Bir buçuk ay önce İYİ Parti hakkında yazmış ve devam yazıları vadetmiştim. Aradan fazla zaman geçmedi ve İYİ Parti, yine kendi dışından -iktidar cephesinden- gelen hamlelerle tekrar gündeme yerleşti. Aslında birilerinin taktik hamlelerindeki olası yerleri veya bu ataklara verecekleri karşılık dolayısıyla kuruluşundan bu yana sürekli bu durumla karşılaşıyor. “Muhalefet bloku çatlıyor mu? İYİ Parti Cumhur İttifakı'na geçer mi? Geçmek istiyor mu? Çağıran veya heves eden var mı?” Yine aynı şey oldu. İYİ Parti taktik bir atağın, hayli muğlak, fazla imalı ve ortaya bırakılmış bir sözün ardından, gündelik tartışmaların malzemesine dönüştü. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşünülecek bir mesele mi yoksa hayli taze bir parti için biraz şanssızlık mı, orası tartışmalı. Muhayyel bir siyasi çizgide ilerlemek bazen fırsatları bazen arkası gelmez şüpheleri çağırıyor. Net cevap verememek soru sayısını artırıyor.
Olayın başlangıcı şöyle: Bahçeli çıktı ve Akşener’in Ayasofya’da kıldığı namaz üzerine bir açıklama yaptı. Söylediği tam olarak şuydu:
Zillet İttifakı’nın üç asıl ortağından ikisinin, yani CHP ile örtülü ortak HDP’nin Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif’e menfi yaklaşımı ortadadır. Ancak İYİ Parti Genel Başkanı son hareketiyle onlardan ayrışmış, ayrı düşmüştür. Meral Hanım'ın kendisi adına hayırlı bir gelişmedir. Sayın Akşener’in böyle gitmeyeceğini, böyle ittifak olmayacağını, olsa bile bir ayağının çukura düştüğünü görüp derhal ve çok kısa süre içinde evine dönmesi doğru ve tutarlı bir davranış olacaktır. Evinde rahatı ve huzuru bulacaktır. İkbal ile idbar arasında sıkışıp kalmak yerine, kaldı ki zillete düşmektense evde olmak isabetli bir tercihtir.
Aynı Bahçeli daha iki ay önce Akşener’in “memleket masası” önerisine hayli yakışıksız bir karşılık verip, ağzına geleni söylemişti.
Ardından Erdoğan, olay yerinde yani Ayasofya’da, Bahçeli’yi destekleyen sözler etti:
Sayın Bahçeli’nin Akşener’e daveti benim yadırgadığım bir davet değildir, en makul seviyede davettir. HDP ile, terör örgütleriyle el ele olmak milli ve yerli olduğunu düşündüğümüz İYİ Parti’ye hiç uygun düşmeyebilir.
Erdoğan bu açıklamayı yaptığında, Bahçeli’nin henüz hangi “evden” bahsettiği, nasıl bir davet yaptığı netleşmiş değildi. Çünkü özellikle son cümledeki “ikbal ve idbar arasında sıkışıp kalmak yerine, zillete düşmektense evde olmak isabetli bir tercihtir” ifadesi, pek ikbal çağrısına değil, “kır dizini otur” havasına daha yakındı doğrusu. “Huzuru bulmak” da öyle. Bahçeli, -tam da istediği gibi- biraz ortaya bıraktığı sözün anlamına bir açıklık getirmeden Erdoğan’ın yaptığı yorum, olayı bir çağrı gibi algılamayı zorunlu hale getirdi. Terse çevirmek, açığa düşürmeyle mümkün.
Cevap fazla gecikmedi
Akşener’in verdiği cevap ise anlam ve gönderme ama asıl olarak da muhatap kurcalaması yapılınca, pek hafif sayılmazdı doğrusu:
Sayın Erdoğan'a bir çağrıda bulunmak istiyorum; ortağı ile ilgilensin, ne zaman sayın Erdoğan'ın ilgisi azalıyor, Sayın Bahçeli başta ben olmak üzere partime sardırıyor. Biz bundan bıktık. Sayın Bahçeli'nin en önemli özelliği, kendisinin altını ısrarla çizdiği nezaketidir ama Türkiye'nin özellikle ekonomik noktasında problemleri olduğu bir dönemde, üzerine salgın yaşadığımız bir dönemde, esnafımızın, işçimizin, işsiz gencimizin, tarımımızın pek çok sorunu varken, milletin sesini duymak yerine, o sese bir cevap vermek yerine siyasi magazinle meşgul olmasını da hiç hoş bulmadığımı ifade etmek isterim. Bir kez daha söyleyeyim. Sayın Erdoğan lütfen ortağınızı üzerimize sardırmaktan alın. Yeterli ilgiyi gösterin lütfen.
Rövanş havası hayli yüksek..!
Partinin resmi sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’nun cevabı daha yumuşaktı:
İYİ Parti olarak bir tek teklifimiz var. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulamada, memleketi, milleti dertleriyle beraber daha büyük çıkmazlara sokacağına dair bir öngörümüz vardır. Buradan dönerlerse iyileştirilmiş parlamenter demokrasi çerçevesinde bir düzelmeye katkı sağlayacağımızı söyledik defalarca. Cumhur İttifakı içine girmeyiz. Davete böyle mukabele ediyoruz. Bu kadar ağır yükün içinde çözmeniz gereken bunca dert varken siyaseti magazinleştirerek, ‘Oradan gelin, sizin milli olduğunuza karar verdik, bizimle beraber olun’ falana dönmüşseniz, artık memleketinize hizmet edebilme imkanını kaybettiniz demektir. Biz bunun ortağı olmayız.
Daha önce CHP ile Katolik nikahı kıymadıklarını söyleyen Ağıralioğlu, bu değerlendirmeyi yaptığı TV programında, “toptan ret cephesinde değiliz, Erdoğan’ın hasmı da değiliz” eklemesini de ihmal etmedi.
Görüldüğü gibi gerçekten magazini bol bir gündem maddesi kurulmuş gibi duruyor. Bu sefer meseleyi ilginç hale getiren, çıkışın Bahçeli’den gelmesi, Erdoğan’ın da çok hızla dahil olması. Çünkü daha önce İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na dahil etme dedikoduları, Bahçeli’ye rağmen işleme konulan hatta MHP’ye alternatif arayışından kaynaklandığı iddialarına dayanıyordu. Bahçeli’nin yaptığı bazı “ters çıkışların” da, “sakın ha aklınıza bile getirmeyin” demek olduğu ileri sürülmüştü. “Masa” meselesindeki sert çıkış da böyle okunmuştu. Ve elbette ciddi bir başka yenilik, Bahçeli’nin Akşener’i muhatap alması. Çünkü daha önce –Koray Aydın’da olduğu gibi- doğrudan adrese teslim çok daha açık davetler söz konusu olmuş ama Akşener için böyle bir açık kapı hiç gündeme getirilmemişti. Partinin adı gibi Akşener’in ismi de pek anılmamıştı. Partiler arasında bayramlaşmalar dahi kesilmişti.
Evdeki hesap, çarşıyı karıştırmak
Bir süredir iktidar ittifakı iş bölümünde, -dini referanslı ataklar için verilen ruhsat dışında- ideolojik sınırları çizme yanında, diğer partilerle uğraşma ve kafa karıştırma işleri Bahçeli’de. Dolayısıyla muğlak biçimde ortaya bırakılan bu sözün, muhatabına “davet” olmaktan çok, yine efkarı umumiye malzeme temin etme niyeti olduğu düşünülebilir. Bahçeli aslında Akşener’e bir şey söylemiyor, ona söylediği sanılan şeye herkesin ilgisini çağırıyor olabilir. Bunun en güçlü ihtimal olması, yeni bir şeyler pişirilmesini gerektirecek ne değişti sorusunun cevapsız olmasından. Yaşananın, şimdiye kadar olanlardan farklı gerekçeleri ve hedefleri olduğunu gösteren, destekleyen pek bir gelişme yok. Ne şartları ne aritmetik zemini radikal biçimde değiştiren bir şey var. Hatta Muharrem İnce gelişmesi ve ona gösterilen ilginin ağırlık merkezine bakılınca, meselenin Akşener’le ilgisi daha da zayıflıyor. Neticede, İnce de Ayasofya’da namaz kıldığına göre yerli-milli safına geçmiş sayılabilir.
Eğer çok iyi gizlenen ve henüz fark edilmemiş bazı hazırlıklar varsa yakında kokusu çıkar nasılsa. Spekülasyonlar üzerine konuşmayıp, niyeti her ne olursa olsun bu gelişmenin olası etkilerine bakarsak belki şunları söyleyebiliriz: Öncelikle bu çıkış, –bir süreliğine de olsa- “yerli-milli” blokunun çizgilerini bilerek ve istenerek biraz silikleştiriyor. Deva ve Gelecek Partileri’nin varlığı, İstanbul Sözleşmesi gibi mevzularda blok içi çatlakların belirmesi ve daha da sıkıntılı olmaya başlayan konjonktür, bazı taktik “düzeltme” hamlelerini gerektiriyor. Fazla kalın ve geçişe iki taraflı olarak kapalı olan blok hattının koruyuculuğu biraz zayıflamış durumda. Hatlar arasında bir tampon bölgeye iktidar da ihtiyaç duymaya başladı. Bunun kutuplaştırmada bir yumuşama evresi olarak okunması çok doğru olmaz. Tam tersi, daha sertleşecek “çatışma” öncesi serbest geçişler veya arada bekleme imkanı –ve arada bekleyen karasızların üzerindeki baskıyı hafifletme- illüzyonu diye düşünülebilir.
Bu tampon bölge İYİ Parti veya Akşener’in sınır geçişi için oluşturulmuyor bence. Kendi kararsız seçmenini de zorlamakta olan “tarafını seç” baskısının yarattığı dezavantajı hafifletmek için daha kullanışlı. Belki de DEVA ve Gelecek Partisi’ne kulak kabartmışlara, İyi Parti’den daha fazla şey bile söylüyor. Bir süredir muhalefete topyekun saldırı yerine daha özelleştirilmiş hamleler tercih ediliyordu. “Bunlar” torbası ve muhalefeti birbirlerine karşı kışkırtmanın çok sonuç alıcı olmadığı, tek başına yetmediği ortada. “Yerli-milli” sınırlarını etkili biçimde yeniden kullanışlı hale getirmek için, çizginin biraz silikleşmesi veya bazı yerlerin “kesikli çizgi” haline getirilmesi gerekiyor. Erdoğan’ın birden “milli ve yerli olduğunu düşündüğü” İYİ Parti’ye söylenenin, başka kulaklara gideceği de çok açık. “Biz itmiyoruz, onlar gelmiyor” havasının, AKP ve Erdoğan alerjisi hayli yüksek ve bazı sözcülerinin “biz gitsek onlar gelmez” dediği İyi Parti tabanını ikna etmesi kolay değil zira.
Olası seçim için aritmetik hesapların, muhalefet bloğu içindeki oy hareketliliğine (kaymalarına) ilişkin de mühendislik içerdiğine şüphe yok. Beklenenin üzerinde dirençli çıkan İYİ Parti’nin yapılan anketlerde tabanını tutma yeteneği –veya tabanın kararlılığı- açıkça fark ediliyor. Bunun MHP’nin İYİ Parti’de olan kıyı ve kentli tabanıyla sonsuza kadar vedalaşması anlamına gelmemesi, bu kesimle ideolojik irtibatın tamamen kaybedilmemesi elbette önemli. Fakat muhalefet bloğuna oy taşımaya aday Deva ve Gelecek Partileri’nin muhalefetin ortak coğrafyasında beklenenden hızlı bir ilerleme göstermemesi de bir o kadar önemli. Muhalefet pasajının sağcılık katında cazibenin herkes için birlikte yükselmesi yerine, iktidar bloku için daha az can acıtıcı İYİ Parti’nin “ideolojik bir kulp” takılarak ayrıcalıklı sayılması daha işe yarar görünmüş olabilir. Her hesabın, çarşıya uymaması kadar “evde” işe yaramaması da mümkün. Hamlenin sahiplerine getireceği biraz belirsiz ama İYİ Parti’yi zaten sağladığı ivmede biraz daha ilerlemesi –en azından olayı böyle kullanma niyeti- daha yüksek olasılık.