Libya'da Suriye Denklemi: Türkiye ve Rusya
Mete Çubukçu

Korona günlerinde dünya salgınla baş etmeye çalışırken, önceki dönemde gündemin ilk sırasında yer alan, “yaşamsal” olarak değerlendirilen meseleler doğal olarak ötelendi, neredeyse konu bile olmamaya başladı. Oysa bunların bazıları bir süre önce en önemli sorunlar addediliyor, iç politika manevraları bunların üzerinden yürüyor,  konu  “beka” meselesine kadar uzanıyordu. Son birkaç aydır yaşanalar, bu ulusal-uluslararası sorunların aciliyet anlamında pek o kadar öncelikli olmadığını ortaya çıkardı.

Ancak, salgın günlerinde ülkelerin dış politikalarına konu meseleler kamuoyu nezdinde “köpürtülmese” de kendi mecrasında, olağan akışında devam etti, ediyor. Hatta kimi ülkeler, bu durumu, moda deyimiyle “fırsat olarak görebiliyor. Aynı şekilde bir süre önce iç politikaya da tahvil edilen dış politik gelişmelerin hiç de öyle olmadığı, basbayağı kendi zemininde yürütülebileceği de ortaya çıktı.  

Suriye ve Libya yukarıda anlatmaya çalıştığımız gelişmelerin ana merkezi konumunda. Suriye ve Libya’nın farklı denklemleri olsa da bu ülkeler salgın sürecinde hem askeri olarak hem iç politika hem de müdahil ülkeler açısından bazı gelişmelere, değişikliklere ya da statükoyu koruma çabalarına sahne oldu.

Bu yazıda Libya ele alınacağı için Suriye’deki gelişmelere uzun uzadıya yer verilmeyecek. Ancak Libya bağlantısı nedeniyle Suriye yine de parantezlere konu olacaktır.

Salgın günlerinde Suriye’de mevcut statükoda bir değişiklik olmazken bir sonraki süreç için, Türkiye, Rusya, ABD, İran, PYD, Suriye yönetimi, HTŞ ve bazı cihatçı örgütler çeşitli adımlar atmayı ihmal etmedi, en azından hareket alanlarını genişletmek ya da sınırlamak için. Kimi ülkeler kendi konumlarını sağlamlaştırırken, ilerleyen dönemde kimlerle yol alınacağı konusunda girişimler arttı. Türkiye’nin İdlib’deki HTŞ sorununu hâlâ çözememiş olması,  önümüzdeki dönem önemli bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunun göstergesi. Belli Cihatçı yapılanmalar ikna edilmiş gibi görünse de Orta Asya kökenli cihatçıların oluşturduğu örgütlerin durumu hâlâ kabullenmediği, özellikle Türkiye-Rusya ortaklığında Rusya’ya itirazın sürdüğü biliniyor. Bunun yanında Türkiye özellikle bölgedeki askeri yığınağı ile kısa vadede buradan çıkmayacağının işaretlerini veriyor.

Fırat’ın doğusunda ise Rusya ve ABD’nin PYD-YPG ile ileriye yönelik karmaşık pazarlıkları sürmekte. Suriye’nin batısında alan kontrolü anlamında olmasa bile IŞİD hücreleri hâlâ operasyonel. Bu arada Türkiye’nin özellikle İdlib bölgesinden Libya’ya, kendine yakın muhalif örgütlerden “paralı asker” nakletmesi artık sır değil. Türkiye Libya’da kendi askerî varlığının yanı sıra özellikle bu alanda vekil güç kullanan bir ülke konumunda. Askerî anlamda Saraç hükümet güçlerinin eğitilmesi, disiplin altına alınması, çeşitli kabilelerin düzenli ordu gibi olmasa da birlikte hareket etmeleri için organize edilmesi söz konusu. Zaten Libya’da Saraç yönetimi ile yapılan anlaşma gereği bu, resmileşmiş durumda. Uluslararası anlaşmalar yabancı askerlerin varlığını, sözüm ona yasakladığı için, Libya’da başından beri her ülke kendi vekil gücünü alana sürmüş durumdaydı.

Türkiye’nin Libya’da Trablus yönetimini desteklerken en önemli “silahı” General Hafter güçlerine karşı kullanılan İHA, SİHA gibi yeni dönemin savaş unsurları. Türkiye’nin Libya’da, yeni dönemin bu kaçınılmaz savaş araçları ile birlikte denklemi tam olarak değiştirmese de bir önceki “oyunun bozulduğunu” görebiliyoruz. Öte yandan, askerî danışmanlar aracılığı ile belli oranda bu bölgedeki askerî yapılanma organize edilmiş gibi. Rusya’nın son hamlesinin önemli nedenlerinden birisi bu.

Libya BM’nin tanıdığı ve meşru kabul ettiği Saraç yönetimi ile Libya’nın büyük bölümüne hâkim Temsilciler Meclisi Hükümeti olarak da anılan Hafter yönetimi arasında bölünmüş durumda. Bir yönetimin BM tarafından tanınıyor olmasının reel politikadaki karşılığı farklı olabiliyor. Suriye ve Libya’daki durum bunun en açık göstergesi. Bu açıdan birçok ülke Suriye ve Libya’da farklı cephelere düşmenin rahatsızlığını yaşamıyor. Libya’da genel manzara şöyle: Türkiye, İtalya, Katar Saraç yönetimi, Rusya, Fransa, Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkeler de Hafter’i destekliyor. Özellikle ikinci grubun son dönemde dağınıklık yaşadığı biliniyor. Bu durum, söz konusu cephede çok fazla ülkenin bulunması neticesinde, aralarındaki sorunların çözülememesi, Hafter’in uzlaşmaz tutumu, askerî bakımdan sayıca üstün olsa da beraber hareket ettiği kabilelerin, farklı ülkelerden getirilen paralı askerlerin yönetilememesi, ellerindeki silahlardan yararlanamamaları, askerî açıdan örgütlenme eksikliği gibi nedenlerle açıklanabilir.  

Hafter ve destekçilerinin son aylarda Şaraç yönetiminin hâkim olduğu Trablus’a yönelik kuşatma ve taarruzdan sonuç alamaması, geçen haftalarda batı sınırı ile bağlantıyı sağlayan en önemli askerî üssü kaybetmesi Hafter cephesinde çatlakları arttırdı. Ancak Hafter hâlâ ekonomik olarak petrol tesislerini ve ülkenin büyük kesimini kontrol altında tutuyor.

Korona öncesinde Doğu Akdeniz’deki “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” antlaşması ile Türkiye’nin attığı adımın sonrasında gelen tepkiler ve dolayısıyla Avrupa Birliği’nin Libya’da belirleyici, istekli olma tavrı şu sıralarda neredeyse kaybolmuş durumda.

Denklemin çok karmaşık ve kısa vadeli değişikliklere gebe olduğu bu ülkeyle ABD, Trump’ın politikaları nedeniyle pek ilgili değil. Tipik Trump “doktrini” burada da geçerli. Libya kendisi için hayati bir ülke değil. Suriye’nin tersine az sayıda askerle bile Libya’da olma niyeti yok. ABD’ye göre Libya’da, eğer bir tehdit unsuru varsa bu tehdit AB’ye yönelik. Trump’ın AB’ye nasıl baktığını ya da AB için yeni maliyetlere katlanmayacağını söylemeye gerek yok. Ama ABD’nin burada hiç olmayacağını söyleyemeyiz. Ekonomik ve askerî olarak diğer ülkelerin yorulmasını da bekliyor olabilir. Hasılı, Trump Libya’yı asker bulunduracak ya da kendi diliyle “masraf” yapılacak bir yer olarak görmüyor.

Ama durum Rusya açısından öyle değil. Rusya, Suriye’de en önemli belirleyici ülke. Suriye’deki Tartus ve Hmeymim üsleri aracılığı ile Akdeniz’e kalıcı bir demir atarken Libya’ya da uzanarak bu durumu perçinlemek istiyor. Üstelik Libya, Rusların eski etki alanlarından birisi. Ruslar, Arap ayaklanmalarının ilk günlerinde Libya’da BM kararını desteklemiş (sivillerin korunması, uçuşa yasak bölge vb. uygulamalar) ancak ardından başlayan NATO müdahalesinin BM’den çıkan kararı aştığını iddia ederek müdahaleyi eleştirmişlerdi. Rusya bir daha “Batı ile aynı pozisyona düşmemek” ve Akdeniz’in diğer kıyısını, AB’ye denizden komşu olan bu ülkeyi elinde tutmak, enerji açısından kontrolün belli kısmına hâkim olmak için Afrika’nın kuzeyinde bulunmak istiyor; her ne kadar son dönemde ekonomik olarak askerî harcama sınırlarına gelmiş olsa da.  

Hatırlayacak olursak Suriye’de 2015’e kadar önemli ama daha ikincil bir pozisyonda olan Rusya, Esad’ın en zor zamanında, (2011’de Libya’daki duruma düşmemek için) Suriye’deki en önemli karar verici olmak amacıyla bizzat askeri olarak Suriye’de sahaya inmiş ve tüm denklemi değiştirmişti. Bu nedenle Rusya’nın Libya’daki mevcudiyeti Suriye’deki kadar olmasa bile benzerlikler taşıyor. Rusya Suriye’nin ilk dönemlerinde bu ülkeye askerî yardımı paralı askerler üzerinden yapmış, Wagner güçleriyle savaşmayı tercih etmişti. 2015’te stratejik değişikliğe gidildi. Libya’da geçen hafta Hafter güçlerinin Türkiye’nin de organizasyon ve desteği ile geri adım atması üzerine tıpkı 2015’te olduğu gibi bu cepheye 8 savaş uçağı indirerek ağırlığını koymuş gibi. Bu uçakların sayısı, eskiliği vb. gibi unsurları unutmadan Rusya’nın bu hamlesini bir gövde gösterisi olarak görmek daha uygun olur.

“Neden General Hafter?” sorusuna gelince: Rusya’nın belli yerlerde Soğuk Savaş döneminin etki alanları taktiğini sürdürdüğü, geçmişte kendisine daha yakın gördüğü isim ve güçlerle çalıştığı biliniyor. Ancak, Rusya tabii ki dünyada yaşanan salgın ve ekonomik kriz nedeniyle Suriye’de zorlandığı gibi, Libya’ya da topyekûn yüklenmiyor; buna karşın açık kapı bırakarak bir sonraki adımda denklemde güçlü ülke olmak istiyor; Rusya içindeki dengeler de bunu göstermekte. Moskova’dan son dönem gelen haberlere bakılacak olursa Rusya’da Dışişleri ile Savunma Bakanlığı’nın farklı yaklaşımları olduğu görülüyor. Dışişleri Bakanı Lavrov diplomasi cephesini savunurken, Savunma Bakanı Şoygu Libya’da askerî olarak etkili olmaktan yana. Ancak her iki koşulda da Rusya’nın Libya’da bulunması önemli görülüyor.

Rusya’nın Libya hamlesi çok güçlü olmamakla birlikte AB ve ABD’nin manevra yapmadaki isteksizliği ya da yavaşlığı ortaya çıkmış durumda. Bu nedenle bir sonraki adım olarak diplomasi masasında elin güçlü olmasına önem veriliyor. Hafter, Kaddafi sonrası ABD’ye yakın biri olsa da Sovyetler Birliğ’inde eğitim almış eski bir asker. Ancak, Rusların Hafter’e sonsuz bir desteği yok. Bu Hafter cephesini terk edecekleri anlamına gelmiyor, çünkü Ruslar için artık isimlerden çok destekledikleri çıkar grupları ve sistem önem kazanıyor; Suriye’de Esad bağlamında bunun ipuçlarını görmek mümkün.

Özellikle bu yılın Ocak ayında Moskova’da Saraç ve Hafter’in bir ateşkes üzerinde anlaşması için çabalayan Rusların bu çabasına rağmen, Hafter’in başkentten bir ateşkes imzalamadan ayrılması unutulmuş değil. Hafter o dönem ittifakın önemli ülkeleri Mısır ve BAE’ye güveniyordu; hâlâ da öyle. Mısır ise Libya ile sınır komşusu olarak kontrolü sağlamak, Hafter’e askerî destek vermek ve Akdeniz’deki cephede Türkiye ile farklı taraflarda bulunmak gibi etkenleri önceledi. Bu alanı bırakmak istemedi. Öte yandan Rusya, Hafter’in kendisine mecbur kalması, Mısır ve BAE denklemine fazla yaslanmaması için taktik adımlar atmakta. Bunların yanısıra Ruslar, Mısır ve diğer Arap ülkelerini özellikle askerî anlaşmalar, silah ticareti gibi konularda yanından ayırmak da istemiyor. Denklem karmaşık.  

Tabii ki petrolün kontrolü ve dağıtımı konusunun Akdeniz’deki hareket serbestliğini arttırması ve AB’nin güneyden sınırlanması Rusya’nın iştahını kabartan olaylardan.

Öte yandan denklemde şimdiye kadar konuşulmayan bir nokta daha var. Suriye’deki dengenin belki de bir sonraki adımda Libya’da sağlanacak olması. Rusya, Suriye’de önemli ölçüde Türkiye ile hareket etti. Tamamen olmasa bile kendi taleplerini son kertede Türkiye’ye kabul ettirdi. Tabii ki Türkiye de kendi inisiyatifi içinde “kazanımlar” elde etti. Libya’da askeri açıdan dengenin sağlanması için belirli bir süreye daha ihtiyaç olduğu kesin. Bu durum Rusların Libya’da nasıl bir ağırlık göstereceğine göre değişecek. Tabii ki Rusya ile Türkiye Libya’da doğrudan askerî olarak karşı karşıya gelmeyeceklerdir. Ancak herkes dişini göstererek diğerine gözdağı vermekten kaçınmayacaktır. Saraç ve Hafter’in bir sonraki adımda masaya oturmasının kaçınılmaz olduğu düşünülürse, masanın farklı yanlarındaki belirleyici ülkelerden ikisinin Türkiye ve Rusya olması sürpriz olmaz.  Bu durum son yılların tipik Rus yaklaşımının bir örneği. Ankara da bu konuda kapılarını kapatmıyor. Libya’da etkili olurken öte yandan Rusları da doğrudan karşısına almak istemiyor. Yani, Ruslar ile Türkiye Libya’da masanın farklı yanlarında olmasına rağmen bir süre sonra birlikte politika belirleyebilir. Batı yani AB ve ABD’yi daha ikincil planda tutmak her zaman Moskova’nın tercih edeceği bir şey.  Kısacası Ruslar, Libya’daki politikayı Türkiye ile yürütmek isteyecek, bunu tercih edecektir. Kimilerinin iddia ettiğinin tersine bu durum Suriye’de devam eden “işbirliğini” etkilemeyecektir; taktik değişiklikler ya da “acıtıcı bazı adımlar” dışında.

Tabii ki Libya’da taraflar, Saraç ve Hafter’in askerî bakımdan tıkandığı, bu iki yapının alan kontrolünde sınıra dayandığı noktada ister istemez belli bir anlaşma zemininde uzlaşabileceklerdir. 2015’te Libya’da milli birlik ve bütünlüğün sağlanması temelinde yapılan ancak son anda bozulan Suheyrat Antlaşması’na geri dönülmesi için biraz daha zaman gerekiyor. Hafter tarafındaki Temsilciler Meclisi’ndeki bir grup milletvekilinin bu anlaşmaya geri dönülmesi konusundaki uyarıları da önemli. 

Ankara’nın söylemlerine bakacak olursak, Türkiye yeni bir doktrinle; savunmayı sınırlar değil sınırların ötesinde kurma stratejisi ile hareket ediyor; ileriye yönelik doğrudan petrol kaynaklı bir gelir oluşturmak, biriken borçların tahsil edilmesi ve tabii ki “kaçınılmaz” olarak inşaat işleri düşünülüyor.

Ama asıl mesele Doğu Akdeniz olarak adlandırılan bölgede egemenlik ve hidrokarbon alanlarının paylaşılmasında Türkiye’nin attığı, şimdilik işleyen adımların riskli olduğu kadar uzun vadede sakıncalar da içermesi. Şimdilik bu riskler göze alınmış gibi görünmekte. Ankara’nın Libya operasyonuna tarihsel bir perspektiften bakma çabası, işin makyajı gibi olsa da sınırların ötesinde güvenlik sağlama, dünyanın farklı başkentlerinde bildik yayılmacı anlayışın uzantısı olarak görülüyor. Libya’da BM’nin tanıdığı bir yapıyı desteklemek kadar normal bir durum olamaz ama tabii ki diğer alanlarda da aynısını uygulamak şartıyla. Türkiye’nin Saraç hükümetinin yanında olmasına başta Ruslar olmak üzere Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerin yönelttiği eleştiri, Saraç tarafının Müslüman Kardeşler’e yakın olduğu iddiasına dayanıyor.  Böyle ya da değil. Son kertede Libya’daki ülkelerin farklı cephelere dağılması, yine mücadelenin Libya’yla sınırlı olmadığını, çıkar çatışmalarının Libya’nın ötesine geçtiğini gösteriyor. Libya’nın da Suriye gibi bir mücadele alanı haline geldiği görülüyor. Şu da bir gerçek ki Ankara attığı adımlarla bu dönemde oyun bozucu bir rol oynamış durumda. Bunun vadesinin ne kadar olduğu ise gelişmelere bağlı olarak değişecek.

Libya’da durum Suriye’den farklı olarak birçok iç dengeye bağlı olduğu için petrolün kullanımı ve bölüşümünde ülkedeki kabile yapısının gözetilmesi gerekiyor. Sahadaki dengede bu kabilelerin yer değiştirmeleri etkili olacak diyebiliriz; tarihsel açıdan benzer olaylarda olduğu gibi.

Libya, Kuzey Afrika’nın yumuşak karnı olup hâlihazırda IŞİD ve El Kaide gibi yapılanmaların sızdığı ve mevcut durumdan yararlandığı bir ülke. Libya’nın uzun süreli bir sorun yumağının içinden çıkmaya çalışırken alacağı çok yol var. Bölgedeki ülkeler tabii ki Libya’nın çıkarları üzerinden bir söylem tutturacaktır. Ama kimin neden orada olduğu bilinmektedir. Libya’nın sosyolojik, coğrafi ve siyasi yapısı kısa süre sonra bir istikrarın sağlanmasını mümkün kılmamaktadır. Bu istikrarsızlık müdahil ülkeler açısından da dikkate alınmaya değer. Bugünkü bölünmenin temelinde sadece yukarıdaki nedenler değil tarihsel kökenler de var. Libya halkının şu anda kendi geleceğini belirleme konusunda inisiyatif geliştirme kapasitesi yine başka ülkelerin elinde.  Libya’da “istikrar” için hem halk hem de dışarıdan müdahale edenler açısından uzun bir yol olduğunu söylemek lazım.