Köpek günleri geldi. Apartman aydınlığından yürüyen ses, “Şaka maka Temmuz’a giriyoruz,” dedi, “şu havalar ne zaman ısınacak deyip duruyorduk ya!” Kapıdaki çınar, göz hizamızda yeşile döndü; karşı kaldırımdaki kirazın beyaz çiçekleri gün gibi açık, baharı işaret edip durdu. Aklım aylar boyu oyun oynadı. İne çıka, yüksele alçala, bir kırk gün geçirdim. Kırk çıkınca, dedim, “Artık bir sigara içebilirim.” Ama etkilerini sevmiyorum, dayanıksızım ya da mukavemetim zayıf -bir dal sigaraya üç paragraf özeleştiri denk düşüyor.
Tek başına düşüncelere dalmak; çapraşık imgelere dolanmadan bu budur, şu da şudur demek, iyice imkânsızlaştı sanki. Belki evin rutini etkiliyordur? “Sanayi tipi ev yapmışlar, ne çamaşır bitiyor ne yüzey temizliği ne yemek,” dedim (yüzey temizliği, havalı bir laf –toz almak ya da tozları almaktı onun adı), “son zamanlarda duyduğum en iyi espiri,” dendi. Oysa bu bizim gerçeğimiz. Su, temizlik malzemesi ve sağlıklı gıdaya ulaşabiliyor olmanın mahcubiyeti bir yanda, Allah kerim yeri bellediğimiz balkonda kuluçkaya yatan karga çiftine bakarak haftalar geçirdim. Hemen hemen karantinaya girdiğimiz dönem yaptılar yuvalarını, daha hâlâ uçmadı yavrular! Geçenlerde talime çıktılar yalnız -yavrulardan biri atak, öbürü evcimen mi?
Dediler, “Senin yeni normalin neye benziyor?”, dedim, “Dante’nin cehenneminin birinci dairesine. Dante’nin imansızları erdemli ama -vaftiz edilmedikleri için- aynı zamanda günahkârdırlar. Bu nedenle sonsuz ve umutsuz bir iç çekişe mahkûmdurlar.” Düşününce sanki biraz sakat bir laf. Ama sonsuz iç çekiş cezasını uygun görenler, cezbediciler değilse, kimlerdir?
Evdeki çocuğun silueti değişti, bu arada. “Tüh, keşke karantinanın hemen başında bir çentik atsaydık duvara! Karantina bittiğinde ne kadar uzamışsın, görürdük.” Kaçırılmış bir küçük eğlence işte.
Yeni infaz yasasıyla cezaevlerinden çıkan çocuk sayısını, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) de HDP milletvekilleri de muhataplarına sordu. Tahliye olan çocuk sayısı hâlâ bilinmiyor ancak tahminlere göre çocuk tutuklu sayısı, şu durumda çocuk hükümlü sayısından fazla. Cezaevlerindeki mahpusların koşulları ve hak ihlalleri üzerine çalışan Zafer Kıraç, çocukların sağlık durumlarına ilişkin Adalet Bakanlığı’ndan sağlıklı bilgi alamadıklarını belirterek, içerideki çocukların “yeryüzünde neler olup bittiğini öğrenmeleri” için sosyal medya üzerinden bir çağrı yaptı, “yaygınlaştıralım,” dedi. Çocuklara salgın ve tedbir önlemlerini anlatabilecek kişilerden kurulu heyetler oluşturulsun diye yapılan bu çağrıya içeride zaten doktorlar, hemşireler olduğu yönünde cevap verildi.
“İnşallah önümüzdeki dönem de online olur okul.” Temennisi ve belki öngörüsü bu yönde olan insanlar var elbette. Hele de zarar görme olasılığı bu kadar yüksekken. Tam bu anda, dünyadan, böyle tuhaf bir ses duyuldu: Filipinler Devlet Başkanı “Kimse mezun olmayacaksa olmasın,” dedi (https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2020/05/26/filipinlerde-asi-bulunana-kadar-okul-yok-kimse-mezun-olmayacaksa-olmasin/). Bu arada mesela İstanbul’da da TTM, Sulukule Gönüllüleri Derneği, Small Projects İstanbul ile Başak Kültür ve Sanat Vakfı eşgüdümlü olarak, karantina günlerinde çocukların haklarına erişimi üzerine bir araştırma yürüttü. Her bir örgüt, uzaktan eğitim ve karantina koşullarının Tarlabaşı, Sarıgazi, Kayışdağı ve Fatih’te yaşayan çocuklar üzerindeki etkilerini, bir ön araştırma raporuyla yayınladı: https://etkiniz.eu/blog/istanbul-covid-cocuk-haklari/
Köpekleri çılgına çeviren yılın en sıcak günleri geldi. Çocukları mı güneşe gösteriyorduk, güneşi mi çocuklara?