin kendisiyle sınırlı olmayabilir. Bir de bunun hazırlığı var. Şu alanda, bu alanda, bir yığın tedirgin edici gelişme gözlemliyoruz. Yani, “başımıza ne gelecek?” kaygısını taşıdığımız bir konjonktürde korona illeti gelmiş oldu. Dolayısıyla epey geniş bir “hesaplaşma” sürecine girdik.

Bu perdenin korona illetiyle açılması uzun süredir ya suskun ya da dağınık (yani ayrı ayrı ele alınan sorunlar halinde birbirinden kopmuş) olan muhalefete yeniden konuşmaya başlama imkanı tanıdı. “Buyurun, beyler,” diyebiliyoruz şimdi, “buyurun kurduğunuz dünyaya. Epeydir istediğiniz gibi biçim veriyorsunuz dünyaya. Burnunuzun dikine gidiyorsunuz. Laf dinlediğiniz de yok. Sizin dilinizi kullanmayana ‘meczup’ muamelesi yapıyorsunuz. İşte sonuçlar. . .” Gidişattan hoşnut olmayan taraf ne zamandır yükseltemediği sesi yükseltme fırsatını buluyor gibi.

Koronadan-önce/Koronadan-sonra ayrımı yapılacağını söyleyenler çoğaldı. Yani Korona bildik dünyamızı oldukça kökten bir biçimde değiştirecek. Öyle mi, gerçekten? Somut gündelik hayatta uzun vadede ne kadar iz bırakır, bilmiyorum ama, bugünkü durumda tartışma ortamına taşıdığı sorunlar benim gözüme o kadar da yeni görünmüyor. İki ana eksen var gibi (bunlar da teke indirgenebilir belki): Ulusal/uluslararası ile Demokratik/Otokratik arasında gidip geliyor. Teke de indirgenebilir, çünkü Ulusal-Otokratik ve Uluslarararası-Demokratik şeklinde birleştirebiliriz seçenekleri. Bu da ta başından beri modern dünyanın sorunu zaten. Gene de, bu terimlerin hepsinin güncel koşullarda yeniden tanımlanmasına ihtiyacımız var gibi: örneğin, uluslararası... Marx’ın 19. yüzyılda kurduğu Enternasyonal mi, aradığımız, yoksa Soğuk Savaş’ın bitimi o Enternasyonal’i ve onu izleyen öbür üçünü geçersiz kıldı mı? Soğuk Savaş’ı izleyen “Sıcak Barış” döneminde Gellner’in formüle ettiği “misyon sahibi olmayan tüketiciler enternasyonalizmi”ne mi ihtiyacımız var yoksa? Benim gönlüm birinciden yana ama varolan koşullar bunun gelecekte fazla belirleyici olmayacağını haber veriyor sanki. Öte yandan ikincisi de pek umut vermiyor.

“Otokratik” de yeterince saydam bir terim olmaktan çıktı sanki. “Big Brother” ile temsil olunan otokrasiyi tanırdık. Ama şimdi “bilgi”dünyası, bilgiyi edinmenin, saklamanın ve kullanmanın edindiği yeni biçimler daha önceleri aklımıza gelmeyen şeyleri getiriyor ya da gelenleri değiştiriyor. Sözgelişi, devlet beni virüsten korumak için bir bilgi istiyor, alıyor. Bir zaman sonra o bilgiyi aleyhimde kullanabiliyor. Bunu ille de “Big Brother” yöntemiyle değil, “Brave New World” üslubuyla da yapabiliyor. Bu süreci “Coronavirus” başlatmadı. Ama belirli bir yönde gelişmesinde rol oynayabilir.

Tabii en kritik kavram “Demokrasi”. Örneğin geçmişte bir DDR, yani “Demokratik Alman Cumhuriyeti” vardı. Bu, “demokratik” olmasıyla, öncelikle bu özelliğiyle, “demokratik” olmayan öteki Almanya’dan ayrılıyordu. Berlin’deki duvar, bu ayrımın simgesi gibiydi. "Demokratik” olandan olmayana geçmeye kalkanı vuruyorlardı. Modern çağın büyük ayrımı da zaten bu duvarın yıkılmasıyla başladı. Ahali, bu “demokrasi” hakkında ne düşündüğünü, bu duvarı yıkarak gösterdi.

İçimizden bazıları bu duvarı, duvarın gerekliliğini savunuyordu. Bunu maddi kazanç için yapmıyorlardı; tersine, bunu yaparak maddi kazanç imkanlarını daraltıyorlardı. Aptal oldukları için de yapmıyorlardı. Bayağı akıllı insanlardı. Kötü adam oldukları için de yapmıyorlardı. İyi insanlardı; dünyanın daha iyi bir dünya olması için verilecek her türlü mücadeleye kendilerini adamışlardı. Duvarın gerekliliğini savundular, çünkü duvarın öbür tarafında olanların “insanın iyiliği için” olduğuna inanıyorlardı.

İçinde yaşadıkları topluma, “Ben senden değilim” dediler. Bu düzene düşman olmaktan ve bu düzenin cevaben kendilerine yapabileceklerinden korkmadılar. Ama pusula olarak ellerine verilmiş “elkitabını” sorgulamaktan korktular.

Dolayısıyla bugün de “en kritik” kavram “Demokrasi”. Trumporbanlepenborisputinmaduro ve şürekâsını eleştireceğiz. Bu eleştirinin büyük ölçüde doğru ve geçerli olduğundan fazla şüphem yok. Ama onları eleştirirken onların verdiklerine karşı ne üretileceği de önemli. Onun için yazıya “Yolçatı” başlığıyla başlıyorum. Şu uğraştığımız sorunlarla uğraşmanın doğru yolunu bulabilirsek (bu hiçbir zaman taşları önceden döşeli “tek” bir yol değil) gerçekten bir “yolçatı” durumu yaratabiliriz. Bunu elbette “Yeryüzü Cenneti”nin adresini bulacağımız anlamında söylemiyorum. Öyle bir yer olmadığı için öyle bir adres de yok. Hayat devam ettikçe sorunlar devam edecek, mücadele devam edecek.

Ancak, uzun süredir dünyada birtakım çarpık çurpuk değerler hegemonya kurdu. Bencillik “değer” oldu; “gerçeklik” birilerinin çıkarına uyan şey haline geldi. Motor sürekli “sağa çekiyor”. Oysa bu dünyanın düzeni “rakkas” ilkesine göre kurulmuş.  Rakkas bir yöne gidince, anlaşılır bir süre sonra öbür yöne gitmesi gerekiyor. Bu değişmez bir tekrar da değil, “helezoni” bir aşma, geçme durumu da var. Ama çeşitli etkenlerin “üst-belirlemesi” bir süredir rakkasın gidiş gelişini durdurdu.

Bu yazıyı bir “girizgâh” kabul edin. Post-Korona fütürolojiler arasında ben de kendi tahminlerimi yazayım, bu girizgahtan başlayarak.