Önceki yazıda (27 Nisan) korona gündeminden biraz uzaklaşıp bildik-tanıdık siyasi rutine dönmeyi denemiştim. Galiba ayağım uğurlu geldi, üç haftadır siyaset gündemi yüksek bir hareketlilik yaşıyor ve bu durum pek geçici gibi durmuyor. Darbe tartışmalarından erken seçim olasılığına, ittifak çatlaklarından iktidara yanlama suçlamalarına kadar başlıkların biri kaybolmadan diğeri sahne alıyor. Siyaset dilinin –şaşırtıcı olmasa da- eşi görülmemiş irtifa kaybı; en yetkili siyasi sözcülerin sosyal medya trollerini sollaması ve trollerin yarışta kalmak için düşmanlığı tehdit seviyesine taşıması kuvvetli rüzgar desteği sağlıyor. Partizanca tutum, parti devleti olma görüntüsü gibi meseleler, baraj kapakları açılmışçasına kurumlar arası bir yarışa dönüşmüş durumda. Bu yoğunluğu, “bir şeyler pişiriliyor” biçimde yorumlayanlar olduğu gibi, sadece gündem değiştirme gürültüsü diye değerlendirenler veya “rekabetsiz otoriterlik” ihtimalinden söz açanlar da mevcut.
İster söylem seviyesinde ister hamleler bazında olsun, siyasi hareketlenme ve gürültü artınca, durum hemen seçimle ilişkilendiriliyor. Erken seçim tartışmaları da böyle köpürdü zaten: “Hareketlenme varsa bir şeyler olacak demektir, o bir şey de –Türkiye’deki tek siyasi faaliyet alanı olarak görüldüğü/gösterildiği için– herhalde seçimle ilgili olmalı”. Siyaset dilinde sertleşme, siyasi gündemde hareketlenme; ağırlaşan ekonomik kriz ve büyük bir dalga halinde beklenen yeni sıkıntıların gelen kokuları gibi argümanlar da baskın seçim fikrini destekledi. Elbette yeni kurulan DEVA ve Gelecek partileri başta olmak üzere, muhalefetin kronik hazırlıksızlığı ile iktidarın imal ettiği “korona başarısı” gibi yan unsurlar denkleme eklendi.
Fazla uzatmadan erken seçim konusundaki görüşümü açıklayıp asıl tartışmak istediğim noktaya döneyim: Bence bu argümanlar bir seçim gündeminden çok mevcut durumun sürdürülmesine ilişkin yenilenmiş stratejiyle ilgili. Yani erken seçim için henüz vakit çok erken. Artık seçim yapılmayacak bir düzen için de öyle. Fakat seçimin hem iktidar hem muhalefet açısından anlamı ve seçimden ibaret siyaset rehaveti ömrünü tamamlıyor. Benim asıl tartışmayı istediğim taraf da seçimin ağırlığındaki değişim. Son hareketlilikte iktidarın stratejisinde bazı önemli değişikliklerin ipuçları görülüyor: Şimdiye kadar güç tedariki ve muhalefet bozgunları açısından iktidarın en kullanışlı enstrümanı olan seçim elbette en başta. Destek ve rıza odaklı olmaktan çıkan yeni konsolidasyon stratejisini ve gerilim ayağını da gazeteduvar’a yazdım. (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/16/yeni-konsolidasyonun-dinamikleri/)
İktidarın çok ciddi bir siyasi aritmetik sorunu olduğunu biliyoruz. Yüzde 50 + 1 sistemine göre yeterli destek üretmekte zorlandığını, hem son seçim hem yapılan son araştırmalar net biçimde ortaya koyuyor. Ancak iktidarın tek ve asıl belirleyici krizi olmayan bu aritmetik açmaz, siyasetin ağırlık noktası olmaktan yavaş yavaş çıkıyor. Yaşanan hareketlilik, hala geçerliliğini koruyan bu düşünme kalıbını kırmaya dönük. Tercihin asıl nedeni ise iktidarın kendi destek çemberiyle kurduğu yeni ilişki pratiği ve aritmetik krizi çözmenin hiçbir şeyi halletmeyecek olması. Birikim Haftalık’ta daha önceki tarihlerdeki birkaç yazıda iktidar koalisyonunun kendi tabanıyla koptuğunu ve bu kopuşun en tepeden ve yeni elitlerden teşvik görmeye başladığını ileri sürmüştüm. Bu “ayrılmanın” geri döndürülmesinin zorlaştığı, yaklaşmakta olan sert konjonktürde iyice imkansızlaşacağı anlaşılıyor. Kendi tabanı dışındakilerin memnuniyetiyle ilişkisini epey önce kesmiş iktidar, artık tabanının tamamının tatminiyle de çok vakit harcamak istemiyor. Bu nedenle, -muhalefetten çekindiğinden değil- kendi seçmeninin baskı gücünü dengelemek için, aritmetik açmazı gündemin ilk sırasından indirmek istiyor. Üniversite sınavı tarihi açıklandıktan sonra “sandıkta görüşürüz” mesajları atılması çok istenen bir şey değil. Aritmetik krizin belirsizlik ve tereddüt üretmesi ve Demokles’in kılıcı gibi sallanması hayırlı bulunmuyor.
2015 yılında mevcut iktidar ittifakı fiilen oluşurken, AKP’nin önemli bir kısmı ve muhalefetin neredeyse tamamı, meseleyi dört işlem üzerinden anlamaya çalıştı. İttifakın başlangıçtan itibaren bir aritmetik mesele olmadığının tam anlaşılması, Bahçeli’nin şahsi imalatı “beka davası” konseptinin tartışılmazlığını ortaya koyduğu 2018’e kadar sürdü. Yine Bahçeli’nin hamlesiyle 2018’de son “seçime kaçma” denemesi yaşandı. Bu tarih itibarıyla –aslında referandumdan başlayarak- iktidarın esas meşruiyet kaynağı olan sandığın işlevi tehlikeye girdi. Yerli ve milli denklemiyle “milli irade”, seçimde sağlanan çoğunluktan hatta ülkenin bütünü içindeki sayısal ağırlıktan başka tarif edilmeye başlandı. Modernist-laik çevrelere yapıştırılan “benim oyum ile çobanınki bir mi” sorusu, “yerli olmayanların iradesiyle bizimki bir olabilir mi” şeklini aldı. 2019 seçimleri, özellikle de İstanbul seçiminin yenilenmesi ve peşinden gelen –ve devam etmekte olan– kayyım hamlelerinin gösterdiği yön, bu değişimin hızlanacağını gösteriyor. Yürürlüğe sokulan yeni stratejide, ilk bakışta çok kritik bir meşruiyet ve zemin kaybı gibi duran bu değişimin fırsata çevrilmesi fikri öne çıkıyor. Çözülemeyen aritmetik açmazın veya çözülmesi için atılacak adımların yaratacağı yeni riskleri atlatmanın yolu, seçimin denklemdeki yerini ve ağırlığını değiştirmek. Hem AKP cenahında yeniden ısıtılan seçim sistemi hazırlıkları hem Bahçeli’nin sıraladığı yeni siyasi düzenleme talepleri de, “seçime biçilen yeni rol” ile irtibatlı gibi.
Muhalefet cephesinde, “İyi Parti iktidara yanaşıyor” veya Kürtler iktidarla anlaşacak tezlerinden sonra en çok müşteri bulan yorum grubu, baskın seçim veya “bir daha seçim yapmayacaklar” iddiaları. Yukarıda aktarmaya çalıştığım yeni strateji, aritmetik açmazlara –veya umutlara– dayanan bu seçeneklerin oyun kurucu özelliğinin değiştiriyor. İktidar için, seçime kaçmak veya seçimden kaçmayı bir zorunluluk veya tehdit olmaktan çıkartma, eski avantajı sağlamayan seçim yükünü üstünden atmak, aritmetik açmazı yeniden muhalefete yüklemek demek. Bu aynı zamanda kalan son siyasi alanı muhalefetin rahat kullanmasına kapatıyor. Seçimin iktidarın devamı için dayanak olmaya (kullanılmaya) devam edilmesi ama iktidar değişimi veya alternatifler için imkan olmaktan çıkartılması.
Anayasayı askıya almadan anayasız düzen kurmaktan daha zor durmuyor bu. Ancak diğer aktörlerin seçim rehavetini (önümüzdeki maç umuduna) kaybetmeye verecekleri karşılık veya kendiliğinden geri gelebilecek kamuoyu etkisi, her deliği tıkanan siyasi alanda beklenmedik gedikler açabilir. Bu da, muhalefeti ve memleketi iyi tanıdığı özgüveni fazla yüksek iktidarın aldığı risk olsun.