Seçim zamanında mı olacak, “erken” mi, “baskın” mı? Bilinmiyor. Kararı vereceklerin de şu anda bir kararı olduğunu sanmıyorum. Onlar da durumu kolluyorlar. Ancak, HDP’ye oy veren seçmenin yapılacak seçimde, öyle ya da böyle, önemli bir rol oynayacakları biliniyor.
Bir yandan da iktidar, hayatı, kendinden olmayanlar için çekilmez bir hale getirmek üzere elinden geleni yapıyor. Onun için seçim belirleyici, ama aslında seçim olup olmayacağını bile kesin olarak bilmiyoruz.
Cumhur İttifakı’nın eridiğine dair sinyaller alıyoruz, ama ölçüsünü, hızını v.b. bilmiyoruz. Karşısında “Millet İttifakı”… Burada CHP ile İyi Parti var. Başkaları da var ama değişiklik yaratacak oranda oy alacaklarını bekleyen yok. Ve kendi başına HDP duruyor. Cumhur İttifakı bu partiye düşman. İyi Parti —MHP ile itişmesinin etkisi de sözkonusu— tabiri caizse, “yarı düşman!” Halk Partisi “düşman” değil, ama “dost” da olamıyor, çünkü o da milliyetçilik kulvarını bırakmak istemiyor. AKP iktidarına (ve çömezi MHP’ye) karşı bir “demokrasi cephesi” kurulacaksa, mantıken ve siyaset gereği, orada HDP’nin bulunması gerekliden öte, zorunlu. Ama İyi Parti adına konuşanlar böyle bir şey olursa kendilerinin bu “İttifak” içinde durmayacaklarını ima eden sözler söylüyorlar. En ılımlı tavrı alan Halk Partisi’ni destekleyenler arasında, yani kendi tabanında da böyle düşünenler var.
Bu arada HDP’ye ne yapması gerektiğini söyleyen söyleyene. “Şunu söyle, bunu ilan et, berikini lanetle! O zaman seni hoşgörürüz.”
Yeni kurulan partilerin sözcüleri bu kadar saldırgan değiller. Onlar AKP’nin Gezi-öncesi duruşundan uzaklaşmak istemiyorlar ve bundan ötürü Tayyip Erdoğan kumandasında bir AKP tavrı almalarına gerek yok. “Barışçı Çözüm”e kaldığı yerden devam etmek daha uygun görünebilir.
“Olay” nedir? Baştan alıp hızlı bir özetle verileri gözden geçirelim.
PKK yetmişlerin ortalarında kuruldu. “Silahlı mücadele”yi kesin yöntem olarak benimsemişti. Burada o zamandan beri değişen bir şey yok. Ne var ki, silaha en fazla bel bağlayanlar da, siyaset denen karmaşanın koridorlarında sivil eylemlere sık sık ihtiyaç duyarlar. Siyaset böyle bir şeydir. Yetmişlerde, gerilla savaşıyla “bağımsız Kürdistan” kurulacağına inananlar çoktu mutlaka. Şimdi yalnız savaşla değil, uluslararası destekle başarıya erişilebileceğini düşünenlerin daha kalabalık olduğu kanısındayım. Böyle ise, kana susamış bir örgüt izlenimi de vermemek gerekiyor. Öte yandan, Türkiye içinde bir demokratik mücadele yürütmenin gereği de ortada ve bunu elinizde makinalı tüfekle yapamazsınız. Yani, kısacası, “sivil siyaset” denen şeye de ihtiyaç var. Ama yüzünüzü bu yöne çevirdiğinizde son analizde birbirinin karşıtı olan iki yöntemin, iki ayrı mantığın ve üslubun arasında kalıyorsunuz.
PKK kendi denetiminde bir “sivil mekanizma” ihtiyacı duyuyordu ve bu çelişik durumu göze aldı. O zamandan beri sayısını unuttuğum Kürt partileri kuruldu, kapatıldı v.b. Yıllar böyle geçti. Bu “legal” partilerde her zaman PKK’nın varlığı hissedildi.
Benzeri olmayan, tekil bir olaydan söz etmiyoruz. Etnik temele dayalı bir mücadele bu. IRA’nın, ETA’nın adına dövüştükleri halklarla ilişkisi nedir, nasıldır, burada gördüğümüzden farklı mıdır? Değildir. İrlandalı, Bask, Katalan, Korsikalı insanlar, sıradan insanlar, silahlı mücadeleyi onaylamıyorlar, yurttaşı oldukları toplumdan ayrılmayı talep etmiyorlar… Onlar bile bu silahlı örgütleri resmen kınamazlar, lanetlemezler. “İyi çocuklar ama yanlış düşünüyorlar” türünden değerlendirmeler yaparlar. Yani birtakım sağcı politikacıların şimdi HDP’den bekledikleri şeyleri yapmaz, o dili kullanmazlar. Ayrıca, saydığım mücadeleler bizimle kıyaslandığında çok daha demokratik ülkelerde geçiyor: onun için oralarda yaşayanlar arasında “ayrılık” istemeyenler de çok. Oysa burada “silahlı mücadele”yi onaylamasa da, demokratik reform ihtiyacı duyan yığınla Kürt var. Dağa çıkıp dövüşenler onların çocukları, akrabalarının çocukları, komşularının çocukları. Onları lanetlemelerini talep ediyorlar.
Bunlar “insani” denecek konular. Daha “siyasi” bakalım.
Her zaman böyle olur, demiyorum, ama olabilir. Yani “sivil siyaset” kendini silahlı örgütün güdümünden bağımsızlaştırabilir.
Türkiye’de süreç böyle gelişti. Tabii böyle bir şey olabilmesi için insanların “sivil siyaset”le bazı şeylerin kazanılabileceğini görmeleri gerek. Bu, “olur gibi” olmuştu. Ve olması, dağdaki kadrolarda da muhtemelen bir endişe uyandırmıştı. Bunu aklımdan geçirebiliyorum, çünkü davranışlar böyle düşündürüyor. “Barışçı çözüm” diye bir şey konuşulurken bir tür “PKK Milisi” yaratma talebi ve hendek kazma siyaseti, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikna etme siyasetinden çok HDP’yi açmaza düşürecek bir eylem gibi görünüyor.
HDP’nin başında olanlar Tayyip Erdoğan’ın bir “barış garantisi” olmadığını anlıyorlardı. Ama bundan ötürü oraya buraya bomba atmayı değil, demokrasi mücadelesini derinleştirmeyi düşünüyorlardı. HDP kadroları bir tornadan çıkmadılar. Kürtler’in demokratik haklar mücadelesinde PKK’ya yakınlık duymanın dereceleri değişir. Bu örgütü hareketin tartışılmaz önderi görenler de vardır, eleştirenler de. Böyle olması da son derece normaldir. Başka türlüsü beklenemez. Önemli olan kadrolarda barışçı çözümden yana olanların oranının yükselmesidir. HDP Türkiye’nin genel demokrasi sorunları üzerine fikir ve talep üreten bir parti olmaya doğru evriliyordu. İktidar, politikasını değiştirerek bu yolu tıkamayı ve bu partiyi PKK’ya doğru itmeyi amaçlayan yeni bir çizgi oluşturmaya karar verdi. Çünkü Tayyip Erdoğan bu yöntemin kendi iktidarını sürdürmekte daha yarayışlı olacağına inanmıştı.
Şimdi buradayız. Bunları yazmakla varolan siyasi gruplaşmalarda herhangi bir değişikliğe yol açacağımı aklımdan geçirmiyorum. O grupların esin kaynakları çok farklı ve kazdıkları siperler son derece derin. Yalnız HDP’yi dışarıda bırakmayı doğru siyaset olarak gören bir “cephe”nin kendini “demokrat” olarak görmeye ve tanımlamaya hakkı olmadığını söylemek istedim.