"Hiç mi Utanmıyorlar?"
Erdoğan Özmen

Düşmüştü artık, bundan geri dönüş yoktu,                                                         kalkmaya gönlü de yoktu, hatta gelip                                                                 kaldırsalar bile kalkmayacaktı.

                                          Dag Solstad, Mahcubiyet ve Haysiyet

 

Zamanımızın sorusu bu. İrkilerek, şaşırarak, üzülerek, dehşete düşerek, inanamayarak farklı biçimlerini tekrarlayıp duruyoruz işte. Bazen, aşırı biçimleriyle karşılaştığımızda kusma hissi ve tiksintinin içimizi karartan ağırlığıyla: hiç mi utanmıyorlar, hiç mi kızarmıyor yüzleri, hiç mi küçük düşmüş, gururu incinmiş, yetersiz, zayıf, kusurlu, yerin dibine geçmiş, rezil olmuş hissetmiyorlar, yüzsüzlüğün böylesi nasıl mümkün olabiliyor, utanç duyan/utancın parıltısıyla kendini gizlemek isteyen yüzlere ne oldu peki, mağlubiyet hissiyle, mahcubiyetin o ince örtüsü üzerimizde, geride durmak nasıl birden çekildi hayatlarımızdan…

Ruhlarımızda nasıl bir değişiklik oldu ve, yapış yapış bir teşhircilik ve arsızlık böylesine yükselirken, sıra kendi değer ve konumuna geldiğinde abartılı jestlerden ve gürültüden daima uzak durmak isteyen incelik ve mütevaziliği tümden kaybettik. Tereddütten ve kuşkudan arınmaya çalıştıkça elimizde kalacak olan şey saf bir kabalık ve hoyratlık değil midir? 

Utanç yokluğunun bu korkunç yaygınlık ve sıradanlığı nedeniyle değil mi kapıldığımız yılgınlık, yorgunluk. Utanmazlık ve yüzsüzlüğün gündelik varoluşun tüm biçimlerine nüfuz ederek olağanlaşması, aşırı örnekleri dışında neredeyse fark edilmez olması yüzünden değil mi içine gömüldüğümüz kayıtsızlık. Öylesine kalabalık, güçlü ve pervasızlar ki! Olur olmaz böğürmek için can atıyorlar. En sıradan zaferlerini bile böğürerek ilan ediyorlar, tepinerek. İktidar, güç ve paraya hükmetmekten, başkalarına acı çektirme ve zulmetme fiillerini ulu orta sergilemekten zevkleniyorlar en çok. Yapabilme kudretinin sağladığı keyfilikten. Kendilerini hiçbir yasa, yasak ve kurala bağlı saymamaktan.

Utanç kaybıyla işaretlenmiş bir çağ bu. Utanma duygusunun hayatlarımızdan çekildiği arsızlık çağı. Yüzsüzlük, iki yüzlülük ve sahtekarlığı, şehevi bir güç/iktidar arzusu ile cehalet aşkını/tutkusunu birbirine bağlayarak aynı anda tetikleyen ve edimselleştiren sapkınlık çağı. Mütemadiyen aşınan bir insanlık kaidesinin üzerinde var olmaya çalışıyoruz, yine de ümitsizliğe kapılmadan.

Utancın insanı elden ayaktan düşüren, güçsüzleştiren, eylemsizliğe sürükleyen, bulunduğu yere sabitleyen bir duygu olduğu söylenebilir pekala. Ben (ego) ile ben-ideali (ego-ideal) arasındaki gerilimden kaynaklandığı -asıl olarak ben-ideali tarafından belirlenen amaçlara ulaşılamadığında ortaya çıkan eksiklik ve yetersizlikle ilişkili olduğu-, dolayısıyla başarısızlık ve çöküş duygularını tetikleyerek paralize edici bir kısır döngünün tuzağına düşmemize vesile olduğu, bu anlamda olumsuz, insanı yapıcı/kurucu kuvvetinden mahrum bırakan ve sakınılması gereken bir duygu olduğu da. Bir de, utancın özellikle günümüzde suçluluk ve sorumluluk duygularının yerine geçtiği, başarısızlık/yetersizlik/zayıflık durumlarına eşlik eden iktidarsızlık ya da tam tersi durumda ortaya çıkan tümgüçlülük (omnipotens) hislerini tetiklediği ölçüde narsisistik yelpazede yer alan bir fenomen olarak görülmesi gerektiği de  doğrudur.

Çünkü ego-ideali yitirilmiş çocuksu tümgüçlülüğü yeniden kazanma çabasından (o tümgüçlülüğü şimdi önüme bir ideal olarak yansıtmaktan) kaynaklandığı ölçüde, utanç da  engellenme ve yoksunluk halleri karşısında birden içine düştüğüm ve derhal bir onarma/telafi çabasıyla karşılık vermem ve izlerini hızlıca ortadan kaldırmam gereken narsisistik tahammülsüzlüğün semptomlarından biridir. Suçluluk duygusu ego ile süper-ego (üst-ben) arasındaki gerilimden türediği, demek esas olarak yasa/sınır ihlaliyle ilgili olduğu ölçüde özneye bir anlam ilişkisi ve simgesel/toplumsal düzeni kat eden bir sapak ve dolayım dayatır. Halbuki utanç,  tam da narsisistik incinme/engellenme bağlamına ait olması dolayısıyla hem saf bir güç ilişkisi tesisini hem de dolaysız bir yüzleşmeyi gerekli kılar, bu sayede yatışır. Bu nedenle utanca bağlı olarak ortaya çıkan öfke ve saldırganlık çok daha yıkıcı olacaktır.

Bu görece olumsuz utanç kavramı bence, ruhun daha sonra ortaya çıkan yapılarına ait. Daha derin bir düzeyde utanç haysiyet duygusuyla ilişkili ve bir özne olarak ortaya çıkarken dayandığımız en temel çıpalardan birisi belki de.