Fırsatçılık
Tanıl Bora

Salgın vesîlesiyle, hemen bütün resmî makamlar dezenfektan gibi “fırsatçılık” uyarıları püskürttüler üzerimize. Rekabet Kurumu’ndan Emniyet’e, Sanayi’den Turizm bakanlıklarına, hijyen ve sağlık ürünlerinde, yaş meyve ve sebzede fahiş fiyatla mal satarak fırsatçılık yapanlara izin verilmeyeceği, göz açtırılmayacağı söylendi. Özel bankalar, “durumu fırsata çevirmemeleri” için uyarıldı.

Epeydir bir cingözlük ve çeviklik parolası olarak kullanılan “krizi fırsata çevirme” tabirini, bir yandan herkes karamsarlığa karşı kolonya misali ikram ediyor birbirine. Bir yandan da, güç kudret sahiplerinin “krizi fırsata çevirmesine” karşı tetikliğin arttığı bir zamandayız. Yaş meyve sebze daha önemlisi, iktidarın fırsatçılığına karşı… Ömer Laçiner, Birikim’in Haziran-Temmuz sayısının Geçen Ayın Birikimi’nde bu meseleyi işliyor.

HDP eş genel başkanları, “krizi fırsata çevirme” deyimini “krizi fırsatçılığa çevirme” diye uyarladılar. Mithat Sancar, bunu birçok konuşmasında yineledi.

Fırsattan istifade, fırsatçılığın ideolojik şeceresini biraz eşelim.[1]

***

Kelimenin Arapça kökeni, kısa rahatlama anı, mola veya bir işin yapılacağı aralık, şans, vesîle anlamını taşıyor. Aramice/Süryanice “delme, gedik açma” (özellikle de surda gedik, diye belirtiliyor) anlamına gelen bir kökten türemiş. (“Bir gedik açtık surda…”!)

Fırsatçılığın kavramsal karşılığı olarak, akla önce kötü ünlü oportünizm geliyor. Kelime Latince uygunluk, münasiplik anlamındaki opportunitas’tan geliyor; Batı dillerinde opportunity imkân, fırsat demek; oportünizm de ilkeci değil salt çıkarcı bir tutumla imkânları-fırsatları değerlendirmeye bakmak. Bir “felsefe” değil, oportünizm; bir tavır, bir yaklaşım tarzı.

Oportünizm kadar ünlü olmayan bir başka kavrama müracaat edelim mi, fırsatçılığı anlamak için: Okazyonalizm. Latince aşağı düşme (denk düşme) anlamında occasum’dan Batı dillerine geçen occasion (okazyon), Türkçe günlük dilde tenzilatlı satışlar, uygun fiyat fırsatları anlamıyla çok yaygın olmasa da kullanılıyor; sözlük anlamı fırsat, sebep, vesîle demek oluyor.

Kelimeye odaklanırsak, oportünizm imkânları, okazyonalizm ise fırsatları-vesîleleri  ‘kullanmaya’ dönük bir araçsalcı, çıkarcı, faydacı tutumu anlatıyor. Çok yakınlar. Kelime anlamından, düşünsel mirasa geçelim.

***

Okazyonalizm, oportünizm gibi bir tavrı, bir meşrebi değil, bir “felsefeyi” anlatır. Batı’da modernlik arifesinde okazyonalizm, kabaca, neden-sonuç ilişkisinin tanrıya tabiliğini vurgulayan bir okul. Maddî olgulara ve insanın maddî eylemine özerk bir irade atfedemeyiz buna göre, dolayısıyla bunlardan doğrudan bir nedensellik çıkaramayız. Nedensel akış, tanrının tayin ettiği manevî-ruhî dolayımla gerçekleşir. Tanrının etkisi, sadece yaradılış itkisinden ibaret değildir, tanrı sadece “ilk sebep” değildir, olup biten her şeyin sebebidir. Rasyonalizm içinde tanrıyı konumlandırmaya, onun ve onu kadir-u mutlaklığını ‘korumaya’ dönük bir felsefî girişimdir bu.

Okazyonalizmin namlı düşünürü Malebranche’ın, Gazali’den etkilendiğinden bahsedilir. Gazalî’nin nedensellik öğretisi vesîlecilik diye tanımlanıyor, vesîlecilik Batı dillerindeki okazyonalizmin mütekabili olarak anılır. Bu öğretiye göre, bir etki için gereken şartları sağlayan nedenlerin varlığı halinde zorunlu olarak o etkinin doğacağına dair mutlak bir nedensellik varsayılamaz.  Mutlak kudret sahibi Allah’ı ilk sebep olarak tanıyanlar, böyle bir sebep-sonuç silsilesi varsayamazlar. Ancak “vekâleten nedensellik” suretinde bir nedensellik varolabilir buna göre. İnsan, asıl failinin Allah olan eylemlere ve hadiselere vesîle olabilir.

***

Bir de, tarikatlarda-şeyhlerde tekdir edilen bir “vesîlecilik” var: Keramet sahibi olma iddiasıyla hakikate erişmekte kendi aracılığını şart koşmak, yani kendi ‘vesîle olma’ gücünü veya iddiasını fırsata çevirmek, diyelim. Okazyonalizmin iki mümkün karşılığının, vesîlecilikle fırsatçılığın buluşması.

***

Batı’da dinî-metafizik okazyonalizm, Aydınlanma’nın seyri içinde hem dinî-reformizmin, hem rasyonalizmin ve materyalizmin eleştirisine mağlup oldu.

Ancak çağdaş bir seküler okazyonalizm eğilimi mevcut (iki namlı mümessili: Niklas Luhmann, Bruno Latour). Metafizik olmayan, nesnelci (daha doğrusu nesne-odaklı) bir pragmatizm eğilimi. Şeyler arasındaki ilişkilere zorunlu bir nedensellik atfetmez, gerçeği özerk varlıkların duruma bağlı etkileşimlerinde görür. İyi/doğru politika olarak baştan belirlenmiş bir yoldan ayrılmamak yerine; yeni durumlara göre karar vermeye, yani fırsat ve vesîlelere amade bir demokratik ucu açıklığa yatkındır.

Bir parantez açıp Machiavelli’nin fırsat mefhumuna uğrayalım. Öznenin, kendini sağduyunun mahareti ve metanetiyle donatarak olayların ortaya çıkarabileceği fırsatlar için müteyakkız bulunmasıdır, onda görebileceğimiz fırsatçılık. “Talihten fırsattan başka bir şey almayan,” kendi fırsatlarının zeminini hazırlayan bir nevi… seküler vesîleciliktir.[2]

***

Ama asıl, bednam Carl Schmitt’in Siyasî Romantizm kitabında[3] geliştirdiği bir başka okazyonalizm kavramı üzerinde durmak istiyorum. Polemik maksatlı bir kavramdır bu. Carl Schmitt, romantiklerle polemiğinde onları okazyonalist olmakla suçlar.

Malebranche, İsa’nın ölümünü selâmetin vesîlesine indirgese de, hâlâ “samimi” Katolikti; hâlâ kendini tanrının elinde bir vesîle/fırsat sayıyordu Schmitt’e göre. Dinî nizam içindeki okazyonalizm, öyleydi. Oysa Modernliğin sarsıntısı dinin değer sistemini dağıtınca, her şey maneviyatın merkezine yerleşebilir hale gelmişti. İşte, romantik akım, sekülerleşen maneviyat içinde tanrının yerine özneyi, “Ben”i koyuyordu. Ben’den farklı öznelliklere (halk, millet, devlet, tarih) de atlayabilir, bunları birbirine karşı da kullanabilirdi; çünkü sabit ve yüksek bir “hakiki sebep” tanımıyordu artık. Aslolan kendi öznelliğinin doğrulanması, temellendirilmesi idi. Ben- veya özne-merkezli bir seküler metafizik.

Schmitt, okazyonalizmin kökündeki, “vesîle, fırsat, belki de tesadüf” diye çevrilebileceğini söylediği occasio kavramının anlamını, öncelikle causa (neden, sebep) kavramını reddetmesinden aldığı kanısındır. Yani öngörülebilir bir nedenselliği, ama onunla birlikte her türlü norma bağlanmayı reddediyordur. Böylece aslında, dünyadaki reel koşullara, ilişkilere gerçekten müdahaleye dönük eylemi de reddetmiş olur. Romantizmin okazyonalizmi, kendi özneliğinin onaylanmasından ibarettir. Romantik özne, dünyayı kendi üretiminin-faaliyetinin vesîlesi ve fırsatı sayar. Kısaca, dünyayı kendisinin vesîlesi ve fırsatı sayar. Schmitt’in öznelleştirilmiş okazyonalizm damgasını vurur bu tutumun üzerine. Vesîleciliğin/fırsatçılığın yegâne dayanağı bizzat öznedir; her eylem, her şey, öznenin kendini tasdikinin vesîlesi, fırsatıdır.

***

Schmitt, öznelleştirilmiş okazyonalizmi, hiddetli bir özen ve zevkle tahlil etmişti. Sonraları, bu kitabının üzerinden on yıl geçmeden kendisi okazyonalizme düşmekle eleştirilecek. Egemenin karar verme yetkisini bizzat meşruiyet kaynağına dönüştüren bir okazyonalist keyfîliği temellendirmekle suçlanacak. Bu ithamda kullanılan devam-kavramlarından biri de “desizyonist okazyonalizm”dir. Türkçede çok hantal kaçıyor; karar verme yetkisini bizzat meşruiyet kaynağı olarak mutlaklaştıran bir fırsatçılık, diyebiliriz; siyaseti karar verme yetkisini kullanmanın vesîlesine indirgemek, diyebiliriz. Schmitt, egemenin karar verme yetkisinde onun kadir-i mutlaklığının teyidini gören, karar verme yetkisi üzerinden egemenin kadir-i mutlaklığını sürekli yeniden üreten bir okazyonalizme varmıştır. Siyaset, onun nazarında egemenin kadir-i mutlaklığının fırsatına ve vesîlesine indirgenmiştir.

***

Karşı karşıya olduğumuz fırsatçılık, böyle bir fırsatçılık değil mi? Schmitt’in önce sorgulayıp sonra devraldığı okazyonalizmin resmigeçidini görmüyor muyuz? Machiavelli’nin virtù’sundan azade, yani metanetten, ferasetten, “sağduyu sanatından” boşanmış, [4] adeta fırsat uğruna fırsat kollama hali. ‘Üslûp’ bakımından oportünistçedir; arkasında adeta bizatihî amaçlaşmış bir fırsatçılık veya vesîlecilik “felsefesi” yatıyor. Egemenin karar yetkisini keyfîliğin meşruiyetine dayanak yapan bir akıl. Siyaseti, karar yetkisine sahip bulunan egemenin kadir-i mutlaklığının fırsatına, vesîlesine indirgeyen bir tahakkümün “felsefesi.”


[1] Bu yazının düğümlerini açmamı –açabildiğim kadar- sağladığı için Nilgün Toker’e, bir defa daha, teşekkür borçluyum.

[2] Utku Özmakas, -onun “Makyavelistliğini” de sorgularken- Machiavelli’de fırsat mefhumunun anlamını sarih ve güzel anlatıyor: Prens: Machiavelli’nin Muazzam Muamması,  İletişim 2019, s. 117-121.

[3] Carl Schmitt, Politische Romantik. Duncker&Humblot, Berlin 1991. [ilk baskısı 1925] Bu kitapta başvurduğum sayfalar: 20-25 ve 120-135.

[4] Utku Özmakas, age., s. 295.