Dijital Flörtleşme: Personalar “Date”de
Emel Uzun

Blutv’de sanırım yakın zamanda içeriğe dahil edilmiş beş bölümlük “Dijital Flörtleşme” adlı bir belgesel izledim. Her bölüm ayrı bir konuya odaklanmış; takılma kültürü, stalk, dating uygulamaları, ilk date ve sexting. Gerçek kişilerle deneyimlerini konuşmuşlar. Her bölüm birbirinden ilginç. Ya da flörtün bu formu başka bir jenerasyonun adabı olduğu için, ben gördüğüm her şeyi çok ilginç buldum. Belgeselin tanıtımında şöyle yazıyor; “Akıllı telefonların hayatımıza girdiği gün, flört alışkanlıklarımız da sonsuza kadar değişti”.  Bana, izlediğim şeyde flörtleşme alışkanlıklarından çok daha fazla şey değişmiş gibi geldi.

Şu an halihazırda ergen olan ya da hala 20’li yaşların ilk yarısında olan insanlarla aynı okur yazarlık düzleminde değiliz, bunu biliyoruz. Hatta 18 yaşında olanla, 24 yaşında olan da değil. Hayır yani, ben de 30’ların sonuna doğru bir yerlerdeyim. Öyle daha dişlerim falan dökülmedi çok şükür. Biz de iyi kötü bu internet teknolojilerini takip edebiliyorduk. Bir anda öyle bir sıçrama oldu ki, biz hala Facebook, Instagram, Twitter ayarındayken birdenbire işin rengi değişti. Onların kendilerine özgü bir sosyal medya jargonu, dili var artık. Epey de dışlayıcı bir dil. Belki de zaten dışlamak için böyle konuşuyorlardır. Anlamayalım diye!

Şu noktaya gelmeyeceğim peşinen söyleyeyim; “Aman eskiden flörtleşmenin de tadı vardı, heyecanı vardı. Bu yeni adetler her şeyin suyunu çıkardı”. Bildiniz değil mi? Mehtaplı gecelerde yıldızları izlerdikler, değil dokunmak, birbirimizin gözüne bile bakamazdıklar… Benim tevellüt o kadar eskilere gitmiyor tabii ama mealen her kuşağın, onu takip eden genç kuşağın yapıp ettikleriyle ilgili söylediği bu aşağı yukarı. Yıprana yıprana ilerliyoruz, her kuşak bir öncekinden daha sığ bu akla göre. Bu durumda yüzeysellik, ucuzluk düzeylerinde çoktan hadde ulaşılmış olması gerekirdi ama değil mi? Yüzeysellikten bile bahsedeceğimiz bir yüz de kalmazdı zannediyorum. Ya da ne oluyor? Eski yozlar, yaş aldıkça bardak mı oluyor? Ben hiç de öyle gençlerin bir takım yoz-güçlerin eline geçtiğini falan düşünmüyorum. Sadece anlamıyoruz galiba. O yüzdendir bok atışımız. Ama o ortamlarda neler olup bittiğini çok merak ettiğim doğrudur.

Birinin, bu kadar araçlar aracılığıyla dolayımlanmış halinin samimi olmadığını tekrar edip duruyoruz. Instagram’da, Facebook’ta herkesin ne kadar falsosuz göründüğü ve birer pembe balonun içinde yaşıyormuş gibi uçuştuğu konusunda mızmızlanıp, yandan yandan gülüyoruz (Bu eleştiriler de kendi pembe balonlarımızın içinden iletiliyor bu arada tabii!).  Ama bunlar bizim fikrimiz. Onlar insanlarla ilgili en çok ve gerçek bilgiye sosyal medya mecralarından ulaşacaklarına eminler. Çünkü onların aradığı gerçekle, bizim bildiğimiz gerçek ayrı şeyler. Sanal alemdeki gösterişli personaların ışıltısını, kendi personalarına eklemek istiyorlar. Karşısındakinin gerçek halini bilmek değil amaç. O yüzden sadece en ışıltılı imgeyi kuranın, “gerçek ben” den en inandırıcı ve kalıcı biçimde uzaklaşanların görünür olabildiği bir alan.

Sadece bu dijital flörtleşme mefhumuna baktığımızda bile bir sürü değer değişmiş gibi görünüyor. Öyle ahlaki değerlerden bahsetmiyorum yalnızca. Çok evrensel bazı anlatılar mesela. Maskelerin ardında gizleneni merak etmek gibi, kendin olabilmenin erdemleri gibi, şeffaf olmak gibi, gerçek olmak gibi yücelttiğimiz bir sürü şeye pek de yüz verilmiyor. Başka bir şeyler bulmuşlar. Bu kuşak bu yaşlı hikayeleri pek de umursamıyor. Kendin gibi olabilme idealinin yerini, kendin olmamanın cazibesi almış. Maskelerin ardına bakma merakının yerini, en bi güzel maskeyle başka bir hayata geçiş yapabilmenin imkanını kovalamak almış. Gizil olanın, kötünün ve kötülüklerin metaforu “maske” birdenbire başka bir şeye dönüşmüş. Belki de gerçekten maskenin altında bir şey yoktur bu arada! Maskenin altındakiyle ilgilenmemektir artık makbul olan. Altından çıkacak şeyin büyük hayal kırıklığı olacağına inanarak konuşuyorlar zaten. O yüzden henüz maskeler çıkmadan olay mahallini terk edebilecek kadar hızlı olmak olmuş artık makbul olan. Ama çelişen şeyler de çok tabii. Dating siteleri aracılığıyla sahici ilişkiler bulma ümidinden de bahsediyorlar. Bunu diliyorlar. Böyle bir dilek olunca ortada, kendini ağırdan satmak, ağır olmak gibi kaygılar işin içine giriyor. Yani bazen de hala aynı sularda yüzüyoruz.

Ha bir de stalk olayı var. Orada anlatılanlar da çok ilginç. Eski sevgilinin yeni sevgilisini stalklamanın ya da mevcut sevgilinin (belli ki gizli tutulan) hesabına sızmanın yollarını anlatıyorlar. Fake hesaplar aracılığıyla nasıl bir gözlem dünyası yarattıklarından bahsettiklerinde biraz yoruldum açıkçası. Her şey çok açık, aleni, fazla dışarıda, gözümüze sokulmuş değil miydi zaten. Ama yok orada hesap başkaymış. Stalkladığın kadınlarla/erkeklerle kendini kıyasladığın bitimsiz bir karşılaştırmanın neden yapıldığını anlamak istiyorum örneğin. Kim olduğunu, kim olmadığını, kim olmak istediğini başka hesaplara bakarak, gün boyu karşılaştırarak anlamaya çalışmak diye özetliyor konuşmacılardan biri mealen. Güzel kadınların hesaplarına bakarak eksiklenmek, eski sevgilinin yeni manitasını kendinden daha güzel/yakışıklı bularak içlenmek. Çok yıpratıcı değil mi bu şekilde bir fotoğraf kataloğuna bakarak kendine acımak ya da oradan doğru kıvanmak?

Beni şaşırtan şeylerden biri, bir ilişki ya da cinsel birliktelik ihtimali için başka bir çarelerinin olmadığını düşünmeleri.  Online dating siteleri dışında biriyle karşılaşma, tanışma imkanları yokmuş gibi konuşuyorlar. Ya da gündelik hayatta yollarının kesişemeyeceği insanları merak ediyorlar. “Ben zaten kurumsal hayattayım. Bari date’im başka bir yerden olsun” diyor örneğin Sena. Bir kafede, sahilde, okulda, plajda karşılaşıp tanıştığın biri hakkında hiçbir şey bilmemenin verdiği rahatsızlığı hatırlatıyorlar. Zamanla etkilendiğin insanla ilgili bir sürü şey öğrenilir tabii, ama onlar zaman kaybetmek, hazırlıksız yakalanmak istemiyorlar. Önce stalk sonra date. Formül bu. Sosyal medyanın daha şeffaf ve güvenli bir alan olduğuna da eminler. Algoritmalar onları pek de uğraştırmadan olası “match” ihtimallerini sıralasın, ön eleme gerçekleşsin, yarı finale kalanlarla hasbihal edilsin istiyorlar yani. Hazırcılık mı bu? Garanticilik mi biraz? Belki de daha büyük riski onlar alıyorlardır.

Bu dünyanın bir parçası gibi durmayan tek örnek “Duygusal Halı Yıkamacı Kardeşler”. Onların her fotoğrafını like’ladıkları kadınların erkek arkadaşlarının neden kızdıklarını anlayamamaları da önlemi “makinanın” alması gerektiğini düşünmeleri de olayın bambaşka bir düzeyi. Hem sanal alemin sunduklarıyla büyülenmiş hem de yolunu yordamının bilmediği için şaşkına dönmüş jenerasyonun radikal örnekleri olarak yer verilmiş sanırım onlara bu içerikte.

Baudrillard hep söylemişti tabii bunları. Postmodern dünyanın gerçek bir toplumdan ziyade, sembollerle imajların, gerçek ve somut olanın yerini aldığı sanal bir gerçeklik olduğunu çok önceden anlatmıştı. Büyük oranda da haklı olduğunu da biliyoruz elbette ki. İçinde yaşıyoruz. Ama işte yine de birileri tüm bu sosyal alanı gerçek deneyimlerle anlatınca bir kez daha şaşırmamak elde değil.